Twitter silah olarak kullanıldı

Büşra Sönmezışık
00:009/06/2013, Pazar
G: 8/06/2013, Cumartesi
Yeni Şafak
Twitter silah olarak kullanıldı
Twitter silah olarak kullanıldı

İletişim uzmanı Ali Saydam iletişimci gözüyle hem siyasetçileri, hem eylemcileri hem de sanatçıların tutumunu yorumladı. Gezi Parkı eylemleri ve sonrasında halkla doğru iletişim kurulmadığını söyleyen Saydam 'Milletçe iletişim kazası yaşadık' diyor.

Tiyatrocu Ahmet Yenilmez, sanatçı gözüyle Gezi Parkı ile başlayan sonrasında büyük bir kaosa dönüşen eylemleri değerlendirdi. Yenilmez, sanatçıların taleplerine karşılık Almancı benzetmesi yaparak şunları söylüyor: 'Refaha kavuştuktan sonra Almanların Türklere yaptığı gibi 'size ihtiyacımız kalmadı artık köylerinize geri dönün' diyorlar. Mesele bu.'

Ali Saydam röportajı;
MİLLETÇE İLETİŞİM KAZASI YAŞADIK
Gezi Parkı eylemleri büyüyerek farklı bir boyuta taşındı. Komplo olduğu söyleniyor siz ne düşünüyorsunuz?

Bu olaylar yaşanırken Sırrı Süreyya Önder, CHP'yi 'Trafikte hızla giden ambulansın peşine takılan uyanık taksi şoförleri'ne benzetti. Bu, dünyanın her yerinde böyledir. Toplumsal bir olay, spontane gelişmiş bir aksiyonsa, buna liderlik edilememişse derhal etrafından içeriye doğru müdahaleler başlar. Gazetede olaya dâhil olan ajanlardan bahsediliyordu. Doğrudur büyük olasılıkla. Osmanlı'dan bu yana ülkemiz üzerinde bir sürü oynanan oyun var. Ancak bunları sadece dışarıdan organize edilen komplo ile açıklayacak olursanız, o zaman pek çok değişimi, örneğin AK Parti'nin iktidara gelişini de aynı mantıkla değerlendirmeniz gerekir. Olup biteni sadece dış güçlerle açıklamaya çalışmak çok tehlikelidir ve ülke dinamiklerini toptan yok saymak anlamına gelir.

Sanatçıların tutumu?

Gezi Parkı'ndaki çok farklı kesimleri bir arada tutan toplumsal bir hareketlilik olduğunu hep birlikte gözlemledik. Popüler kültür ve sanat dünyasının içinde yer alan isimler de aynı Sırrı Süreyya Önder'in CHP için söylediği ambulansın arkasından gitme refleksiyle bu toplumsal hareketlilik döneminde mutlaka bir şekilde tavır almak mecburiyetinde hissettiler kendilerini ve buradan bir itibar faydası elde edeceklerini düşündüler. Bu da çok doğal. En büyük hata şöyle bir söyleme yüklenmek olur: 'Sanatçılar, yaptıkları destek açıklamalarıyla sadece kendi çıkarlarını düşünüyorlar. Zaten oraya katılanlar da provokatör ve ajanlar... Bütün bu hareketler de dış mihraklar tarafından üretiliyor'.

BÜTÜN SANATÇILARI AYNI KEFEYE KOYAMAYIZ
Provokasyon yapılmadı mı?

Elbette yapıldı. Ben 'Polis gözümün önünde bir çocuğun kolunu kopardı' diye yazan bir tweet gördüm. Buna benzer saçmalıkta ve gerçek dışı pek çok tweet basında da teşhir edildi zaten. Ancak bu kargaşa ortamı içinde çok farklı grupların aynı alanda kavgasız gürültüsüz var olabildikleri de görüldü. Nabi Avcı'nın tespitini hemen hatırlayalım. 'Muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi 5 günde başardık 'diyordu 'Normal şartlarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birbirinden çok farklı kesimleri, grupları, fraksiyonları toz duman içerisinde birbirleriyle buluşturduk…' Şimdi bu buluşma sırasında sanatçıların tutumu, tamamen kendilerini bağlar. Mesela Mehmet Ali Alabora diyelim ki yaptığı bir açıklamada eğer bir hata yaptıysa, kendini gizlemesi mümkün değil; sözleri kendisini bağlar. Her birini ayrı ayrı görmek ve 'sanatçıların, ünlülerin tutumu'nu aynı kefede değerlendirmemek lazım. Sezen Aksu ve Cem Yılmaz'ın açıklamaları daha farklı mesela. Ama diğer taraftan da Fazıl Say'ın kalkıp da konser öncesi tencere ve tava çalması, bana da tuhaf geliyor açıkçası. Yine de böyle bir tavır sergilemesi kendisini bağlayan bir durumdur.

