|

“Medyatik din” devrindeyiz

Prof. Dr. Mete Çamdereli’nin hazırladığı “Din Ekranda Nasıl Durur” adlı çalışma, din ile medya ilişkisini sorguluyor. Televizyon, sinema ve internetin din söylemi üzerinde dönüştürücü bir gücü olduğunu belirten Çamdereli, “Medya kadına, çocuğa, siyasete, kültüre yer verir; dine de yer verir. Ve dine yer verirken de mutlaka kendi dilini ona dayatır ve söylemlerini dönüştürür” diyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 10/03/2018 Cumartesi
Güncelleme: 04:02 - 10/03/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
 Çamdereli, medya ile din ilişkisinin başından beri sorunlu ilerlediğini, medyanın kendine ait dilini dini söylemlerin üzerinde şekillendirdiğine dikkat çekiyor.
Çamdereli, medya ile din ilişkisinin başından beri sorunlu ilerlediğini, medyanın kendine ait dilini dini söylemlerin üzerinde şekillendirdiğine dikkat çekiyor.

İstanbul Ticaret Üniversitesi, İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mete Çamdereli, “Din Ekranda Nasıl Durur” adlı kapsamlı çalışmasında medya ile din ilişkisini irdeliyor. Çamdereli, medya ile din ilişkisinin başından beri sorunlu ilerlediğini, medyanın kendine ait dilini dini söylemlerin üzerinde şekillendirdiğine dikkat çekiyor.

*Sizi bu çalışmayı yapmaya iten şey ne oldu?

2011 yılında Meridyen Derneği Siyer ile ilgili bir çalışma başlatmıştı. Atölyede siyer ve medya ilişkisi anlamında bir şey yapıp yapamayacağım sorulmuştu. Ben genel olarak din ve medya olarak bir şey yapayım dedim. Medya-din konusuna böyle girdik. Orada medyada dinin popüler temsili gibi bir sunum yaptık. Orada ve sonrasında ara ara yaptığımız çalışmalar bu kitaba konu oldu. Kitabı oluştururken de tarihsel bir hiyerarşi gözettik.

*Kitapta “medyatik din” ve “dinin medyatikleşmesi” kavramlarından bahsediyorsunuz. Bu kavramları biraz açabilir miyiz?

Bunlar çok da zahmetli olarak algılanacak kavramlar değil. Medyanın kendine özgü kuralları vardır. Kendisi için ihtiyaç duyduğu şeyler üretir. Zaman zaman şöhretler, ikonlar, son dönemde fenomenler gibi. Bunlar aslında medyanın kendi içeriklerini güncellemesi bakımından ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Medya kadına, çocuğa, siyasete, kültüre yer verir; dine de yer verir. Ve dine yer verirken de mutlaka kendi dilini ona dayatır. Dolayısıyla o dönüşme sürecini tanımlamak için medyatik din kavramına ihtiyaç duyuyoruz. Yoksa medyatik din diye bir şey zaten söz konusu olamaz. Ama medyanın kuralları çerçevesinden oluşmuş bir dinsel söylem söz konusuysa o zaman medyatik din diye bir şeyin varlığından söz edebiliriz.

*Bu açıdan baktığımızda neler çıkıyor peki karşımıza?

O kadar çok şey çıkıyor ki karşımıza, saymakla bitmez. İletişim kuramcılarının bazı kitaplarında da elektronik vaiz gibi terimler vardır. Türkçede biraz tuhaf duruyor ama alıştık artık. Medyatik vaiz terimine dönüştü. Vaizlikle kalınmadı, daha sonra ikon olma durumuna geldi. Bunun nasıl bir problemi var peki? İnsanları bilgilendiriyor bu insanlar denebilir öncelikle. Öyle yaptıklarından kuşku duymayalım fakat medyanın dili ve söylemi de var. Medyanın dili ve söyleminde haşrolmak var. Reyting kaygıları içinde yok olmak var. Takipçiler var. Ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun o dil ve söylem zaman içinde, söyleyeni de söyleneni de unutturacak şekilde kendi iktidarına oluşturuyor. Medyatik dinsel söylemi sahiplenen her türlü uzmanın, belli zaman sonra kendi kimliklerinin de imha olduğu, medyatikleştiği ve söylediklerinin de yaşanır hale geldiği bir dinden bahsetmeye başladık. Belki kendilerine sorulan sorulara çok iyi niyetli bir takım cevaplar üretiyorlar ama o cevapların zaman içinde dinin kendisi haline gelme riski var. O söylemi yapanların da farkında olmadığı bir risk var.


