
Fantezi ve gerçeklik arasında bir ''kontrgerilla'' hikayesi.. Kontrgerilla''yı siyaset gündemine taşıyan CHP Lideri merhum Bülent Ecevit olmuştır.
Kontrgerilla tabiri bir yakıştırmaydı.
Gerçekte ne olduğu sonraki yıllarda bir bütün olarak değilse bile ufak ufak ortaya çıkacaktı.
Ortaya çıkanlar da buzdağının görünen kısmıydı.
Peki, ülkenin yakın tarihine damgasını vurmuş kurt bir devlet adamı olan İsmet Paşa''yı 1972''deki kongrede alt ederek CHP''nin başına geçen Bülent Ecevit ''Kontrgerilla''yla nasıl karşılaşmıştı?
12 Mart 1971''de ordu hükümete muhtıra verdiğinde Demirel Başbakanlık koltuğunda oturuyordu.
Ama 13 Mart''ta Başbakan değildi.
Onun yerine askerlerin isteğiyle CHP''den istifa eden Nihat Erim yeni bir hükümet kurmuştu.
Bu arada İsmet Paşa''nın 12 Mart''ı desteklemesi üzerine Ecevit CHP Genel Sekreterliği''nden istifa etmişti.
“CHP+Ordu=İktidar” formülünü değiştirmek isteyen Ecevit''in niyeti bir kongre ile CHP''nin başına geçmekti.
Onun da formülü, “CHP+Halk=İktidar” idi.
CHP için “tarihi bir değişim” sözkonusuydu.
1973 seçimlerinde CHP, seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştı.
Tek başına iktidar olabilecek orana ulaşamadığından Necmettin Erbakan''ın Milli Selamet Partisi''yle koalisyon kurmuştu.
Bu bile başlı başına büyük bir olaydı.
Elbette devletin derinlerinde bu hükümetin ve Ecevit''in siciline büyük bir eksi puan eklenmişti.
Zaten Ecevit''in CHP''yi ortanın solundan sosyal demokrasiye doğru çekmesi kuşkuyla karşılanmasına yol açmıştı.
Öyle ki ''devlet gazetesi Hürriyet'' aracılığıyla Ecevit''i komünist olmadığını açıklamaya çağıranlar bile olmuştu.
Onu geçelim, sadede gelelim.
Ecevit 1974 yılında Başbakan idi.
Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar, Ecevit''ten Başbakanlığın örtülü ödeneğinden acil ihtiyaç için yüklü miktarda bir para istemişti.
Örtülü ödeneğin neredeyse tamamın yakın bir miktardı..
Ecevit örtülü ödeneği zorunlu sosyal yardımlar için kullanıyordu ve bu amaçla verdiği paraları kayıt altına alarak Başbakanlık Müsteşarı''nın kasasında muhafaza ediyordu.
27 Mayıs darbesinden sonra “örtülü ödenek” Adnan Menderes''in başına dert olmuştu.
Bu yüzden Ecevit, Sancar''a bu paranın ne amaçla kullanılacağını sordurmuştu.
Ecevit''e “Özal Harp Dairesi için istiyoruz” cevabı verilmişti.
“Öyle bir Resmi Daire''nin o zamana kadar adını bile duymamıştım” diyecekti Ecevit yıllar sonra.
Üstelik Devlet Bütçesi''nde böyle bir daire adına ayrılmış bir ödenek de görünmüyordu.
Buraya kadar herşey normal görünüyordu, devlet işlerinde olurdu böyle işler.
Ecevit''in asıl şaşkınlığı, “Şimdiye kadar bu Daire''nin giderleri nereden karşılanıyordu” sorusuna aldığı cevapla yaşamıştı.
Daire''nin giderleri şimdiye kadar bir gizli ödenekle “Amerika” tarafından karşılanıyordu.
Amerika her nedense bu ödeneği kesmişti.
Bu nedenle Başbakanlık örtülü ödeneğine başvurmak durumunda kalmışlardı.
Ecevit yeni Başbakan olmuştu ama daha önce Bakanlık da yapmıştı.
Adını bile duymadığı ve herhangi bir resmi belgede izine rastlamadığı bu Daire''nin nerede olduğunu sormuştu.
Aldığı cevap daha da ilginçti.
Daire “Amerikan Askeri yardım Heyeti(JUSMATT)” ile aynı binadaydı.
Ecevit şok olmuştu.