Çapulcu ifadesi…

Yapılacak en büyük hata siyaseten de olsa mevcut durumu küçümsemektir. 'Bunların hepsi zaten provokatör' diyerek bir yere varılabilir mi? Eğer böyle derseniz zamanın ruhunu kaçırırsınız.

Siz bölgedeki eylemcileri nasıl gruplandırıyorsunuz. Homojen bir yapı var mı?

Homojen bir yapı olmaması zaten alandakilerin ortak özelliği. Bir grup var ki bu grubun siyasi angajmanı yok. İş dünyası içinden benim de yakından tanıdığım bir 'genç tipolojisi' var ki, son derece ilginçtir ve 'Y Kuşağı' adını verdiğimiz bu yeni gelenler hakkında, sözünü ettiğim 'zamanın ruhu'nu okuyabilmek adına herkes bir fikir sahibi olmak durumunda. Çünkü onlar istemedikleri, keyif almadıkları bir işi yapmak istemiyorlar. Kimseyi beğenmemelerini anlamak çok zor değil. Bunların içinde annesi ve babası AK Parti'ye oy vermiş gençler de var. Eylemciler arasında elbette sadece Y Kuşağı mensupları yok. Bunların arasında gazeteden okuduklarına inanarak sokağa dökülenler de var. Başbakanın tavrına sinirlenenler de var. Bunların herhangi bir lideri ve partileri yok. Kendilerine hakaret edildikçe daha çok tepki duyuyorlar. (Tabii polisle esas olarak çatışmayı seçen provokatör kesimi hariç tutuyorum)

Uçları oluşturan unsurlar neler?

2002 yılı öncesini hatırlamayan bir jenerasyon var bu ülkede. Türkiye'nin daha önceki perişan halinden habersizler. Hem demokratik hem de ekonomik açıdan ne kadar zor bir dönemden geçtiğimizi görmemişler. AK Parti iktidarında çocuklarını ve gençliklerini yaşamışlar. Topyekûn kabul ve ret, ikisi de yanlış olabilir ve bu iki uç arasında gidip gelen gençler de alanda.

Peki camiye ayakkabı ile girmesi ve içki içilmesi. Her şey bir tarafa insanların kutsi değerlerine de aynı zamanda tepki değil mi?

Kutsalı olmayanların neler yapabileceğini kestirmek kolay değil. Camiye ayakkabı ile giren, bira kutusunu yerlere atanları meselenin bütünü içinde görmek ama genele yaymamak gerekiyor. Manevi değerlere saygı duymayan insanlar hep oldu.

Ne yapmak gerekiyor ayırmak için?

Dikkatle ayıklamamız lazım. Hepsine topyekûn bakmak da, görmezden gelmek de çok tehlikeli. Diğer yandan iletişim olanaklarının bir silah gibi kullanılması da son derece tehlikeli. Twitter da silah olarak kullanıldı. Aslında barışçıl bir silah olarak da kullanılabilirdi. Bu açıdan baktığınızda Valiliğin ya da Belediye'nin sosyal medyayı sağlıklı iletişim boyutuyla yönetmesini beklemek de gerekmez mi?

