Genç ve yetenekli bir yönetmenin 'uzun yürüyüş'üne
2007 yılında 'sinemasındaki ayrıcalıklı çizgileri' fark edip çektiği bir kısa filmle mansiyon kazanmasına vesile olduğunuz; 2008 yılı başlarında da hazırladığınız sinema programına 'umut vaad eden genç yetenek' olarak konuk ettiğiniz pırıltılar saçan bir sinema okulu öğrencisini, aradan yalnızca 4 yıl geçtikten sonra 48'inci Antalya Altın Portakal Festivali'nde ilk uzun metrajıyla 'en iyi film' de dahil 4 önemli ödül kazanmış biri olarak karşınızda görmek sizce nasıl bir duygudur? Ben size hemen söyleyeyim: İnsana 'İyi ki de sinema yazarlığı mesleğini seçmişim ve böylesine güzel kalpli, yetenekli, kararlı genç sanatçıların meslekteki ilk adımlarında benim de bir fiske tuzum olmuş' dedirten benzersiz bir keyiftir bu... İşte, Hasan Tolga Pulat kardeşimin dizginlenemez yükselişi de bana şu sıralarda aynen böyle bir keyfi yaşatıyor.
alimuratg@yahoo.com
GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ
Yapım Yılı ve Ülkesi:
2011, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi:
Duygusal drama, 112 dakika
Gösterim Formatı:
35 mm standart sinema filmi
Perdedeki Resim Oranı:
1.85:1
Ülkemizde Gösterime Sunulan Kopya Sayısı:
42
Yönetmen:
Hasan Tolga Pulat
Yapımcılar:
Hasan Tolga Pulat, Emre Kavuk
(T.C. Kültür Bakanlığı'nın 'ilk filmler' için verdiği maddî destekle çekildi)
Uygulayıcı Yapımcı:
Uğur Şahin
Senarist:
Emre Kavuk
Görüntü Yönetmeni:
Önder Şengül
Özgün Müzik Bestecisi:
Toygar Işıklı
Kurgucu:
KALANDERhasan
Sanat Yönetmeni:
İsmet Bosna
Oyuncuları:
Uğur Polat
(Komiser İzzet)
, Nesrin Cavadzade
(Hayat kadını Anna)
, Buğra Gülsoy
(Şartlı tahliye olmuş eski mahkûm Cumali)
, Feride Çetin
(Tecavüz kurbanı köy kızı Mediha/Figen)
, Barış Atay
(Eski boksör-yeni otomobil tamircisi Ali)
, Vahdet Çakar
(Ali'nin boks antrenörü babası)
, Uğurtan Denizaltı
(Kimliği belirsiz sokak çocuğu)
, Zeynep Kaçar
(Komiser İzzet'in eşi)
, Emre Melemez
(İnsan kaçakçısı)
, Luran Ahmeti
(Pezevenk Zoran)
, Cengiz Sezici
(Cumali'nin köylüsü kahveci)
, Bedia Ener
(Mediha/Figen'in annesi)
Yapımcı Şirket:
Onaltı Dokuz Film Yapım
Dağıtıcı Şirket:
Medyavizyon Film
İçerik Uyarıları:
(Bir sahnesinde)
içerdiği yüzeysel çıplaklığın yanı sıra, hikâyenin bazı karakterleri de konuşmaları ve giriştikleri eylemlerle olumsuz davranış örnekleri sergilediklerinden dolayı, 13 yaşından daha küçük bir izleyici kitlesi için uygun bir yapım değildir.
Ailece izlenebilir mi?