Ulusal Güvenlikle ilgili olduğu anlaşılan bir Devlet dairesinden Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının o zamana kadar haberi olmuyordu ve devlet belgelerinde adı geçmeyen bu devlet dairesi, Amerika''dan gelen gizli ödenekle ve Amerikan Askeri Yardım Kurulu ile aynı binada çalışıyordu.
“Hayrete düşmem ve kaygılanmam doğaldı” diyordu Ecevit.
Hemen bu dairenin işlevleri ve kuruluş biçimi hakkında bilgi istemişti.
Başbakanlık Konutu''nda bir brifing hazırlanmıştı.
Dinlenme ihtimaline karşı odanın duvarları elektronik aygıtlarla taranmıştı.
Ecevit''in yanında Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık vardı.
Genelkurmay Başkanı.Org. Semih Sancar, Özel Harp Dairesi Başkanı Org. Kemal Yamak ve birkaç subay tarafından veriliyordu birifing.
Dairenin Türkiye''nin veya bir kısım topraklarının düşman istilasına uğraması durumunda, istilacılara karşı, Gerilla yöntemleriyle mücadeleye hazırlanmak üzere kurulduğu ifade edilmişti.
Adları gizli tutulan bazı ''vatansever gönüllüler'' de, dairenin sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi.
Gerekli olması halinde bu gönüllü vatanseverlerin kullanılması için de Türkiye''nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu.
Anlayacağımız, “Kontrgerilla” iddialarına kaynaklık teşkil eden yapı önce “Seferberlik Tetkik Kurulu” ve sonrasında “Özel Harp Dairesi” olarak anılan dairenin içindeydi(Dairenin adı 1990''larda Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak değiştirilmişti).
Bakın Ecevit bu durumu nasıl karşılamış:
“Edindiğimiz bilgilerden dehşete kapılmamız doğaldı, gerçi benim aklıma da , rahmetli Esat Işık''ın aklına da, Özel Harp Dairesi''ni yöneten komutanların; Daire''ye bağlı sivil elemanları bile bile iç olaylarda kullanacakları olasılığı gelmemişti; bugün de öyle olasılığı düşünmek bile istemiyordum; o sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olan General Kemal Yamak''ın iyi niyetinden de herhangi bir kuşkumuz yoktu; ancak Daire''nin başındaki komutanlar ne kadar iyi niyetli ve siyasetten ne kadar uzak olurlarsa olsunlar ömür boyu görevlendirilmiş ''gönüllü sivil vatanseverler''den bazılarının; yani Özel Harp Dairesi''ne bağlı ''Sivil Örgüt''te görev almış olanlardan bazılarının, zamanla ideolojik kutuplaşmalar içinde yer alabilecekleri ve türlü etkiler altında, görevlerini kötüye kullanabilecekleri kuşkusuna kapılmamak elde değildi”
Brifing sona ermişti ama Ecevit tatmin olmamıştı.
Askerler gittikten sonra Hasan Esat Işıkla başbaşa görüşmüşler, konunun hassasiyetini göz önünde bulundurarak, bazı ön hazırlıklardan sonra Daire''nin ''sivil uzantısı''nı ortadan kaldırmak ve bu Daire''yi dış etkilerden arındırmak, asli görevi ile sınırlamak üzere gereken adımları atmaya karar vermişti.
Türkiye Kıbrıs''a askeri harekat düzenlemişti ve üstelik Özel Harp Dairesi de Ada''daki Türk direnişiyle ilgili bazı işler üstlenmişti.
Bu yüzden Ecevit, sorunu askeri harekat sonrasında ele almak üzere ertelemişti.
Ne var ki CHP-MSP Hükümeti uzun sürmemiş, CHP içindeki bir grup “tek başına iktidar olabilecek durumdayız” diyerek Ecevit''i Hükümeti bozmaya ikna etmişlerdi.
Ecevit muhalefe düştükten sonra konunun üzerine örtmeyi tercih etmişti.
Neden örttüğünü de şöyle gerekçelendiriyordu:
“Bana, özsunuşta(brifingde) verilen bilgiler, çok gizli olduğu için yeraltına kök salmış, adı sanı bilinmeyen kimselerden oluşan bir Örgüt''e karşı, Muhalefette iken önlem alabilmemiz olanaksız olduğu için, hatta yapacağım açıklamalar üzerine, Kuruluş''un ''Sivil uzantısı''nda yer alanlardan bazılarının, korunma içgüdüsüyle , Ülkede çok tehlikeli tertiplere yönelebileceklerinden kaygı duyduğum için , o acı Devlet Sırrı''nı bir zehir gibi içimde saklamak zorunda kaldım”.