BÜTÜN SORUNLAR ERDOĞAN'A GÖTÜRÜLMEMELİ
İletişim kazası…

Evet. Türkiye'de maalesef her problemi Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kucağına atıyorlar. Galatasaray kupasından tutun, ekmeklerin siyahlığına, tuzuna, oradan suların akmamasına kadar aklınıza gelebilecek her türlü meseleyle sanki tek başına Başbakan başa çıkacak algısı yaratılmış durumda. Sonra da Taksim'de bu olay meydana geldiğinde, bütün agresyon yine Başbakan'a döndü. Bütünüyle baktığınız zaman Taksim Gezi Parkı eylemleri ne AK Parti'ye ne de AK Partliler'e karşıdır; sadece başbakana odaklanmıştır. Bütün atılan sloganlar bunları gösteriyor. Bu nedenle 'Sorunu Başbakan'dan başka ya da o'nun yerine kimse çözemez; Başbakan'ın bizzat kendisi çözecektir' diyorum. O da geldiğinden beri tam bir 'Tatlı – Sert' tutum izliyor. Her zaman yaptığı gibi…

Neden?

10,5 yılın kanıtladığı üzere siyaseti şimdiye dek başarıyla yönetmiş olan bir lider, şimdi sinirlendi. Çok çalışıyor ve belki de takdiri geçtik, dozu kaçmış eleştirilerle karşılaştığında kızıyor. Kendisini anlıyoruz. Kızınca kontrolünü kaybediyor. En basit sorun elbette Başbakan'a gelmemeli. Başbakan bütün sorunları göğüslemek zorunda bırakılıyor. Asıl sorumlu olanlar, bir işi sonuçlandırabilecek radikal kararları Başbakan'ın onayı olmadan, kendi başlarına alamazmış algısı yarattıkları için, bu kez onların da çekindikleri, sessiz kaldıkları düşünülüyor. Alkol konusunda yetkili bakanlıklar bu meselenin iletişimini gereğince yapabilirdi. İletişim boşluğu sevmez. Derhal dedikodular doldurur bu boşluğu ve dozu kaçmış eleştiriler, hakaretler halinde Başbakan'ın kulağına geldiğinde o da 'seçilmiş davranış' biçimini bir kenara bırakıp kızıveriyor. Türkiye'de iyi yapılan şeyleri, iletişim hataları birden unutturuveriyor. İletişim kazası acımasızdır. Çok dikkat etmek gerekir.

ERDOĞAN AKIL, ARINÇ VİCDAN, GÜL DENGEYİ TEMSİL EDİYOR
Bülent Arınç'ın konuşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben böyle bir önemli konuda Bülent Arınç'ın Sayın Başbakanın onayını almadan açıklama yaptığını sanmıyorum. Son derece doğru bir konuşma yaptı. Bülent Arınç için AK Parti'nin vicdanı diyorlar. Çok yanlış değil. Bence böyle bir rol dağılımı hiç fena değil. Zekâ, akıl, ileri görüş, risk almak, aksiyon Başbakan'da; vicdan, duyarlılık, ikna eden bir üslup ise Arınç'ta. Cumhurbaşkanı da denge oluşturuyor. Diğer yandan her çevreyi de memnun edemezsiniz.

Peki bu olayda Gül, Arınç ve Erdoğan halk nezdinde farklı değerlendirmeye itti mi?

Bunları takındıkları tavır nedeniyle birbirlerinden ayırmak istiyorlar. Aralarına nifak sokmaya çalışıyorlar. Bunu başaramıyorlar. Ne Gül ne de Erdoğan bu oyuna gelirler. Tersini düşünelim ikisi de sert, uzlaşmasız gibi bir hava oluştursalardı daha kötü olurdu. Bence bir tarafın esnek olması iletişimde rahatlatıyor. O yüzden Cumhurbaşkanı'nın bu tavrı takınması son derece olumluydu. Fakat tansiyon bu kadar yüksekken, ne kadar ılımlı bir hava esse bile kesmez bu halkı.

Başbakan özür dileseydi ve geri adım atsaydı ne olurdu?

'Özür dileme tarzı' çok önemli. Herhangi bir şekilde özür dileyemez. Başbakan Dersim konusunda olduğu gibi çok ağır başlı ve sağduyulu bir biçimde durumu ve dengeyi gözeterek durumu değerlendirmelidir. Eğer bunu yaparsa işler farklı olur. Başbakan, Arınç'ın tavrıyla özür dilemez. Zaten öyle olmaması da lazım. Ben Başbakanın tansiyonun daha da yükselmesine müsaade etmeyeceğini düşünüyorum. Seyahatin, olaylara biraz da coğrafi mesafeden bakmanın kendisine iyi geldiğini düşünüyorum.

