Müzik eğitimim, geleneksel Arap müziği çerçevesinde gelişti. Doğu (Türk, Hint vb.) ve batı kültürlerinden; eski ve modern tüm sanat yorumlarını araştırdım. Bu müziği önce bir dinleyici sonra ise bir besteci olarak keşfettim. Müzikal olarak geleneksel Arap müzik formlarından uzaklaştığım düşünülse de kendimi hâlâ Arap müzik dünyasına ait hissediyorum. Sinema, edebiyat, plastik sanat, dans ya da tiyatro gibi birçok sanatı da kendime yakın buluyorum.
Türk ve Arap müziği arasında güçlü bir bağ olduğunu düşünüyorum. Belki de bu yüzden küçük yaşlardan beri Türk müziğine yakınım ve beni çok etkileyen bu müziğin hayranıyım. İstanbul’a büyük bir sevgi duyuyorum. Burada yeniden konser vermek bana evimde hissettiriyor.
BESTELERİMİZE YER VERMEDİLER
Kulisime gelen insanlarla müziğimi dinlerken neler hissettiklerini ve onlara ilham verdiği şeyleri konuşuruz. Dinleyicilerden “Sizi daha önce neden duymadım” dönüşünü almak çok hoş. Müzik dinlemenin en büyüleyici yanı, kolektif bir deneyim olmasının yanı sıra bireysel bir yolculuk da olabilmesi.
Sanatsal seçimlerimin beni yönlendirmesine izin veriyorum. Özgür kalmaya çalışıyorum ve eserlerim hakkındaki fikirlere odaklanmamaya çalışıyorum. 80’lerin başında Paris’e gittiğimde dönemin müzik dünyası, bir ud sanatçısını sadece kendi geleneğinin temsilcisi olarak konumlandırıyordu. Bestelerimizi çalmamız yapımcılar, programcılar ve eleştirmenler tarafından uygun bulunmuyordu. Ud, pek çok kişinin ilgisini çekmedi ama zamanla bu değişti. 80’lerin sonunda plak yapımcısı Manfred Echer’in plak şirketi ECM Records ile tanıştım. Onlarla çalışmak müziğimin tanınmasına yardımcı oldu.