*Bu bir sonuç mu peki yoksa bir yönlendirme mi?

Bu bir sonuç. Medyanın ayakta kalması ve kendi kurallarını dayatması bir yönlendirmedir. Uzmanları etkileyeyim de uzmanlar şöyle konuşsun demez. Fakat siz mekana göre şekilleneceğiniz için medyatik mekan, ister istemez uzmanı şekillendirecektir. Hiçbir manipülasyon olmasa bile sunduğunuz platformun kendisi sizin konuşma şeklinizi ve söylem üretme şeklinizi belirleyecektir. Dinin dönüştüğünü söylemek imkanı var ama yeniden bir inşa mı, yeniden bir din, yeni bir din oluşturma kaygısı mı var? Medyatik zekanın arka planında ne var onu bilme imkanımız yok. Sadece manipüle etmek için değil, ticari kaygılar için de yapılıyor. Lüks markalar şu anda M jenerasyonunu keşfetti örneğin. Bunlar modern Müslüman kuşaklar… Şimdi onlarla ilgili bir takım yayınlar yapılıyor. Medyayı besleyen ikonların, vaizlerin, influencer’ların sadece belli sektörlerde değil dinsellik sektöründe de var olduğunu ve var olacaklarını söyleyebiliriz.

RÜKÜNLER DEĞİŞTİRİLEMEZ BİZE -MİŞ GİBİ SUNULABİLİR

*Bu noktada dini söylevleri üzerinde medyanın dönüştürücü gücünden bahsedebiliriz yani…

Din aslında değişmez. Dinin özünü, kendisini hiç kimse değiştiremez. Rükünler hiçbir şekilde dönüşmez, inşa edilmez. Hangi dinsel zihinle düşünürsek düşünelim bunun aksini söyleyemeyiz. Ancak rükünler bize –mış gibi sunulabilir. Biz de o sunulmuş şeye ibadet etmeye, sunulmuş doğruya itaat etmeye, onu kanıksamaya başlarız. Bu gerçek bir din değil farkındayım ama sakıncası da yok noktasına gelinebiliyor.

*Medya bunu neden yapıyor?

Ayakta kalmak için medyanın zihin yönlendiricilerinin olası amaçlarını ötelememek gerekir. Bugün dünyada olup biten ne varsa o çerçevede düşünmek lazım. Terör var, küresel aktörlerin siyasi dayatmaları var, bir takım özgürlük demokrasi vaatleri altında farklı çabaları akla getirecek çalışmalar var. Bunların çoğunu ispatlama imkanımız yok belki ama sezgilerimiz var. Bu sezgileri de ciddiye almak gerekir. İslamofobya üzerinden düşünelim. Fanatizm terimini biz artık sadece futbol üzerinden düşünüyoruz bugün, onun dinsel göndermelerini unuttuk bile. Fundamantalizmi de. Aklımıza dinsel olarak bu bağlamda gelebilecek tek şey var o da İslamofobi. Öyleyse bir takım zihin yönlendiricilerin buna benzer amaçları olabilir mi diye de düşünmek gerek. Bunu sezmek zor değil.

*Sinema ve din ilişkisinde de bahsediyorsunuz ve dinin sinemada bilinçli olarak kötü kullanıldığına dikkat çekiyorsunuz. Ardından hayatın gündemine oturan internet ile din ilişkisi var. Nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?

Sinema ve internet ilişkisini özellikle videolar ve film teknolojisi açısından düşünmek mümkün. Ama sinemanın işlevindeki propagandist etkiyi internet üzerinden okumak çok kolay değil. İnternet, biraz da hafif hafif ısınan su içindeki kurbağanın durumu gibi. Ama sinemada çok rahatlıkla bir şeyler söylenebiliyor. Türkiye örneğini ele alırsanız Vurun Kahpeye filminin versiyonlarından başlarsınız, Hazretli filmlere, milli sinemaya oradan da günümüz sinemasının dinsel içerikli filmlerine kadar gelebilirsiniz. İslami sıfatının yerinde/doğru kullanıp kullanılmadığını tartışabilirsiniz. Sinemanın durumu çok farklı bir kulvarda duruyor. Bugün dinsel hassasiyeti olan yönetmenler, sinema sevdalıları çok yeni şeyler yapabiliyorlar. Bunun olumlu tarafları var. İnternet üzerinde bakılırsa video izlenme oranları son derece yüksek. İnsan edimleri bu videolar üzerinden gerçekleşeceğe benziyor. Oralarda hangi filmlere muhatap olunuyor, neler önlerine kolayca gelebiliyor insanların, hangi filmler kolayca yayılıyor, hangi filmler hangi ülkelere dönük olarak hazırlanıyor, bunları çok iyi araştırmak gerekiyor.