Yüzde elliyi evde zor tutuyorum diyor başbakan. Bu oran gerçekten böyle midir sizce?

Mutlak olarak AK Parti'ye oy verecek olanların, 'kemiksiz' olarak oy verecek oranın yüzde yirmi olduğunu düşünüyorum. Diğer yüzde otuzu, sempatiyle yaklaşanlardan, demokrasi, Türkiye'nin ekonomik refahını ve istikrarı isteyen kimselerden oluşuyor. Çünkü AK Partiyi iktidara getiren demokratik taleplerdir. Bireysel özgürlüktür. Yüzde ellinin belki yirmisi sokaklarda yürüyecek olan kesimdir. Başbakan bu durumu tetiklemeyecektir. Çözüm Başbakan'dadır. Büyük liderlik ancak böyle olur. Yoksa bu kadar emek boşa gider.

MUHALEFET HALKIN TALEPLERİNDEN KOPTU
CHP'nin bu olayda iletişimini nasıl buluyorsunuz?

Çok kötü. Muhalefet halkın taleplerinden kopmuş vaziyette. Son durumu kendi çıkarına çevirmeye çalıştı. Olmadı. Olayların öncesine gittiğinizde CHP hangi gelecek tasarımına önderlikte bulundu ki şimdi bulunsun. Diğer yandan İktidar partisi de dâhil olmak üzere çevre ve doğa konusunda hangisinin bize iyi anlatılmış, kabul ettirilmiş bir stratejisi var. Nükleer santraller konusunda CHP'nin fikri nedir biliyor musunuz? Hayır. Öncesinde böyle bir irade koymadığından ve iletişimi doğru yönetmediği için hazırlıksız yakalandı. Bütün siyasi partiler gençlik konusunda ciddi bir çalışma yapmalılar. Gençlerin enerjilerini toplayıp onları olumlu değerlendiremezse problem yaşamaya devam edilir. MHP de antikomünizm çevresinde kurduğu ülkücü anlayışın yerine çağdaş ve modern bugünün şartlarına uygun bir gençlik için bir görüş ortaya koymuş değil.

Nasıl çözülür?

Olay samimiyetle fikrini söyleyenlere sahip çıkıp olayı suiistimal etmek isteyenleri durdurmayı başararak çözülür. Sükûnetle… Nerede durulması gerektiğini bilerek…

SEYAHAT ERDOĞAN'A İYİ GELDİ
Başbakan döndü ve karşısında binlerce insan seliyle karşılaştı. Siz bunu bekliyor muydunuz?

Bekliyordum elbette. Türkiye'de alanlarda, sokaklarda 'insan seli'nin ortaya çıkması bugünler için şaşılacak bir durum değil.

Başbakanın açıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Başbakan'a seyahatin iyi geldiğini düşünüyorum. Döner dönmez, mesajlarında büyük bir viraj beklemediğim için hayal kırıklığına uğramış değilim. Zamana ihtiyacımız var. İletişim, zamana yayılan süreçlerin doğru yönetilmesi meselesidir. Ancak, 'hız', zamanın ruhuyla birebir alâkalı bir konudur ve tansiyonun aşağıya çekilmesi için yapılması gerekenlerin başında 'zamanı da iyi yönetmek' vardır. Geç kalındığında neler yaşandığını biliyoruz.

TAKSİM PROJESİNİ ANLATMAKTA GEÇ KALDILAR
Karşılıklı nasıl bir iletişim var. Yönetimle halk arasında?