/ ŞARTLI EVET /
13+
(Ailenin küçük üyelerinin en az 13 yaşında ve daha büyük olması şartıyla)
Filmin Yeni Şafak-Sinema Puanı:
(4 yıldız üzerinden)
* * *
Kazandığı Ödüller:
48. Antalya Altın Portakal Film Festivali (2011) /
“En İyi Film”
,
“En İyi Senaryo”
(Emre Kavuk),
“En İyi Kurgu”
(KALANDERhasan),
“En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu”
(Nesrin Cavadzade)
:::::::::::::::::::::::::::::
FİLMİN KONUSU:
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi
'nde komiser olarak görev yapan yozlaşmış polis
İzzet
, namus dâvâsına köyünden kaçmış ve takma bir adla
(
“Figen”
)
kentin varoşlarındaki bir tekstil atelyesinde çalışan
Mediha
, şikeci eski boksör-yeni otomobil tamircisi
Ali
, ekmek parası nedeniyle Türkiye'de fuhuş batağına sürüklenmiş binlerce yabancı kadından biri olan
Anna
ile töre cinayetinden
12
yıl hapis yatıp şartlı tahliye olmuş, şimdilerde ise vicdanı öldürdüğü kız kardeşinin hayâliyle boğuşup duran eski mahkûm
Cumali
'ye odaklanan
“Güzel Günler Göreceğiz”
in bir tek gün içerisinde geçen hikâyesi, beş farklı karakterin
İstanbul
metropolünün günlük koşuşturmacası içinde tesadüfen kesişen yollarını, farkında bile olmadan birbirlerinin hayatlarına yaptıkları müdahaleleri anlatıyor. Doğrusal olmayan kurgusu ile bütün hikâyeleri iç içe geçirerek anlatan filmde bu bir günlük zaman dilimi de geriye, şimdiye ve ileriye atlanarak ilerlemekte…
:::::::::::::::::::::::::::::
Bazen meslek hayatınızda adım adım tekdüze bir ritme doğru sürüklendiğinizi hissedersiniz de ansızın hoş bir gelişme olur ve sizi yeniden silkeleyip motive eder ya; geçtiğimiz haftanın başlarında son
Antalya Altın Portakal Film Festivali
'nin fâtihi, genç yönetmen
Hasan Tolga Pulat
'tan aldığım telefon da bende aynen öyle bir ruhsal etkiye yol açtı.
Ekrandaki tanımadığım numaraya cevap vermek için tuşa bastığımda
“Ali Murat bey, hatırladınız mı, ben kısa film yönetmeni Hasan Tolga Pulat”
dedi karşımdaki ses,
“2007'de sizin organize ettiğiniz 'Yalnızca Yüreğim, Kameram ve Ben' adlı yarışmada bir mansiyon kazanmıştım. Ayrıca, beni TV Net'teki kısa film programınızda da ağırlamıştınız.”
Sözünü ettiği,
2008
yılı
Ocak
ayındaki o
sonra bir daha hiç görüşememiştim
Hasan Tolga
ile… Buna karşılık, ben de
“Hiç hatırlamaz olur muyum güzel kardeşim”
cümlesiyle mukabele ettim genç dostumun samimi sözlerine,
“Geçtiğimiz aylarda ilk uzun metrajlı filminle Antalya'da bütün önemli ödülleri silip süpürmeni uzaktan uzağa gururla takip ettim; gönülden kutluyorum seni ve ekibini…”
“İlk sinema filmimiz 'Güzel Günler Göreceğiz' bu hafta sonu ticarî gösterime giriyor. 1 Şubat Çarşamba akşamı da İstanbul'da galası yapılacak. Yönetmenlik yolundaki zorlu mücadelemde ilk aşamadan itibaren bana destek vermiş değerli dostlarımdan biri olarak, sizi de bu galada aramızda görmek istiyorum”
diyerek devam etti konuşmasına sevgili
Hasan Tolga
…
Bu, benim son yıllarda aldığım en güzel telefon mesajlarından biriydi. Hele de
“adam olmaları”
için yıllar boyunca elimden gelen her türlü fırsatı önlerine cömertçe sermeye çalıştığım, gerek
Hasan
'ın
“konuk edilişini hiç unutmadığı”
o programa, gerekse bu sütunlara son
7-8
yıl içinde en az ikişer-üçer kez bol keseden konu/konuk ettiğim, çoğuna hayatlarındaki
ilk sinemasal ödüllerin verilmesine
vesile olduğum,
TV Net
'teki (inanılmaz kıt imkânlarla yürüttüğüm) programımda filmlerinin ilk ticarî gösterimleri şerefine -simgesel bir miktarda da olsa-