İSLAM’I DIŞLAŞTIRAN BİR ANLAYIŞ VAR

*İslam dininin temsiliyeti noktasında somut olarak neler çıkıyor karşımıza?

Medyatik vaizlik sisteminden sinemadaki filmlere kadar İslam’ı biraz dışlaştıran, hayatın dışına iten hor gören, küçümseyen, onu tiye alan birtakım görüntülere alışkın nesiller büyüyor. Birçok insan da o filmlerle büyüdü. Dijital ortamda da bu algıyı körükleyen başkaca görüntüler, klipler, “caps”ler elbette var. Kitap, evet İslam’a odaklanıyor, İslam’ın medyatik temsilleri üzerinden ilerliyor, doğrudur ama medyatikleşme, dijitalleşme sorunu İslam’ın ötesine geçmiş bir sorundur artık. Bir haham, bir rahip benzer konuları Hristiyanlık ya da Yahudilik adına size söylüyor olabilir. “Kolumu kesin ama telefonumu elimden almayın” diyebilecek insanların bulunduğunu ifade eden bir haham hatırlıyorum ya da kiliseye gidip internetten İncil okuduğu halde anlaşılmayan ve kiliseden uzaklaştırılan bir rahip örneğini hatırlıyorum. Dijital çağ dinsel aidiyeti olan herkesin derdi. İslamofobya deyince ise sorun bizim açımızdan daha da önem kazanıyor. Artık küresel söylemin hegemonyasında üretilen islamofobik filmler ve ona tabi zihinlerin bulunduğunu rahatça söyleyebiliriz. İslam’a bir hakaret edilecekse ve bu bir alkış toplayacaksa bu tür filmlerin çoğalmasını görmemek safdillik olur.

*Buna karşı sizce nasıl bir refleks geliştirmek gerekiyor?

Buna karşı geliştirilecek refleks, ihlas ve samimiyettir. Israrla kaliteli iş çıkarmaktır. Karşılık bulmasını illa beklemeden kalitede ısrar etmek gerekir. Zaman aleyhimize işliyor kaygısıyla da kötü çalışmaların ortaya çıkmaması kaygısını öncelemek lazım. Kaliteden taviz vermeden yapmak gerek yapılacakları yoksa sadece küfürbaz bir söylemle mücadele etmenin kimseye bir faydası yok. Ayrıca “din” ya da “İslam” sıfatının her çalışmanın yanına getirince onun İslamlaşmadığını, dinselleşmediğini bilmek gerekir. İnananların, söylemek istediklerini hangi dinsel aidiyette olursa olsun, rahatlıkla söyleyebildikleri sanat eserleri, kültür ürünleri ortaya koymaları ve kaliteden taviz vermemeleri meselenin çözümüdür.

MEDYATİK KULLUK SÖZ KONUSU

*Medyatik kulluk kavramı diye bir kavram çıkıyor karşımıza. Bireylerin medyaya kulluğu ne durumda?

Kölelik ve kulluğu birbirinden ayırmak lazım. Kölelikte bir dayatma vardır. Kulluk tam tersidir; ben gönüllü olarak esir oldum, bu köleliğe rıza gösteriyorum ve bu kölelikten çok mutluyum demektir. Medyatik araçlar olmadan sabah nefes alamıyorsak, bu kadar ciddi bir şekilde köleliğe rıza göstermişsek, bunu bir kulluk olarak telaffuz etmenin daha doğru olduğunu düşünmek lazım. Medyanın getirmiş olduğu kuralları bir uluhiyet içinde telakki ettiğini bile fark etmeden köleliğini sürdürmek demektir bu. Tabi bu sonuçta bir metafordur, bir fıkhi konu değildir. Medyatik kulluk bir durumu izhar eden bir metafordan başka bir şey değildir. Zannediyorum maksat hasıl olmuştur. Kimse dini ve rükünlerini değiştirme iktidarına ve gücüne sahip olmadığı için ve din, Allah’ın himayesinde ve korunma taahhüdünde olduğu için bunun imkânsızlığı aşikardır. Kulluğun kıblesi bellidir.

#​Prof. Dr. Mete Çamdereli
#Din Ekranda Nasıl Durur
6 yıl önce