Ecevit 1978''de yeniden başbakan olduğunda Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren''e konuyu açmış ve Daire hakkında edindiği bilgileri ve bu Dairenin Sivil uzantısı ve gizli silah depoları hakkındaki kuşkularını iletmişti. Ecevit, Evren''den Özel Harp Dairesi''nin Demokratik Hukuk Devleti Kuralları''na v e açıklık rejimine uygun biçimde çalışır duruma getirilmesi ve çalışmalaırnın asli işleviyle sınırlandırılması isteminde bulunmuştu.
Evren de, Ecevit''e kaygılarının paylaştığını söylemişti.
Konuyu birkaç kez Evren''ê hatırlatmış, o da gereğini yerine getirmekte olduğuna dair güvenceler vermişti.
Öyle miydi peki?
Ecevit 1979''da Başbakan iken Doğu Anadolu''da bir ilçeyi ziyaret etmişti.
Oradaki askeri birliğin komutanı ile görüşürken, komutanın bir zamanlar Özel Harp Dairesi''de çalıştığını öğrenmişti.
Kuşkularını sözkonusu Komutana da açmıştı.
Ne var ki Ecevit''in kuşkularını paylaşmadığını ifade etmişti komutan.
Ecevit, ilçedeki sağ bir partinin başkanının bu dairenin sivil uzantısına mensup olabileceği ihtimalini de dile getirmişti.
General “Evet, öyledir ama kendisi çok güvenilir vatansevever bir arkadaşımızdır” demişti.
Ecevit, bir varsayımı dile getirmişti ama bu varsayımın bir gerçek olabileceğini aklına bile getirmemişti.
Yani, Ecevit kuşkularında haklı olduğunu, generalin ağzından kaçırdığı bir sözle bir kez daha anlamıştı.
Ecevit, 12 Eylül öncesindeki bir takım suikastlerini suikast girişimlerinin ve bazı karanlık olayların içinde “devlet görevlileri”nin olduğunu düşünüyor ve zaman zaman bu iddiaları gündeme de getirmişti.
Hatta 1 Mayıs 1977''deki Taksim Meydanı''ndaki olaylarla ilgili kuşkusunu dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk''e iletmişti.
Korutürk de Ecevit''ten kuşkularını yazıya geçirerek kendisine iletilmesini rica etmişti.
Hepsi bu kadar.
1960''ların sonlarında devrimci gençler Güney Amerika''daki solcu gerillalara öykünmüşlerdi. Radikal sol gruplar “kır gerillacılığı”, “şehir gerillacılığı” üzerine teorik tartışmalara ve ardından bölünmelere uğramışlardı.
9 Mart 1971''de ordu içinde bir cunta ise, dışardaki sivillerle işbirliği içinde, Suriye ve Irak''ta rejimi ele geçirmiş yarı solcu yarı milliyetçi “BAAS” rejimleri türünden bir rejim ihdas etme peşindeydi.
Olmadı.
Cuntacılar kendi içlerinde parçalandılar ve “9 Martçılar” dışarda kalırken “12 Martçılar” mevcut Süleyman Demirel hükümetini işbaşından uzaklaştırarak kendilerine yakın sivillerden teşkil edilen bir hükümet kurdurdular. 12 Mart 1971''den 1973 seçimlerine kadar olan dönemde tam dört hükümet kurulmuştu.
Bu hükümetler, “ara rejim” hükümetleri olarak anıldılar.
Bazı sol örgütler bir taraftan “şehir gerillacılığı”, diğer taraftan “kır gerillacılığı” yapmaya kalkıştılar.
Dağlarda, şehirlerde gerillacılık oynarken yaşamlarını yitiren devrimci gençler de olmuştu.
Ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel gerçeklikleriyle bir bağı yoktu bu teorilerin. Bu yüzden devrim hayalleri çabucak söndü. Ülkede büyük bir gözaltı furyası başladı.
İstanbul''da gözaltına alınan solcu aydınlar- bunların bir kısmı 9 Martçılarla ilişki içindeydiler-”Ziverbey Köşkü” denilen bir köşkte sorgulandılar.