meslek hayatlarının ilk teliflerini
ödeyerek kendilerini onurlandırmaya çabaladığım, fakat ayaklarının biraz daha sağlam bir iş zeminine basmasıyla birlikte çoğu selamı sabahı kesip ortalıktan toz olan yığınla
“hızlı İslâmcı”
kardeşimizden sonra,
9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü
mezunu, dahası kendisine ideolojik açıdan hemen hiç yakın olmadığım gencecik bir sinemacının bu sürpriz
vefâ gösterisi
hiç kuşkusuz ki çok daha anlamlı duruyordu benim bolca yenilgi ve hayâl kırıklıklarıyla bezenmiş küçük hayatımda…
İki haftadır bir türlü yakamı bırakmayan solunum yolları rahatsızlığımdan dolayı, gereken enerjiyi bulup da
“Güzel Günler”
in galasına gidemedim gerçi; fakat geçen cuma günü evime hayli yakın olan
Kavacık-Boğaziçi Sineması
'nda, henüz ilk seansında izledim bu filmi…
Gerek yönetmen
Pulat
'ın, gerek projede en az onun kadar emeği geçen yapımcı ve senarist kankası
Emre Kavuk
'un, gerekse bu projeye inandıkları her hâllerinden belli olan oyuncu kadrosunun
“ansamble performansları”
karşısında, o ilk seansta salonda bulunan
5-6
kişi gibi benim de ağzım resmen bir karış açık kaldı. Evet;
2007
'de ardı ardına iki kısa filmini,
“Emek Düşmanı”
ve
yi izledikten sonra, kendi kendime
“Bu adamın hamurunda yeterince sinema var, mutlaka desteklenmesi gerek”
demişliğim söz konusuydu; fakat bir kısa filmcinin son derece dar koşullarda,
Kültür Bakanlığı
'ndan gelen mütevazı bir destek bütçesiyle çektiği ilk uzun metrajında böylesine yetkin bir sinema dili yakalamış olması da sektörde öyle her gün karşılaşılabilecek türden bir sonuç değildi doğrusu…
Senarist
Emre Kavuk
, başarılı bir paralel akış için her birine farklı ihtimam gösterilmesi ve ayrı ayrı derinleşilmesi gereken en az
5
ana kahramanı, yanı sıra bir o kadar da destekleyici/yan karakteri yazdığı metinde öylesine doyurucu bir yaklaşımla tanımlamış ki uzun uzadıya sözünü etmeye değmeyecek birkaç açık verme dışında film boyunca gözlerimizin önünden gelip geçen hemen her figürün arka planı üzerine yeterince aydınlanıyor, evveliyatları hakkında ayrıntılı şekilde fikir sahibi oluyoruz. Ki bu da ülkemizde yazılan çok karakterli senaryolarda
“Ben en karmaşık hikâyelerin pîriyim, en zor senaryoların ustasıyım”
diye gerinenlerin bile çoğu kez altından lâyıkıyla kalkamadıkları ciddi bir mesele… İşte, en son kalabalık kadrolu
“Av Mevsimi”
nde yılların
Yavuz Turgul
'unun, yanı sıra
“Anadolu Kartalları”
nda
Hakan Evrensel
'in ve
“Berlin Kaplanı”
nda da
Ata Demirer
'in bazı önemli karakterlere oynamaktan diğerlerini nasıl boşladığını, çok başlı senaryolarla başa çıkamayıp onları nasıl da ezdiklerini hep birlikte gördük. Genel manzara en usta kalemler açısından bile böyleyken,
Kavuk
'un bir
“ilk film”
için oldukça zor görünümlü senaryosunda yakaladığı başarı düzeyi ise tek kelimeyle takdire şâyan…
Ha, gönül isterdi ki hayat kadını
Anna
'nın geldiği ülke ve önceki hayatı üzerine bir parçacık daha bilgi kırıntısıyla donanalım,
Komiser İzzet
'in
Mediha
'yı tanıma ve ona delicesine vurulma serüvenine biraz daha yakından vâkıf olalım; aynı şekilde
İzzet
'in kronik mutsuz görünümdeki eşinin aileyi -istemeden de olsa- adım adım darmadağın eden bu huysuzluğunun biraz daha somut gerekçelerle temellendirildiğini görelim. Bir polis karısı, en az
15
yıllık bir evlilikten ve iki tane çocuk yaptıktan sonra kocasının zaman-zemin mevhumu tanımayan yıpratıcı mesleğiyle bu denli bozuşuk olabilir mi?