Yönetilen ile yöneten ilişkisini aile gibi değerlendiriyorum. Yöneticileri baba, halkı da onun çocukları gibi görüyorum. Arada problem varsa ben sorumlu olarak halkı görmem. Buradaki sorumlu Belediye Başkanı'dır, İstanbul Belediyesi'ni yönetenlerdir. Dünyanın en büyük şehirlerinden birini yönetirken verilen her hizmetin iletişimini yapmak durumundasınız. Web sitenizde bu konuda başarılı bir animasyonun bulunması yetmez. İletişimi iyi yönetemediler, geç kaldılar. Taksim'de ilk eylemler düzenlendiğinde de, kalkıp projeyi anlatmakta geç kaldılar. İletişimde üç unsur vardır: Öncesi, sırası ve sonrası. Eğer öncesinde ev ödevinizi doğru yapmazsanız, sırasında yapacağınız iletişimin hiçbir anlamı olmayabilir. Ben bile Taksim'deki düzenlemeyi doğru dürüst anlamış değilim. Bitince nasıl olacak? Makete bakıp da mı anlamalıyım? Öncesinde anlatılmalıydı. Gazı alınmalıydı bu milletin.

Başbakanın Reuters muhabiri ile arasında geçen diyalog neyi gösteriyor bize?

Ben Türkiye'ye gelmiş siyasi liderlerin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Her zaman çıkmıyor böyle büyük siyasi liderler (yöneticileri tartışma dışı tutuyorum). Atatürk, Menderes, Özal, Erdoğan önemli siyasi liderlerdir. Her şeyden önce devlet adamıdırlar. Bu kadar kolay harcama çabalarına iletişim boyutuyla üzüyorum. Bir şekilde herkes Erdoğan'ın gölgesinin arkasına saklanıyor; onu hedef haline getiriyorlar. Kalkan olmak zorunda kalıyor. Böyle bir insanın sinirlenmesi çok normal. Sinirlendiği zaman da profesyonel kontrolünü kaybetmesi kaçınılmaz hale gelebiliyor.

Yalçın Akdoğan 'başbakanı yedirtmeyiz' dedi…

Başbakanı 'yedirtmemenin' yolu problemleri Başbakana getirmeden halletmektir. Kaldı ki, 'yedirtme' ifadesi gerçekten de kulağa iyi gelmiyor. Problem patlama noktasına gelinceye kadar kenara çekileceksiniz ve topu göğüslemek Başbakan'a düşecek... Bunu halletmezseniz olmaz. Üçüncü Köprü isminin verilmesi süreci bile iyi yönetilmemiş bir iştir. Keşke 'öncesi – sırası – sonrası iletişim' ilkesini uygulasalardı…

Tepkilere bakınca projeler yapılırken halkın nabzı doğru okunabiliyor mu peki?

Kesinlikle. Başbakan nabzı iyi tutmasını bilen bir lider. Ben her ne kadar Başbakanı kızdığı zamanlarda sarf ettiği sözler nedeniyle eleştirsem de, iletişim konusundaki başarısının hakkını teslim ettiğim için bana 'yalaka' diyenler, tepki gösterenler oluyor. Mutlaka sizi, tasallut altındaki taraftar pozisyonuna itmek istiyorlar.

Başbakanın Teke Tek programında yaptığı açıklama yetersiz bulundu. Özellikte twitter hakkında söyledikleri çok tepki çekti…

Twitter ortamında elbette abuk subuk şeyler var. 26 bine yakın takipçim var, oradan ben de görüyorum. Fikriniz, teziniz varsa anti tezini oluşturmanız agresyon almanız kaçınılmazdır. Türkiye'de hiç kimsenin eleştirisini almak istemiyorsanız fikriniz olmayacak. Hiç fikriniz yoksa kimse size karışmaz. Ben sosyal medyanın önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum ve burada bütüncül bir yaklaşımın yanlış olduğunu düşünüyorum.

Bazı twitter kullanıcıların gözaltına alınmalarını nasıl yorumluyorsunuz?

Yasalar açıktır. İsmini gizleyerek sağa sola hakaret edenlerle, ağıza alınmayacak küfürleri utanmadan yazanlarla, ya da tamamen terör veya ajan faaliyetleriyle ilgili tespitler yapılmışsa bu konuda gerekli hukuki uygulamaların yapılması kaçınılmazdır.