İşte siyasi tarihimize Kontrgerilla olarak giren tabir ilk defa Ziverbey Köşkü''nde telafuz edildi.
“Karşıgerilla” yahut “gerillaya karşı gerilla”anlamına gelen Kontgerilla..
Gözleri bağlı ifade veren sanıklara, sorgucular “Kontrgerilla karargahındasınız. Burada yasa masa yoktur” demişlerdi.
Yani “siz gerillaysanız, biz de karşı-gerillayız” demişlerdi.
“12 Mart” dönemi kapandıktan sonra bu köşkte sorgulanmış kişilerin yazdıkları hatıralarda kendilerine işkence yapanların “Kontgerilla”dan oldukları şeklinde iddialar yer almıştır.
Süleyman Demirel “Kontrgerilla” tartışmalarında her zaman “böyle bir şey yoktur” tutumu izledi.
Kimi zaman da Ecevit''i “İktidar oldun, hadi çıkar ortaya” diyerek köşeye sıkıştırmaya çalıştı.
Hadi diyelim ki Ecevit 1974''de Başbakan olduğunda “Özel Harp Dairesi''nden ve işlevlerinden haberi yoktu..
Peki Demirel için aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Elbette ki hayır.
Demirel biliyordu.
1990''da “Milliyet” gazetesinde yayımlanan anılarında Kenan Evren bir anekdota yer vermişti.
5 Mayıs 1980''de, yani “12 Eylül” darbesinden birkaç ay önce, Başbakan Demirel ile Genelkurmay Başkanı Kenan Evren bir görüşme yapmıştı.
Ülkenin siyasi gündeminde Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve tabii ki hergün yirmi otuz insanımızın hayatını kaybettiği siyasal şiddet olayları vardı.
Demirel, Evren''den Özel Harp Dairesi''nin anarşi ve terörle mücadelede kullanılmasını istemişti.
Evren de “olmaz” demişti.
“Ama, 1971''deki Sıkıyönetim döneminde, bu amaçla kullanılmıştı” diye cevap vermişti Demirel..
Mesela Kızıldere''de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü operasyon bu daire tarafından gerçekleştirilmişti.
Evren, anılarında şöyle devam ediyordu:
“Kanaatim o ki, Genelkurmay Başkanlığım sırasında bu Teşkilat , görevi dışında kullanılmadı; ama belki bana intikal ettirilmeden, bazı yerlerde gayriresmi olarak bu işe bulaşmış olabilir; bunu bilemem”.
Oysa kanaatten daha kesin açıklamalara ihtiyaç var.
Herneyse..
Demirel, Evren''in bu sözlerine de itiraz etmişti.
Yoktu böyle bir şey.
Ee o zaman yoktur, ne diyelim şimdi..
İkinci Dünya Savaşı''ndan sonra dünya nüfuz bölgelerine ayrılmıştı. İki kutuplu bir dünya idi bu.
Aynı zamanda “Soğuk Savaş” dönemi olarak da tanımlanan bir yeni dönem açılmıştı.
Kutbun bir ucunda Amerika ve Batı İttifakı, diğer ucundaysa Sovyetler Birliği vardı.
Her iki kutbun askeri organları da vardı, “NATO” ve “Varşova Paktı”.
Türkiye NATO''yu seçmişti.
1989''da Berlin Duvarı yıkılmış, kısa süre içinde de Sovyetler Birliği çözülmüştü.
Kutbun bir ucu dağılmıştı.
1990''ların başında Batı Avrupa ülkelerinde NATO bünyesi içinde “gizli ordular(Gladio''lar)” bulunduğu deşifre edilmişti.
Bu gizli yapılar bir Sovyet işgaline karşı kurulmuştular.
Sovyet tehlikesi ortadan kalktığına göre bu yapılara gerek de kalmamıştı.
Batı Avrupa hükümetleri hızlı bir biçimde bu yapıları tasfiye ettiler.
Çünkü bu yapıların çevirmedikleri entrika ve girmedikleri kirli ilişki kalmamıştı.
Türkiye bir istisnaydı.
Konu hala tartışıldığına göre bir tasfiyeden söz etmek çok zor.
İşin temeline inelim ve can alıcı bir soru soralım. Soğuk Savaş döneminde Türkiye işgal edilebilir bir ülke miydi?
Kim işgal edecekti?
Suriye mi, Irak mı, İran mı?
Bulgaristan veya Yunanistan mı işgal edecekti Türkiye''yi?