Ancak, dediğim gibi, senaryo son kertede o kadar çetin ceviz zorlukların üstesinden geliyor ve öylesine rahat bir tavırla düzlüğe çıkıyor ki, sözünü etiğim ufak tefek çapaklar anlatılan meselenin özünü zedeleyecek çok da vahim aksamalara yol açmıyor. Benimkisi yalnızca izlerken tadımın damağında kaldığı bir hikâyeye karşı duyulan birkaç fazladan beklenti, hepsi o kadar…
Senaristin ardından, sözü
Hasan Tolga Pulat
'ın bu çok karakterli ve katmanlı hikâyeyi yönetme kalitesine getirirsek… Bir sinemacı, kariyerindeki en iyi işlerini kafasına uyan kişilerle işbirliği yaparak ortaya koyar. Bu,
Çağan Irmak
için de geçerli bir sinema yasası,
Steven Spielberg
için de… Görünen o ki
Pulat
ve aynı fakültenin aynı bölümünden
(ve sanırım aynı dönemden)
mezun senaristi de bu anlamda birbirlerinin insanî duyarlılıklarını dört dörtlük bir uyum içinde yakalamışlar. Yönetmen için âdetâ
“terzi dikimi”
yazılmış gibi duran senaryo, onun her aşamasına hâkim olduğu son derece güvenli bir yol üzerinde ilerliyor ve özellikle de
“oyuncu yönetimi”
noktasında bu câmiânın en kıdemli sanatçılarında bile görmediğimiz düzeyde bir yönetmenlik başarısına imza atmasına vesile oluyor. Futboldaki karşılığıyla, senarist topu almış, göğsünde bir güzel yumuşatmış, sonrasında ise
“Al da golü at”
dercesine yönetmene göndermiş.
Pulat
'a ise bu yürek burucu hikâyeyi hakkını teslim ederek yorumlamak kalmış.
Hayatın çilelerine karşı nihai bakışının dolaysız bir yansıması konumundaki o güzelim adını Nazım Hikmet'in ünlü şiirinden alan “Güzel Günler Göreceğiz”, çıkış noktası itibarıyla karamsar bir hikâyeler demetinin izini sürüyor. Fakat, filmimiz son sözünü ise bu çıkış noktasının tam aksine kronik depresif bir yaklaşımdan, devâsız bir nihilizmden tamamen uzaklaşarak, alabildiğine kararlı bir iyimserlik içinde söylemekte... Ki benim de 2000'lerdeki boğucu örneklerini birbiri peşisıra izlerken sıkıntıdan isilik döktüğüm
“Dünyada her şey bombok, hiçbir konuda zerre kadar umut yok”
diye kendince kıvranıp duran onca
“depresif genç yönetmen filmi"
nden sonra perdede görmeye tek kelimeyle susamış olduğum bir bakış açısı bu…
Evet doğru, insanları kronik bir tatminsizliğe, oradan da kasvetli bir mutsuzluğa sürükleyen
“İstanbul cangılı”
nda başlangıçta hiçbir kahramanımızın durumu pek parlak değil; fakat gerek senarist gerekse yönetmen bu manzara karşısında kesinlikle pes etmiyor ve filmin son çeyreğinde
“Koşullar her ne kadar kötü görünürse görünsün, iyilik için her zaman bir çıkış yolu bulunur”
önermesini getiriyorlar. Türk sinemasını yeni milenyumla birlikte çepeçevre kuşatan berbat bir depresif/nihilist dalgadan sonra, iki genç adamın muhalliyesinden doğan böylesine ümitvâr bir final için bile heyecanla destekleyebileceğim bir hikâye sunmakta
“Güzel Günler Göreceğiz”
…
UĞUR POLAT'IN BAŞINI ÇEKTİĞİ MUHTEŞEM OYUNCULUKLAR
Sözün burasında, filmin oyuncu kadrosu hakkında bir çift söz söylemek de farz oldu. Öncelikle, öteden beri çok sevdiğim bir aktör olarak
Uğur Polat
'ın bu son çalışmasıyla beni can evimden vurduğunu belirtmem gerekiyor. Bir adama
“sorunlu polis”
rolleri bu kadar mı yakışır be kardeşim? Onu, genel çerçevesiyle
“görkemli bir başarısızlık”
(Frenkler'in deyişiyle
“epic fail”
)
olarak addettiğim
2007
tarihli
“Pars: Kiraz Operasyonu”
ndaki sınırlı rolü içinde ışıldamayı başaran az sayıdaki güzellikten biri olarak hatırlıyorum ki andığım hikâyede yine bir polisti. Fakat, mesleğine dört elle sarılan idealist bir polis… Bu kez ise Amerikan sinemasının öteden beri çok iyi kotardığı