Ahmet Yenilmez röportajı;
BİZİ ALMANCILARA BENZETTİLER
Gezi Parkı eylemleri siyasi olmaktan daha çok sanatçıları öne çıkardı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Olayları toplumda yaşayan, siyasi görüşü olan ve sanatçı kimliği olan birey olarak üç başlık altında incelememiz gerekiyor. Bu olayda iki sanatçı başı çekiyor: Mehmet Ali Alabora ve Levent Üzümcü. Levent Üzümcü'nün AKM'yi yıktırmama nedeni bugünkü halini görmek için miydi? (asılan bayrakları gösteriyor) Batı'yı biliyoruz diye geçiniyorlar. Batı'da nerede kullanılamaz içinde faaliyet yapılamaz bir kültür merkezi var. Nerede otuz yılı aşkın tarihi özellikleri olmayan sanat kurumları yıkılıp yenisi yapılmıyor.

'Bir bit yeniği var' mı diyorsunuz?

(Mehmet Ali Alabora'nın attığı tweet'i gösteriyor). 'Mesele gezi parkı değil arkadaş sen hala anlamadın mı? Haydi, gel' diyor. Helikopter pervanesinde yaralanmış bir işçinin eylemlerde yaralandığını söyleyerek ne yapmaya çalışıyor? Bir tiyatro oyuncusu 'gün ölme günüdür' diyor. Bugün ellerinde Suriye sermayesiyle çıktılar, aynı denemeyi yapıyorlar. Hiç heveslenmesinler. Bu ülke ne İran ne de Suriye olabilir.

SANATTA ERGENEKON BENZERİ YAPILAR VAR
Sanatçıların genel tutumları sizi şaşırttı mı?

Hayır. Çünkü daha önce de sanatçılar bu tür konularda bir araya geliyorlardı. Cumhuriyet mitinglerinin sunucusu kimdi? Halit Ergenç'ti. Bugün de öyle.

Kurumlardaki durum nasıl?

Belirli kurumlarda çöreklenme var. Ben yıllardır söylüyorum fakat beni kimse duymuyor. Sanatta Ergenekon benzeri yapılar var…

Bu iddianızın bir dayanağı var mı?

Evet. Şehir tiyatrolarında son yirmi yıldır kadroya geçirilen insanlara bakın. Ya birinin oğlu ya birinin yeğeni ya da birinin torunu. Genco Erkal Marks'ın dönüşünü sahneye koyuyor 63 bin lira alıyor. Kimse kusura bakmasın ortadaki terbiyesizliğin görünmesi gerekiyor.

Eylem yapanların taleplerine nasıl bakıyorsunuz?

Tıpkı Almancılara benziyoruz. Nasıl İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya yerle bir olduktan sonra Anadolu'dan Almanya'ya giden işçiler oldu. 'Şimdi bize ülkenize dönün' diyorlar. Türkiye'de suları akmayan, çöp dağları oluşmuş, sokakları çamurdan geçilmeyen, meteliğe kurşun atan, yağ ve benzin kuyruğu olan, kabuğuna sıkışmış şehirler var. Köyümüzden geldik güzel temiz şehirler, büyük AVM'ler yapıldı, cepleri para ile dolduruldu şimdi bize diyorlar ki 'köylerinize geri dönün'. Mesele bu. 20 yıldır bu ülkede devlet tiyatrosunda tek bir isim görev yaptı. Sen hiç 20 yıl genel müdürlük yapan bürokrat tanıdın mı? Bu süre içinde adamın yaptığı 76 milyonluk nüfusta toplam tiyatro seyircisini 1 milyona çıkarmak.

Peki ya Gezi Parkı?

Topçu kışlasının yapılması çok mu önemli? Bana göre bir semboldür. 31 Mart vakası Osmanlı'yı bitiren bir vakadır. O zaman altında yatan sebepler ile bugünkü nedenler maalesef birileri tarafından örtüştürülmüştür. Gezi Parkı gibi İstanbul'un sülietini bozan Zeytinburnu'na yapılan iki binanın yıkılmasını bekliyorum. İkincisi Mehmet Akif Ersoy'un son nefesini verdiği Mısır Apartmanı'nın tepesinde 360 diye bir bar illegal olarak yapılmıştır. Ayrıca sekiz ve dokuzuncu dairenin Mehmet Akif Ersoy müzesi olarak açılmasını bekliyorum.

