Hırsızlığın her türlüsü kul hakkını ihlaldir eyvallah. Peki ya cebinde harçlığı olmayan ama vitrindeki kitaplar için yanıp tutuşan öğrenci ne yapsın? Elbette çalmasın ama ya o kişi bir gün yazar olacaksa?
Bir kapak aralanır ve tutku başlar. Sayfalar tek tek aktarılırken kokusu gibi anlattıkları da insanın içine nüfuz eder. Kelimeler, cümleler birbirini takip ederken damarlara yayılan o tutkunun tarifi imkansız hale gelir. Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Kitap tutkusunu bir bilen bilir, bir de bilen…
İşte böyle biriyseniz eminim haftanın bir gününü bir kitapçıda rafları talan ederek geçiriyorsunuzdur. Kitapların kimileri beğenilmeyip yerine hemen geri giderken, kimisi eline alır almaz insanda bir heyecan uyandırır. Beğeni yüzlere yansır. Ta ki arka kapaktaki etiketi görünceye kadar… O fiyatlar ki haftalarca biriktirilecek harçlıklarla asla denkleşmez. Moraller bozulur ve gelecek olan bayram harçlığı ümidiyle kitap rafta beklemeye alınır. Rahmetli Metin And'ın kitaplarıyla da benim ilişkim maalesef hep böyle olmuştu…
Ama kimileri de bu kadar sabırlı davranmaz, bir şekilde yayınevi sahibine çaktırmadan o kitabı çantasına indirir. Hemen hemen pek çoğumuzun öğrencilik yıllarına ait anılarında duyduğu, belki de yaşadığı bir şeydir bu. Kitapla en çok haşır neşir olan, onların ebeveynleri ünlü yazarlarımızla da bu konuyu konuştuk. Kimisi samimi bir şekilde kitap çalma anılarını paylaşırken kimi de konuyla ilgili düşünceleri anlattı. Yazarlar içinde kitap çalmaktan çekinmeyen hatta kendi kitaplarının çalınmasından mutlu olanlar da vardı, bilgi hırsızlığının diğer hırsızlıklardan hiçbir farkı olmadığını belirtip asla böyle bir şey yapamayacağını söyleyenler de. İşte bu yazarlardan birkaçı:
Enis Batur, bu konuya ılıman yaklaşanlardan. 'Eğer kitap ihtiyaçsa, bu ihtiyacı çalarak karşılamak neden olmasın?' görüşünü savunan Batur bizi kendi öğrencilik yıllarına götürdü: “O yıllarda gençlik heyecanıyla çevremde baya ustaca kitap yürüten arkadaşlarım oldu. Açık söylemek gerekirse onlara kitap ısmarladığımı hatırlıyorum. Özellikle yurtdışı yıllarında yabana atılamayacak sayıda kitabım bu şekilde kütüphaneme girmiştir.' Batur'un bu samimi itirafından sonra başından geçen başka bir trajikomik hikâyeyi dinliyoruz: '1990'lı yıllarda YKY' den pahalı bir kitabım çıkmıştı. Yolda bir bayan okuyucu beni durdurup o kitabımın fuarda olup olmayacağını sordu, ben de galiba var, dedim. Bayan rahat tavırlarla : 'Ha iyi o zaman ben de oradan çalarım' dedi ve yanımdan uzaklaştı. Açıkçası bu durum hoşuma gitmişti. Okumak için başka yolu yoksa bence kitap çalınabilir.'
İskender Pala ise hırsızlığı için hiçbir nedeni geçerli bulmuyor ve şunları söylüyor: “Bilgi hırsızlığının diğer hırsızlıklardan hiçbir farkı olmadığını düşünüyorum. Devlet parasız yatılı okulunda okudum ve çok zor durumda kaldığım dönemler de oldu. Ders kitaplarını alamadığım zamanlar arkadaşlarımın kitaplarını ödünç alır, okuduktan sonra tekrar geriye verirdim. İnsanlar eğer kitap çalma durumuna geliyorlarsa bu durum o kişinin kitap açlığını, ihtiyacını gösterir. Devletin yetkili kurumları da insanların bu ihtiyacını karşılama çabası içerisinde bulunmalı. Daha çok kütüphane açılmasıyla bu açlık doyurulabilir”
Rasim Özdenören de aynı görüşte, hiçbir şekilde hırsızlığa taviz veremeyeceğini vurguluyor: ' Kitap pahalı da olsa çalmaya göz yummak doğru değil. Hele de kendi kitaplarını epeyce çaldırmış biri olarak kitapçılardan da, kendi kitaplığımdan da kitap çalınmasını hiç affetmiyorum. İnsanlar kitap okuyacaksa çalmaya değil, parayla almaya çalışsın.'
Tuna Kiremitçi konuyu yorumsuz kalarak yorumluyor. Çünkü kendisi kitap fiyatlarının çok da fahiş olmadığını düşünüyor.
Yazarlar anılarını böyle anlatırken günümüzde kimi öğrenciler de özellikle fuarlarda hatta kitabevlerinde yüksek performanslarını göstermeye devam ediyor. Bu konuda tecrübeli ve elbette ismini yayınlamamızı istemeyen bir öğrenci arkadaşımız engin bilgilerini bizimle şöyle paylaşyor: “Raflar arasında önce bir ön gezi yapıp aradığım kitabın yerini tespit ediyorum. Böylesi anlarda yanında bir arkadaşın da olması işi daha da kolaylaştırıyor. Kameralardan uzak, uygun ortamı yakaladığım zaman da kitabın arkasındaki barkod kısmını kesip kitabı çaktırmadan çantaya indiriyorum.
İplikçi, tezgâhtan kitap çalmaya hep korktuğunu ama daha masum bir anısı olduğunu itiraf ediyor: 'Biz üniversitede okurken İngilizce kitapların fiyatları çok pahalıydı, kütüphaneler imdadımıza yetişirdi. Konsolosluk kütüphaneleri bu anlamda vaha gibiydi, üye olur, yeni kitapları takip edebilirdik. Bir seferinde üzerimdeki kitabı bir gün(sadece bir gündü, çok net hatırlıyorum) geciktirmiştim. Görevli kadın beni bir güzel fırçaladı. Üstüne epey miktar da gecikme parası istedi. Öğrenciyiz, züğürdüz, dağınığız; gel de anlat... Parayı ödedim ama kafam da attı. O başka işlerle uğraşırken kitabı bıraktığım rafın üzerinden tutup çantama attım kameralara baka baka. Çıkarken kimse bir şey demedi. Ya kameralar kapalıydı ya da görmezden geldiler! Kitapla kurduğum en cesur ilişkilerimden biridir.






