|
Zaafımız ve acımız var: Öyleyse insanız

İnsanı insan yapan şart zaafları ve acılarıdır.

Zaafımız ve acımız olmayaydı, insan da olmazdık…

Ulaşamayacağı nesnelere yönelmeyi buyuran ego kendinde zaaflar uyandırır. Ulaşılmayı bekleyen hedef maddi veya manevi sferde yer alabilir. Mal mülkçe zengin olmak isteyen biri ona ulaşmaya çaba gösterir. Veya bilim alanında veya sanatta kendi özgül yeteneğini hesaba katmadan varlık göstermek isteyen biri de zaafla malul sayılır.

İnsan hayır ve şer arasında gidip gelen sarkaç gibidir. Kendi dışındaki yaratıklar -melekler ve hayvanlar- seçme melekesinden mahrum olduğundan onların zaafı yoktur. Onlar sadece acıktıklarında yemlerini, günü geldiğinde eşlerini arar. Muratlarına ererlerse onlar için mesele kalmaz. Gelecek kaygısı yoktur onlarda. Öleceklerini bilmezler. Yaralanırlarsa veya hastalanırlarsa kuşkusuz ağrı duyarlar. Ama acı? Acı duyarlar mı?

Acı duymak insanca bir duygu… Kaygıyla eşleşmiş de olabilir. Ama özelliği bir başına acı duymaktan ibaret bir öz yaşantıdır…

İnsan niçin acı duyar?

O, daima çözmek istediği bir sorunla iç içe bulunur. Bir devlet adamı ulusunun istikbalini ve onun için yaptıklarının yanında yapamadıklarını da dert edinerek acı duyar.

Düşünür, her zaman çözüm bekleyen bir sorunla içi içedir. Varlık nedir sorusu, ben kimim sorusu, zaman, mekân, ölüm, ölüm sonrası soruları ve daha niceleri onun bitmez tükenmez dertleri arasında yer alır.

Bu soruları yok saymak mümkün mü?

Teorik olarak belki… Ama o takdirde insan, insan olmaktan çıkar. Sorular onun zaafıdır belki ama insan olmak da bu zaaflarla malul olmayı gerektirir.

Ve sadece insan olanın zaafları olduğu için imtihan da insana mahsustur.

İnsan inkâr ve isyandan itaat ve teslimiyet sarkacında bir uçtan öbürüne savrulur. Tabii, elbet de insan olan… Böyle dertleri olmayan, yaşantısının anlamını şiş kebabına bağlamış biri olarak farklı bir dünyanın üyesi olmaya hükümlüdür…

Acı çeken biri çıktığı yolculukta, aynı sarkaçta sonunu kestiremediği bir arayışın ardında bir uçtan öbürüne salınır… Aradığını bulur veya bulmaz, hedefine ulaşır veya ulaşmaz; ama o, görevinin bu arayış olduğunun bilinciyle yaşar…

Aradığını bulamasa da, muradına eremese de yolculuğunu sever. Muradına ermese de murat alanın arayan olduğunu bilir.

Bu yolculuğun salt dış dünyada gerçekleştiğini düşünen umarsız bir sukut-u hayale uğrar. Zahirde dışarıya yönelmiş görünen bu arayış yolculuğu gerçekte insanın kendi içine doğrudur, iç dünyasının sınırsız ufuklarına doğrudur…

Salt kendi arayışının ardında olan belki konuşmaz da… Ama konuşmaya hakkı olan birini arayacaksak, o, kendi arayışının ardına düşmüş olan biridir…

#İnsan
3 yıl önce
Zaafımız ve acımız var: Öyleyse insanız
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?