
Fabrizio Casaretto, Osmanlıların ilk ve en meşhur fotoğrafçılarından biri olan Sébah ve Joaillier’nin hikâyesini Sarayın Gözleri kitabında anlatıyor. Joaillier’nin torunu olan Casaretto aynı zamanda ailesinin soyağacını çıkarıyor. Ancak kitabın kurgusunu ve üslubunu ayrıca konuşmak gerekiyor...
Osmanlı Devleti’nde açılan ilk fotoğraf stüdyolarından birini kaleme alan Fabrizio Casaretto, anne tarafından sekizinci kuşaktan Fransız, baba tarafından yedinci kuşaktan İtalyan olan bir aileye mensup. Sarayın Gözleri adını verdiği bu kitabı Sébah ve Joaillier ortaklığındaki fotoğraf stüdyosunun hikâyesini anlatırken aslında yazarın kendi soyağacının macerasını ortaya çıkarıyor. Casaretto’nun bu stüdyo etrafında bahsettiği herkes geçmiş kuşaklardan akrabaları. Kendisinden daha önce ailenin tarihini çalışan olmamış. Sarayın Gözleri, bir roman kurgusu içerisinde üçüncü bir gözün anlatımıyla Fransız İhtilali’inden sonra Fransa’dan kalkıp Ortadoğu’ya oradan İstanbul’a gelen ilk kuşakların hikâyesi ile başlıyor. Sonra Sultan Abdülaziz’in meşhur Avrupa seyahati sırasında İstanbul’a davet edilen bir İtalyan aşçının macerası buna ekleniyor. Kitabın son otuz sayfalık kısmında ben-anlatıcı olarak Fabrizio Casaretto’nun doğumu ve bugüne kadar gelen hayatını okuyoruz. Yani kitabın iç içe geçen iki kurgusu var. Birincisinde yazar zihnindeki bir yığın tarih, yer bilgisi ve isim ile arşivlerdeki araştırmalarını yazıyor. İkincisinde kendine dönüyor. Biz, orada Sébah ve Joaillier Fotoğrafhanesi’nin ortaklarından biri olan Polycarpe Joaillier’nin yazarın büyük büyük dedesi olduğunu öğreniyoruz.
Fabrizio Casaretto, İstanbul’da sayıları hayli azalmış Levanten bir aileye mensup. Fransız olan annesi Parma Manastırı romanındaki Fabrice’in tesirinde oğluna bu adı koyuyor. Casaretto’nun Pangaltı mezarlığındaki Casaretto, Vidal ve Joaillier aileleri kendi akrabaları. Beyoğlu’nda okumuş, Marsilya’da yüksek tahsilini tamamlamış, hammadde ticareti yapmış, üstelik bir restoran işletmiş. Bunların hepsi, söz konusu mezarlıkta yatan ve kitapta hikâyelerine yer verdiği atalarının meslekleri. Yazar, kendi hikâyesini de bu genlerin şekillendirdiğini ifade ediyor.
ABDULLAH BİRADERLERİN SONU
Sarayın Gözleri için Levanten ve azınlık ailelerine hitap eden bir kitap nitelemesi yapılabilir. Sanki onlara sunulmuş bir soyağacı araştırması gibi. Bu yönüyle aile içindeki bir deftere benziyor. Fabrizio Casaretto’nun daha önce aile arşivinden bir albüm yayımlandığını da hatırlatayım. 2023’te İş Bankası Yayınları’ndan çıkmıştı: Aile Arşivinden: Sébah ve Joaillier Fotoğrafhanesi. Sarayın Gözleri, ailenin hikâyesine dayansa da İstanbul’a fotoğrafın gelişini, meşhur stüdyoların çalışmalarını, stüdyolar arası rekabeti, Osmanlı sarayının başta Sébah ve Joaillier olmak üzere çeşitli fotoğrafçılarla ilişkisini ortaya çıkarıyor. Mesela belki de Sébah ve Joaillier’den daha meşhur olan Abdullah Frères’in (Abdullah Biraderler) saray fotoğrafçılığından Sébah ve Joaillier’in satın aldığı bir yok oluşa gidişini de burada görüyoruz. Ermeni üç kardeşin kurduğu Abdullah Biraderler, uzun süre sarayın fotoğrafçılığını yapmış bir stüdyo. Bir hata neticesinde sarayın gözünden düşmüş. Abdullah Biraderler, Rus-Osmanlı anlaşmazlığının olduğu bir zamanda San Stefano [Yeşilköy] yakınlarına kadar gelen Rus askerlerinin fotoğraflarını çekince bu stüdyonun saray fotoğrafçısı ünvanı iptal ediliyor. En nihayetinde Joaillier’nin bu üç kardeşin marka ve arşivini satın almasından sonra Abdullah Biraderler tarihe karışmış.
