- Erzurum
- Erzincan
- Ağrı
- Van
- Hakkari
- Bitlis
- Muş
- Şırnak
- Batman
- Siirt
- Diyarbakır
- Mardin
- Elazığ
- Malatya
- Bingöl
- Sivas
- Amasya
- Tokat,
- Giresun'un bir kısmı
Ermenistan Anayasası’nın başlangıç bölümünde “Ermeni halkı, Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’ni, Ermenistan Devleti’nin ve Ermeni milli ruhunun temel ilkeleri olarak kabul eder” ifadesi bulunmakta, 6. maddesinde; “Ermenistan Anayasası ile uyum sağlamayan uluslararası anlaşmaların onaylanamayacağı” hükmü yer almakta, 13. maddesinde ise; “Ermenistan Cumhuriyeti’nin armasının Ağrı Dağı ve Nuh’un gemisi ile dört Ermeni Krallığının armasından meydana geldiği” ifadesi yer almaktadır.
Ermenistan Parlamentosu 6 Aralık 1989’da Türki- ye’nin Ermenistan ile mevcut sınırının çizildiği 16 Mart 1921 tarihli Moskova Anlaşması’nı fesih kararı alarak Türkiye-Ermenistan sınırını kabul etmediğini de ilan etmiştir.
Ermenistan’ın Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bir bölümünü kendi ülke toprakları olarak göstermesi ve bu hususu Anayasası’na da derç etmiş olması BM Antlaşması’nın Amaçlar ve İlkeler başlığı altındaki I. Bölüm 2. Madde 4. Fıkrasının; “ Tüm üyeler uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” hükmünün açık bir ihlalidir.
Anılan anayasal düzenlemeler de Kafkasya’daki is- tikrarı bozmasına rağmen Alman Parlamentosu tarafın- dan dikkate alınmaması, yok sayılması da eşitliğe açıkça aykırıdır. Parlamento Kararı Ermeni toplumunun üstün tutulması ırk ayrımcılığına da aykırıdır. Nitekim Her Türlü Irk Ayrımcılığının Tasfiye Edilmesine Dair Uluslararası Sözleşme’nin 2.,4. ve 6. maddelerinin ihlal ettiğinden bahisle Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi No: 48/2010, CERD/C/82/D/48/2010 sayılı kararında; “Komite, Sözleşmenin 4. maddesi kapsamında, insana saygıyı reddeden, Türk halkı hakkında olumsuz genellemelerde bulunan, bunun yanı sıra onların sosyal yardımlara erişimlerini engellemek için ırk ayrımcılığını tahrik eden ve yüksek nitelikli bireyler dışında göçmen alımını yasaklaması gerektiğine ilişkin yukarıdaki ifadelerin ırk üstünlüğü fikri içerdiği görüşündedir.” gerekçelerine yer vermiştir. Ayrıca kararın devamında; ”Komite, taraf devlete, Sözleşmenin 4.maddesi altındaki yükümlülükleri ışığında, diğer etnik gruplar üzerin- deki üstünlük fikrini yaymaya ve ayrımcılığı tahrike dayalı iddia edilen ırk ayrımcılığı durumunda kovuşturmanın ilke ve usullerini gözden geçirmeyi tavsiye etmektedir. İlaveten, taraf devletin, savcılar ve yargı merciileri dahil Komite kararlarına da geniş yer vermesi gerekmektedir.” hususları vurgulanarak ırk ayrımcılığı ile etkin mücadele için yöntemler belirtilmiştir.
Konunun İngiltere’nin Kendi Tecrübesi Işığında Değerlendirilmesi Bu konuda en gerçekçi ve istikrarlı tutumu İngiltere sergilemiştir. Ermeni soykırımı iddialarının Batılı ülkelerin parlamentolarında birbiri ardına kabul edildiği 1990’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başında benzeri bir karar alması İngiltere’den de istenmiştir. İngiltere Devlet Bakanı Barones Ramsey of Cartvale, 14 Nisan 1999’da İngiltere Hükümeti adına yaptığı açıklamada bu talebi şu sözlerle reddetmiştir: “Osmanlı idaresinin Ermenilerin yok edilmesi kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle İngiliz Hükümetleri 1915 ve 1916’daki olayları soykırım olarak tanımamaktadır Bizce 80 yıl önce cereyan etmiş olayların bugünkü hükümetler tarafından değerlendirilmesi uy- gun değildir. Zira bu olaylar hukuki ve tarihi tartışmalardır.
