
16. yüzyılın başlarında, Endonezya’nın Açe Sultanlığı, dönemin emperyal gücü Portekiz’in deniz yollarındaki sömürgeci ilerleyişine karşı çaresiz kalmıştı. Açe Sultanı Alaaddin, Osmanlı’dan yardım istemek için çağrı yapmış ve II. Selim buna karşılık vererek Kurdoğlu Hızır Reis komutasındaki donanmayı Güneydoğu Asya’nın Müslüman halkına destek olmaya göndermişti. Osmanlı donanması, Açe’ye topçu ve askeri uzmanlar getirerek Portekiz tehdidine karşı kalıcı bir savunma hattı oluşturmuş, bu iş birliği sayesinde Açe Sultanlığı bölgedeki Müslüman varlığını korumayı başarmıştı. Bu yardımlar, iki halk arasında tarihi bağların temellerini atarken, Endonezya Müslümanları Osmanlı’yı İslam dünyasının koruyucusu olarak görmüştü. Bu erken dönemdeki ilişkiler, sadece askeri değil, kültürel ve manevi bir dayanışmayı da beraberinde getirdi. Öyle ki, Kurtuluş Savaşı sırasında Endonezyalılar, Türk milletinin emperyalizme karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinden ilham almış ve bu, Hollanda’ya karşı verdiği özgürlük mücadelesine de etki etmiştir. Nitekim böylesi bir tarihi dayanışma ve bağlılık, Türkiye ile Endonezya arasındaki ilişkilerin bugüne kadar güçlü kalmasında can damarı olmuştur.
AK PARTİ İKTİDARIYLA İKİLİ İLİŞKİLERDE SIÇRAMA
Tarihi zemine rağmen, Türkiye’nin Endonezya’ya uzun yıllar yeterli diplomatik ilgiyi gösterememesinin ardında yatan nedenler çok boyutludur. Osmanlı’nın gerileme dönemi ve akabinde imparatorluğun çöküşüyle birlikte genç Türkiye Cumhuriyeti, önceliğini yakın coğrafyasındaki hayati meselelere - Orta Doğu’daki istikrar arayışına ve Avrupa’yla entegrasyon çabalarına- vermek zorunda kalmıştır. Soğuk Savaş’ın sert rüzgarları altında şekillenen Türk dış politikası ise Batı ittifak sisteminin stratejik öncelikleri doğrultusunda biçimlenmiş, bu süreçte Güneydoğu Asya’nın bu devasa takımada ülkesi, dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusuna rağmen, Ankara’nın diplomatik radarında hak ettiği yeri bulamamıştır. 1980’lerle birlikte Türk dış politikasında Asya’ya yönelik ilk adımlar atılmış olsa da Endonezya’nın gerçek anlamda stratejik bir ortak olarak keşfi nispeten yakın bir tarihe denk gelmektedir. Özellikle AK Parti iktidarının, Türk dış politikasında Asya-Pasifik havzasındaki çıkarlarını sistematik biçimde değerlendirmeye başlaması ve Endonezya’nın bölgede giderek artan jeopolitik ağırlığını idrak etmesi, iki ülke arasındaki iş birliğini niteliksel bir sıçrama noktasına taşımıştır.
TAKIMADA GÜCÜ
Şurası bir gerçek ki, Endonezya, günümüz jeopolitiğinde çok büyük stratejik bir öneme sahip. Hem archipelagic power yani “takımada gücü” olarak deniz ticaret yollarını başta Sunda ve Malakka boğazlarını kontrol etme noktasındaki etkisiyle, hem de Hint-Pasifik stratejilerinde dengeleme rolü oynamasıyla dikkat çekiyor. Su yollarının güvenliği ve Güney Çin Denizi’ndeki nazik konumu nedeniyle, hem Alfred Mahan’ın deniz hâkimiyeti kuramında hem de Nicholas Spykman’ın Rimland teorisinde kritik bir kavşak olarak değerlendirilir. Nitekim, Güneydoğu Asya’daki ABD-Çin rekabetinde swing state yani “salınan devlet” rolü üstlenerek dengeleyici bir aktör haline gelmiştir. Postkolonyal kuramcılar açısından Endonezya, 1955 Bandung Konferansı’nın mirasıyla küresel Güney’in normatif öncülerinden biridir ve Türkiye gibi yükselen orta güçlerle birlikte alternatif bir dünya düzeni arayışının doğal müttefikidir. Öte yandan dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip ülkesi olarak, Türkiye gibi literatürde “Müslüman demokrasi” modeli çerçevesinde incelenmektedir. Bu çok katmanlı jeostratejik konum, Endonezya’yı yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte kilit bir aktör haline getirmektedir.
GÜVEN TEMELLİ YENİ BİR SAYFA AÇILDI
Bugün Türkiye-Endonezya münasebetlerinde dikkat çeken en önemli gelişme, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto arasında kurulan sıcak ve doğrudan ilişki. Prabowo’nun Türkiye’yi savunma sanayiinde güçlü bir ortak olarak görmesi ve Erdoğan’a duyduğu kişisel saygı, iki ülke arasında “güven temelli” yeni bir diplomatik sayfa açıyor. Erdoğan’ın güçlü liderlerle kurduğu doğrudan temaslar üzerinden şekillenen dış politika modeli, Prabowo gibi asker kökenli, karizmatik bir liderle çok iyi uyuştu. 11 Şubat’ta Cakarta’ya resmi ziyarette bulunan Erdoğan, büyük bir coşkuyla karşılanmıştı. Mevkidaşı Subianto’nun da 10-11 Nisan’da Ankara’ya iade-i ziyarette bulunarak TBMM’ye hitap etmesi, burada Türkiye’yi en büyük Müslüman medeniyet olarak tanımlayarak Fatih Sultan Mehmet ve Atatürk gibi tarihi liderlere vurgu yapması son derece anlamlıydı. Bu karşılıklı ziyaretlerin neticesinde imzalanan savunma sanayii başta olmak üzere turizm, ticaret, enerji ve eğitim alanındaki iş birlikleri bu yakınlaşmanın yalnızca diplomatik nezaket düzeyinde kalmadığını gösteriyor.
LİDER SİNERJİSİ
Kuşkusuz Endonezya, Türkiye’nin Yeniden Asya stratejisinde kilit bir partner olarak yalnızca İslam dünyasının nüfus ağırlığıyla değil, aynı zamanda Hint-Pasifik’deki jeostratejik konumu ve yükselen ekonomik gücüyle de merkezi bir role sahiptir. Prabowo’nun “Türkiye Modeli”ne duyduğu hayranlık ve Erdoğan’ın Asya açılımındaki kararlılığı, iki ülke arasında benzersiz bir lider sinerjisi doğurdu. Dolayısıyla Ankara-Cakarta hattında bu dostluğun somut projelere dönüşmesi gerekmektedir. Nitekim iki ülke, mevcut 3 milyar dolar olan ticaret hacmini 10 milyar dolara çıkarma hedefiyle bu ortaklığı ekonomi-politik temellere oturtmuştur. Sonuçta liderler arası dostluğu bu yolda atılan ilk adım olarak değerlendirebiliriz fakat aslolan, bu yakınlaşmayı siyasi ve ekonomik düzlemde kurumsallaştırmak, akademik zeminde geliştirmek ve kültürel temasla derinleştirmektir.