SARAYLA İLİŞKİLERİ
Bir dönem, fotoğrafa ulaşamayan kitlelerin kartpostal almasıyla stüdyo bu işe de giriyor. Hâlen yoğun bir takipçisi olan Max Fruchtermann kartpostallarının fotoğrafları da Sébah ve Joaillier’den çıkıyor. Fruchtermann, Pera’da çerçevecilik, baskı işleri yapan, Osmanlı topraklarına çok erken yaşlarda gelmiş, Avusturya doğumlu biri. Yüksekkaldırım’daki dükkanında dostu Joaillier’nin arzusuyla fotoğrafhanenin kartpostal editörü oluyor. Sébah ve Joaillier ailelerinin önce Prusya sonra Osmanlı sarayının resmî fotoğrafçısı olmasından da kitapta bahsediliyor. Alman kralı II. Wilhelm’in meşhur İstanbul ziyaretini fotoğraflaması için saraydan davet aldıklarını, ortaya koyduğu işlerin kral tarafından çok beğenildiğini, sonra da Prusyalıların Osmanlı topraklarındaki temsiliyetlerini sürdürmeleri için sarayın resmî fotoğrafçısı olmasının bizzat kral tarafından istendiğini görüyoruz. 1893’te II. Abdülhamid’in Osmanlı Devleti propagandası için ABD, İngiltere ve Fransa’ya gönderilmek üzere Osmanlı coğrafyasının fotoğraflarından oluşacak bir albüm hazırlığını da Sébah ve Joaillier Fotoğrafhanesi yapıyor. Yine kitapta karşımıza çıkan meşhurlardan birinin Osman Hamdi Bey olduğu ifade edilmelidir. Bu aileler ve stüdyo ile son derece samimi bir ilişki içerisinde olan Osman Hamdi Bey, resimlerinde kullandığı otoportrelerini bu stüdyoda çektiriyor. Aynı zamanda yetmiş dört Osmanlı vilayetinden halkın mahallî kıyafetleriyle çekimlerin yapıldığı bir kitap da hazırlıyorlar. Osman Hamdi ve ressam-tarihçi Marie De Launay’in yazılarıyla tamamlanan kitap 1873’te Viyana Sergisi’nde dağıtılan Elbise-i Osmaniye’dir.
1845’te İtalyan Naya Kardeşlerin başlattığı, sonra Caracache, El Chark, Abdullah Biraderler gibi pek çok meşhur stüdyo ile yaşatılan İstanbul fotoğrafçılığının hikâyesini gördüğümüz Sarayın Gözleri’nin aksayan tarafları da var. Bu kitap, yukarıda dediğim gibi aile içerisinde bir yerde saklı tutulacak soyağacı defterine benziyor. 1800’lerin İstanbul’unu, Pera’yı, semtleri, mahalleleri, sesleri, insanları, yemekleri, müziği, mekânları eski zaman yazarlarından okuyanlar bu kitapta en başta bir ruh ve atmosfer yokluğunu hemen fark edecekler. Keşke Fabrizio Casaretto, Ahmet Rasimlerden başlayarak sadece Pera ve çevresini anlatan yazarlardaki dil ve üsluba biraz yaklaşmaya çabalasaydı. “Bakın burada araya girip sizin fark etmeyeceğiniz bir şey söylüyorum” demeye getiren cümlelerine, anakronik hatalarına editör elinde müdahale edilseydi. Hızlıca, uzun bir ansiklopedi maddesi okumuş gibiyim. Bu kitabı okuyunca zihnimde kuru bilgiler kaldı, takip etmekte zorlandığım akrabalık ilişkileri kaldı ama İstanbul sokaklarından ne bir insan yüzü ne de ses hatırlıyorum.