AKM ve Emek sineması yıkılmalı mı?

AKM yıkılıp yenisi yapılmalı. Emek sineması ve Muammer Karaca Tiyatrosu onlarca cadde üzerinde bulunan sanat ve kültür merkezlerinin bu kadar kısırlaştırılmasına ben de karşıyım. Bugünkü teknoloji Muammer Karaca'nın yıkılmasını gerektirmiyor. Altında türibinal bar olarak kullanılan bir yeri vardır. Kapitülasyonlar döneminin ilk ticari mahkemesidir orası. Bugünkü teknoloji bizim geleneksel Türk temaşa sanatımızın yaşatılması sağlanmasıdır. Ancak AKM için aynı şeyleri söyleyemem. AKM mevcut planına göre yapılmamış bir yerdir. Otoparkın olduğu bölüme kadar ek binalarının olduğu bir yerdir.

İdeolojik bir anlam mı yükleniyor peki?

Bilemiyorum. İşin garip yanı yerine yapılacak olan binanın adı da AKM olacak. Bunu görmüyorlar. Alkol meselesi de öyle. 1996 yılında İngiltere'ye gittim. Bir bar ortamında oturuyordum. Sigaram bitti, arabamdan sigara almak için dışarı çıktım. Arabaya bindim sigaramı yaktım. Polisler bana kelepçe vurdular. Mesele şu; bardan çıktığım direksiyona oturduğum için, gitme ihtimalim varmış. Alkol kullanmamıştım. Buna rağmen ceza ödedim. New York'ta bagajda 24 saat alkol taşınması yasak. Yurt dışı turnelerine gittiğimde görüyorum. Belli bir saatten sonra ve Pazar günleri Avrupa'nın pek çok ülkesinde marketten alkol alamazsınız. Bütün verilerde görünüyor ki trafik kazalarında alkol kullanma oranı had safhada. Batı'yı örnek alanlar bunu neden örnek almıyorlar? Kadıköy Belediyesi daha ağır bir uygulama başlattı. Hatta suç oranın düştüğüne dair beyanat bile verdiler. CHP tutuyor alkol uygulamasına karşı çıkıyor. Tezgâh bunların hepsi…

31 MART OLAYLARI GİBİ
31 Mart olayları ile örtüştüğünü iddiasına ne diyorsunuz?

Evet. 31 Mart vakası Gezi Parkı'ndaki Topçu Kışlası'ndan başlıyor. Başlangıç noktaları aynı, ikisi de 10 gün sürüyor. Beşinci gün ölümler, sonrasında ise suikastlar başlıyor. 31 Mart olayının başlama sebebi Sultan Abdülhamit Han'ın Avrupa'ya olan borç taksitlerinin ödeyeceğini ilan ettiği tarihten hemen sonra. T.C devleti IMF'ye son taksitini ödüyor, beş milyar lira borç verilip verilmeyeceğine dair görüşmeler yapılıyor. Bu bir tesadüf değil enteresan bir tevafuktur. O dönemde göstericilere İngiliz konsolosluğu kapılarını açmıştı, bu gün ise Fransız ve İtalyan liseleri kapılarını açtı. Dikkat edin gerek başbakanın gerekse Bülent Arınç'ın basın açıklamasında ilginç soru soranlar da Reuters Haber Ajansı.

Neyi ıskalıyoruz peki?

İnsan haklarının tarifi vardır. Bunların başında doğuştan elde edilen haklar vardır. Vatandaşlık bağı ile bağlı olan vatandaşın, dili dini, ırkı ne olursa olsun doğuştan elde etmiş olduğu haklar tartışma konusu yapılamaz, bu bir insanlık suçudur. Bu hakları hür ve müreffeh bir biçimde yaşayabilmesi için hizmetçilik görevini yerine getirmektir. Doğuştan elde edilen haklar insanlar hakları evrensel beyannamesinde tarifi yapılan haklardır. Çünkü doğuştan elde edilen haklar Allah'ın kula verdiği haklardır. Kimsenin görmediği bu.