“police corrruption”
alt-türündeki filmlerden fırlamışa benzeyen yozlaşmış bir komiser karakteriyle karşımızda çıkıyor sevgili
Polat
… Hızlı adımlarla çürümekte olan bir memur bu; öyle ki çürüyen ruhunun genel gidişâtı bakımsız dış görünümüne de aynen yansımış durumda... İnsan kaçakçılarıyla işbirliği yapıyor kahramanımız, onlardan düzenli rüşvet alıyor. Dahası, evliliğini tükenme noktasına doğru sürükleyen bir de gönül ihaneti var. En acısı ise filmin bir yerinde dediği gibi
(“Pişman olacağım çok şey yaptım zaten”)
bu hızlı çürümenin düpedüz kendisi de farkında…
İzzet
'in ruhunun derinliklerinde bir yerde hâlâ idealist bir kanun koruyucu, iyi niyetli bir polis var gerçi; onun da belediye otobüsündeki
“yaşlılara yer verme”
tartışması sırasında ansızın dışarı püskürdüğünü görüyoruz. Aynı şekilde, televizyonda, bir Arap ülkesindeki özgürlükçü ayaklanmaları izlerken
“Adamlar bıkmışlar artık baskıdan, insanca yaşamak istiyorlar”
diye mırıldanarak, hiç tereddütsüz şekilde bu hak mücadelesinin yanında tavır alıyor. Öte yandan, karısının bütün dünyevîliği ve umursamazlığına rağmen, küçük oğlunun
“İhlas Sûresi”
ni ezberlemesini de son derece önemsiyor. Belki, sevgili evladının kendisinin asla olmadığı kadar dürüst ve namuslu bir kamu görevlisi çıkmasını arzuluyor içten içe… Ancak, yaşadığı sefil hayatta artık öylesine derin bir batağa saplanmış durumda ki buradan çıkabilmek için mevcudu çok aşan bir irade sergilemesi gerekli…
Velhasıl, ülkemiz sinemasının en değerli çağdaş aktörlerinden biri olarak gördüğüm
Uğur Polat
, onu sette rahat bırakan bir yönetmenlik stilinin de katkılarıyla
Komiser İzzet
rolünü oynamamış, âdetâ çekimler boyunca yaşamış.
Aynı coşkulu iltifatı, kardeş
Azerbaycan
'dan ülkemiz sinemasına bir armağan olan
Nesrin Cavadzade
'nin canlandırdığı
Anna
karakteri için de dile getirmekte herhangi beis yok. Önce kısa filmlerde rol alarak, ardından ise
Cemal Şan
'ın
2008
yapımı filmi
“Dilber'in 8 Günü”
nde ana karakteri canlandırarak atıldığı sinema serüveninde baş döndürücü bir hızla yıldız oyunculuğa doğru ilerleyen
Cavadzade
,
Pulat'
ın filmindeki performansıyla Antalya'da
“en iyi yardımcı kadın oyuncu”
ödülüne lâyık görülmüştü. Fakat,
Anna
karakterinin filmde kapladığı geniş hacim ve sanatçının ortaya koyduğu oyunculuk dikkate alındığında, hikâye içinde böylesine etkin bir rolün nasıl olup da
“yardımcı oyuncu”
kategorisinde ele alındığı muammasını ben kendi adıma henüz çözemedim doğrusu…
Bunun dışında, ilk kez
Derviş Zaim
'in geçen yılki
“Gölgeler ve Suretler”
inde tanıyıp sevdiğim genç kuşak aktörlerden
Buğra Gülsoy
'u töre manyağı olmuş akrabalarının baskısıyla kızkardeşini katleden, fakat işlediği cinayeti 12 yıllık cezaevi hayatı boyunca bir türlü hazmedemeyen
Cumali
”de; akranı
Barış Atay
'ı ise parlak boks kariyerini kendi hatasıyla erkenden bitirmiş
Ali
karakterinde hayranlıkla izledim, her iki sanatçıyı da rollerine cuk oturmuş buldum.
Aynı şekilde,
İzzet
'in eşi rolündeki
Zeynep Kaçar
'ı
“Zaten kırılgan olan bir evlilik kadın dırdırıyla nasıl büsbütün çökertilir?”
; sinemamızın tecrübeli karakter oyuncularından
Cengiz Sezici
ve
Bedia Ener
'i de
“İnsan hayatı, kara cahilce törelerden beslenip duran kör inatlar sayesinde nasıl bozuk para gibi harcanır?”
gibi hassas sorulara çok sağlam cevaplar veren üstün performansları nedeniyle ayakta alkışlıyorum.