Bu ihtimalleri düşünmek Türkiye''nin gücünü hafife almak olur.
Türkiye''yi işgal edebilecek nitelikte bir devlet, sadece Sovyetler Birliği olabilirdi.
Ama Türkiye NATO üyesiydi ve böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi ihtimal dışıydı.
Dünya nüfuz bölgelerine ayrılmıştı ve bu karar kutbun iki ucu tarafından verilmişti.
Mesela koskoca Amerika, ''arkabahçesi''ndeki minnacık bir Küba''yı işgal etmeye bile yeltenememişti.
Durumu “askeri müdahele” santajlarıyla idare ediyor, en fazla Küba''yı içerden yıkacak bazı girişimleri desteklemekle yetiniyordu.
O Küba hala komünist ve hala Fidel Castro yaşıyor. Batı Avrupa''ya geçelim..
Gladio''nun en güçlü olduğu ve siyasi hayata nüfuz ettiği İtalya''yı kim işgal edecekti?
Hangi komşu ülke İtalya''yı istila edecekti?
Sovyetler Birliği''nin Doğu Almanya ve Polonya''dan öteye geçmeye niyeti yoktu.
Balkanlardan da bir tehdit sözkonusu değildi. Arnavutluk ve Yugoslavya''daki komünist rejimler Moskova ile bağlarını koparmışlardı.
Boş bir soru olduğunun farkındayım.
Gladiolar, dış düşman''a ve bir istilaya karşı teşkil edilmemişlerdi.
Nüfuz bölgelerinin tanımlanan nüfuz bölgeleri içerisinde kalmalarını sağlamak amacıyla kurulmuşlardı.
Yani ne İtalya''nın, ne Almanya''nın, ne Belçika''nın, ne de Türkiye''nin dışardan bir güç tarafından işgal edilmeleri sözkonusu bile değildi. Ama ya bu ülkelerde Batı ittifakını zora düşürecek nitelikte hükümetler işbaşına gelirlerse?
Doğru soru buydu?
İtalya''nın Hıristiyan demokrat liderlerinden Aldo Moro''nun Komünist Parti''yle bir koalisyon kurma hazırlığı içerisinde olması öldürülmesi için yeterli bir nedendi.
NATO için tehlikeli bir gelişmeydi bu.
İşe bakın, Aldo Moro''yu tasfiye etme işi de sol görünümlü “Kızıl Tugay” militanlarına düştü. Türkiye''de de 1970''lerin ikinci yarısında Ecevit''in Başbakan olmaması için bir takım gizli tertipler sözkonusuydu.
Detaylara girmeyelim.
Ama en azından 1977''de İzmir''deki Çiğli Havaalanı''da Ecevit''e karşı başarısız bir suikast girişimini hatırlatalım.
Bu esrarengiz olayın esrarı hala çözülemedi.
1 Mayıs 1977, ve diğer pek çok karanlık olayın da hala karanlıkta kaldığını da hatırlatalım.
Ecevit''in gizli bir yapının sivil unsurlarının iç olaylarda kullanıbileceği şeklindeki kuşkusunda haklı olup olmadığını, son on yıl içinde gerçekleşmiş kimi olaylara bakarak da anlayabilirsiniz..
Daha fazla söze hacet var mı?
Durun, durun bir soru daha soracağım.
Peki Türkiye''nin bu yeni süreçte işgal edilme ihtimali var mı?
Türkiye komşularıyla çok iyi ilişkiler kurdu.
Suriye ile kanka vaziyetlerdeyiz.
Irak''ın kendisi zaten işgal altında bir ülke..
Askeri müdahale tehdidi altında yaşayan İran''ın Türkiye ile ilişkileri fena gitmiyor.
Yunanistan ve Bulgaristan''ı yine dışarda tutacağım.
Rusya ise bugün sınır komşumuz bile değil.
Ermenistan''ı hiç saymıyorum.
O halde hala Türkiye işgal edilebilir bir ülkeymiş gibi bir fanteziye dayanarak bir gizli yapıya ihtiyaç olup olmadığına karar vermenin zamanı gelip geçmedi mi?
Yoksa mesele, hala içerde işleri kontrol altına almak mıdır?
Kimse endişe etmesin..
Türkiye işgal edilme tehlikesiyle yüzleşmesi durumunda bu millet ve bu milletin kurumları gereken cevabı verecektir.
Dün olduğu gibi.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.