Bu açıklamaya rağmen, Ermeni soykırımı lobisini İngiltere üzerin- deki baskıları üzerine 27 Ocak 2001’de Londra’da düzenlenecek Yahudi soykırımı (Holocaust) Anma Töreni’nde Ermeni soykırımı iddialarına da değinilmesi sonucunu doğurmuşsa da İngiltere Bayındırlık ve Çevre Bakanı Beverly Hughes, 22 Ocak 2001’de Ankara’da düzenlediği basın toplantısında anma programında sadece Yahudi soykırımına değinileceği belirtmiş (Milliyet, 2001), 24 Ocak 2001’de de İstanbul’da basına şu açıklamayı yapmıştır.Bu konudaki bir soruyu 7 Şubat 2001’de yazılı olarak yanıtlayan Hükümet Sözcüsü Barones Scotland şöyle demiştir: “Hükümetimiz, önceki İngiliz hükümetlerin paralelinde, Doğu Anadolu’da 1915-1916 yıllarında yaşanan olaylarla ilgili kanıtlar 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nde tanımlanan biçimiyle soykırım olmadığını değerlendirmiştir.”Parlamento Kararının Yetki Yönünden DeğerlendirilmesiSoykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, uluslararası alanda ’jus cogens’ (buyruk kural) niteliğine sahiptir. Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 6. maddesinde soykırımın ancak mahkeme kararıyla tespitinin yapılabileceği hususları birlikte de- ğerlendirildiğinde yargı kararı olmaksızın yasama organı tarafından çıkarılan yasa, açık ve bariz yetkisizlik nedeniyle yok hükmündedir.Nitekim Birinci Dünya Savaşı sonrası işgal kuvvetleri olan İngiltere ve Fransa 3 Ocak 1919 - 10 Ağustos 1921 tarihleri arasında 2 yıl 8 ay Osmanlı Devleti’nde “savaş esirlerine kötü muamele ve Ermeni halkının katliamı” suçunu işledikleri gerekçesi ile 144 Osmanlı subayı, bürokratı ve vekilini İstanbul’dan Malta’ya götürerek haklarında ceza soruşturması başlatmış olmasına rağmen, temmuz 1921’de İngiltere Kraliyet Savcılığı; “Elimizdeki deliller ve bilgiler sanıkların bir ceza davasında yargılanabilmeleri ve cezalandırılmaları için yetersizdir.” gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiştir.Bu karar çok önemlidir, çünkü olaylar, şahitler ve belgeler ortada ve Osmanlı yenilmiş iken bu karar verilmiştir. Hukuka saygısı olan hiç kimse buna itiraz etmemelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 15 Ekim 2015 tarihinde açıkladığı 27510/08 sayılı Perinçek/İsviçre davası kararına göre; soykırım suçunun varlığına, ancak eylemin yapıldığı ülkenin yetkili ceza mahkemesi veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi (Lahey Adalet Divanı) karar verebileceği ve bu bağlamda yetkili ceza mahkemeleri dışında yargı kurumlarının, parlamentoların, hükümetlerin, akademik kuruluşların ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin dahi 1915 olayları hakkında soykırım kararı veremeyeceğini, zorunlu göçün soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini karara bağlanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı kararların davada taraf olmayan ülkeleri de bağlayıcı olmasına rağmen alınan karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da aykırılık teşkil etmektedir.
Avrupa Adalet Divanı Fransa’daki bir Ermeni Derneği, “Avrupa Parlamentosu ‘Türkiye soykırım yaptı’ kararı aldığına göre, AB adaylık statüsü dondurulmalıdır.” iddiasıyla açılan davada, 29 Ekim 2004 tarihli kararında; ‘‘Avrupa Parlamentosu (AP)’nun 1987 yılında aldığı Ermeni Soykırımı ile ilgili kararın siyasi olduğunu, bunun hukuki alanda hiçbir geçerliliği olmadığını’’ hükme bağlamıştır. Avrupa Adalet Divanı kararlarının AB üye ülkeleri açısından bağlayıcı olması karşısında Almanya Parlamen- tosu kararının AB Hukukunu da ihlal ettiği açıktır.
Fransız Anayasa Konseyi (Mahkemesi) Patrick Deveciyan’ın hazırlayıp 2006 yılında Fransız parlamentosunda kabul edilen ve “Ermeni soykırımı yoktur” demeyi suç sayan kanunu iptal etmiştir. 2001 yılında kabul edilen ve yürürlüğe giren 2001/70 sayılı “1915 Ermeni Soykırımının Tanınması” başlıklı yasa Anayasa Konseyi’nin, 28 Şubat 2012’de aldığı 647 sayılı kararla kabul edilen yasanın iki maddesinin de düşünce ve ifade özgürlüğü, bilimsel araştırma özgürlüğü, iletişim özgürlüğü ve suç ve cezanın yasallığı ilkesini ve kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal ettiği, 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ve 1958 tarihli Fransa Ana- yasasına aykırı olduğunun tespiti ile yasayı iptal etmiştir. Anayasa Konseyi 8 Ocak 2016 tarihli bir başka kararında; bir insanlığa karşı suçun veya soykırımın inkar edilmesi fiilinin suç sayılarak cezalandırılması için, söz konusu suçların bir yetkili mahkeme kararıyla saptanmış olmasının şart olduğuna, soykırımın uluslararası bir mahkemenin kararına dayanan bir gerçek olduğunu, buna mukabil Ermeni tezinin bir mahkeme kararına da- yanmadığına karar vermek suretiyle, yasama ile yürütme organlarının bir olayı insanlığa karşı suç veya soykırım olarak tanıma yetkisine sahip olmadıklarını ortaya koymuştur.
Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Hırvatistan’ın, 1999 yılında Yugoslavya Federal Cumhuriyeti aleyhine açılan davada; “bir gruba mensup kişileri bulundukları yerden başka bir yere zor kullanarak da olsa, tehcir etmenin soykırım sayılamayacağına”, “yabancı ülkelerdeki yerel mahkemelerin başka ülkeleri yargılamasının uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğini” ve soykırım sözleşmesinin geriye etkili hüküm doğurmayacağına karar vermiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 15 Ekim 2015 tarihinde açıkladığı 27510/08 sayılı Perinçek/İsviçre davası kararında; “1915’te yaşanan Ermeni zorunlu göçünün uluslararası hukuka göre soykırım olarak nitelendirilemeyeceğine” hükmetmiştir. Yargının bu kararlarına rağmen hala Türklerin suçlanması, en hafif ifadesiyle, hukuka saygısızlıktır. Milletlerarası Adalet Divanı’nın “Devletin Yargı Bağışıklığı Almanya-İtalya: Yunanistan Müdahil” davasında 3 Şubat 2012 tarihli kararında bir ülkenin milli mahkemesi- nin diğer ülkeleri yargılamasının hiçbir hukuki değer taşımadığını belirterek, böyle bir yargılamanın milletlerarası hukuku ihlal ettiği hükmüne varmıştır. Konunun Yargı Hakkı, Adil Yargılanma Hakkı ve Masumiyet İlkesi Açısından Değerlendirilmesi BM 1948 İnsan Hakları bildirgesinin 11. maddesinin 1. fıkrasına göre; hakkında bir cezai suçlama bulunan kimse bu iddialarla ilgili kamuya açık ve hukuki bir şekilde yargılanıp savunması yapılmadan ve hukuka uygun yargılama yapılıp kanun muvacehesinde suçluğu ispat edilmeden masumdur. Karar ile Evrensel Hukukta, mahkeme kararı olmadan kimsenin suçlu sayılamayacağı ilkesi açıkça ihlal edileceği gibi yargı hakkı ve adil yargılanma hakkı ihlal edilerek, hakkın özüne dokunma yasağı açıkça ihlal edilecektir. Diğer taraftan milletvekilleri yalnız kanun koyucu olup, hakimlik veya polislik yapma yetkisini kullanmaları katiyetle yasaktır. Bu nedenle milletvekillerinin ceza hakimi gibi karar vermeleri de yok hükmündedir.
Konunun İnsan Onurunun Dokunulmazlığı Açısından Değerlendirilmesi Karar ile Türkler aşağılanarak küçük düşürülmüş, onuru ile oynanmış olacağından insan onurunun dokunulmazlığı kuralı ihlal edilecektir. Konunun İfade Özgürlüğü Açısından DeğerlendirilmesiKarar ile Türkler baskı altına alınarak, düşüncelerini özgürce ifade etmeleri devlet eli ile sınırlandırılmış ve soykırımın olmadığı yönündeki düşünceleri siyasi baskı ile değiştirilmeye çalışılacaktır. Karar ile soykırım yapıldığının ders kitaplarında yer verilmesi ve sınavlarda soykırımın hangi tarihte yapıldığının, soykırımların açıklanması ve hangi toplumların soykırım yaptığı vb. soruların sorulması halinde, öğrencilerin kabul etmedikleri bir soykırımı kabul etmiş gibi, Türklerin 1915 yılında soykırım yaptığını ve buna ilişkin ders kitaplarının açıklamalarını, puan almak amacıyla katılmasalar dahi yazmak zorunda kalacaklar ve bu su- retle öğrencilerin ifade özgürlüğü sınırlandırılmış olacaktır. Açıklanan nedenlerle anılan alınması düşünülen karar düşünce özgürlüğüne açıkça aykırıdır.Konunun UNESCO Kriterleri Açısından Değerlendirilmesi Parlamento Kararı nedeniyle soykırımın ders kitaplarına girecek olması UNESCO tarafından yayınlanan Uluslararası Eğitimde Müfredatların Ders Kitaplarının ve Diğer Eğitim Malzemelerinin Hazırlanmasına, Değerlendirilmesine ve Düzeltilmesine İlişkin Yol Gösterici İlkeler ve Kriterler m. 20, (g) bendinde; “diğer kültürlerin sunumunda klişe ve önyargılar engellenmiştir” şeklinde yer alan ilke ve kritere aykırıdır.Konunun Diğer Uluslararası Kural ve İlkeler Açısından Değerlendirilmesi
Karar Kanun’un geriye yürümezliği ilkesine (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 7. madde) aykırıdır.Alınması tasavvur edilen karar, hukuksal dayanaktan yoksun biçimde Türk ve Ermeni milletini karşı karşıya getirecek, Türk ve İslam karşıtlığı oluşturacaktır."