Filmin, zahiren
“hayatları kaymış”
bunca karakterin yaşadığı acı tecrübeler üzerinden bizlere verdiği mesaj ise her şeyin ötesinde bir değere ve öneme sahip…
“Her toplumda eğitimsizlikten, yoksulluktan ya da düpedüz zâlimlikten kaynaklanan sorunlar olabilir”
diyor
Kavuk
ve
Pulat
,
“Fakat, hiçbir sorun aşılmaz değildir. Yeter ki birileri hayatlarında bir kez olsun gerçek anlamda cesaret göstersin ve toplumu yiyip bitiren o sorunla yiğitçe yüzleşmeyi göze alsın.”
Nitekim, daha henüz
İstanbul
'un tekinsiz arka sokaklarında kendisini bile korumaktan aciz olan, bilmem hangi eski
Doğu Bloku
ülkesinden buralara ekmek parası için savrulmuş gayrımüslim fahişe
Anna
'nın organ mafyasına kurban edilmek üzere olan isimsiz sokak çocuğunu hiç kimsenin kendisine hesap sormayacağı bir bencillik gösterisiyle kolayca kaderine terk edebilecek iken, vicdanı rahat etmeyip (bağlı olduğu pezevengin ürkütücü tehditlerine rağmen) çocuğu akıl almaz bir zâlimlikten kurtarmaya girişmesi de kahramanlarımızın her birinin son düzlükte ayrı ayrı sergilemeye başladıkları özverili davranışların zirve noktasını oluşturuyor.
İsmet Paşa
'nın tarihe geçmiş ünlü sözünde olduğu gibi,
“Bir memlekette namuslular da namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette hiçbir hayırlı iş yapılamaz.”
Eyvallah,
Millî Şef
'in tarihte her dediğine de her yaptığına da bayılmıyorum, ancak bu esaslı vecizesi karşısında şapka çıkartmaktan başka bir seçenek bırakmamış bizlere…
“Güzel Günler Göreceğiz”
, biçimsel yetkinliğinin yanısıra, içerik olarak da ülkemde son yıllarda izlediğim en sağlıklı mesajlara sahip yerli filmlerden biri olarak, salondan aynen adının yaydığı gibi yoğun bir umut hâlesiyle kaplanarak çıkmama vesile oldu. Dilerim, sinema beğenisi
“Temel'in Şifresi”
ile
“Transformers”
arasında bir yerlere sıkışıp kalmış kalabalık bir izleyici kitlesi gişede vicdana gelip böylesi cesur hikâyelere şans tanır ve bu güzel ekip de arayı fazla soğutmadan yeni yeni filmler çeker. Çünkü, sinemamızın geleceğe dönük umut dolu bir bakış açısına her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var.
* * *
Yönetmen Hasan Tolga Pulat ile eski bir hatıra:
* * *
YENİ ŞAFAK SİNEMA SAYFASI / YILDIZ PUANLAMA TABLOSU
* * * *
(4 Yıldız)
Sinemanın sanat kimliğini pekiştiren gerçek bir başyapıt… Kaçırmanız gerçekten de yazık olur.
* * * 1/2
(3,5 Yıldız)
Oldukça başarılı bir film. Şartlarınızı zorlamak pahasına mutlaka görmelisiniz.
(3 Yıldız)
Çoğu bölümüyle sanatsal bir derinlik ve lezzet yakalayabilen, kayıtsız kalınmayacak bir film. Ömrünüzden bir kaç saati vermeye değer…
* * 1/2
(2,5 Yıldız)
Bazı bölümlerinde iyi bir filmin kalite standartlarına erişmeyi başarabiliyor; fakat bir bütün olarak bakıldığında ise sorunlu ve tam olmamış.
* *
(2 Yıldız)
Hiç bir sanatsal değeri ve akılda kalıcılığı yok. Yalnızca zaman öldürmek için tüketilebilir. Ki zamanınıza önem verdiğimiz için bunu da pek önermiyoruz.
* 1/2
(1,5 Yıldız)
Kötü bir film ve neden çekildiğini anlamak zor… Görmemeniz yararınıza olacaktır.
*
(1 Yıldız)
Sinema sanatı adına utanç verici bir gösteri… Arkanıza bakmadan kaçın, sevdiklerinizi de uzak tutun!

















