Özal"dan bugüne..

00:0015/02/2012, Çarşamba
G: 5/09/2019, Perşembe
Abdullah Muradoğlu

Mehmet Ali Birand''ın hazırladığı “28 Şubat” belgeselinde merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal''ın PKK ile ilan edilen ateşkesi uzatmak için 5 HADEP''liyi Abdullah Öcalan''la görüşmek üzere Suriye''nin başkenti Şam''a göndermesi de yer alıyormuş.Merhum Özal''ın bu meseleyi çözmek için alışılagelmiş politikaların dışına çıkma eğilimi gösterdiğini biliyoruz.Devlet içindeki şahin kanatlar kadar PKK içindeki şahinler de sanki ortak bir amaca hizmet ediyorlarmış gibi sivillerin meseleyi demokratik-hukuk

Mehmet Ali Birand''ın hazırladığı “28 Şubat” belgeselinde merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal''ın PKK ile ilan edilen ateşkesi uzatmak için 5 HADEP''liyi Abdullah Öcalan''la görüşmek üzere Suriye''nin başkenti Şam''a göndermesi de yer alıyormuş.

Merhum Özal''ın bu meseleyi çözmek için alışılagelmiş politikaların dışına çıkma eğilimi gösterdiğini biliyoruz.

Devlet içindeki şahin kanatlar kadar PKK içindeki şahinler de sanki ortak bir amaca hizmet ediyorlarmış gibi sivillerin meseleyi demokratik-hukuk devleti çerçevesinde çözme girişimlerini sekteye uğrattılar.

AK Parti hükümetinin yürüttüğü “demokratik açılım” politikalarını da aynı şekilde boşa çıkarmaya çalıştılar.

Geçen Pazar yazımda Öcalan''ın Suriye-Kenya sürecinde yakınında bulunan bir PKK''lının Mahmut Baksi''ye yaptığı açıklamaya yer vermiştim. O açıklamada şöyle deniliyordu:

“Ne zaman PKK siyasal zemini zorlasa, devlet içindeki çeteler ve savaşta çıkarı olan güçler bizim yanımıza geliyordu. İçimizdeki çeteler, devlet içindeki güçler, Rusya, bazı bölge ülkeleri, Avrupa''dan Almanlar böyle zamanlarda ortaya çıkıverirlerdi.”

Bu odakların başarılı olmadıkları da söylenemez.

* * *

PKK''nın yayın organı “Serxwebun”da okuduğuma göre Öcalan da Özal, Erbakan ve Ecevit''in Kürt sorununu barışçı yollarla çözme eğiliminde olduklarını ve bu yüzden şahin kanatlardan ayrıldıklarını vurguluyor.

Hatta daha da ileri giderek, Özal, Erbakan ve Ecevit''in bu yüzden “düşürüldüklerini” ileri sürüyor. Öcalan, merhum Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis''i de bu çizgiye dahil ediyor.

Özal bir kalp krizi, Bitlis ise bir uçak kazası sonucunda hayatını kaybetti ama ölümleri üzerinde şaibeler var. Erbakan “28 Şubat” postmodern darbesiyle, Ecevit ise “içerden” gelen bir komployla iktidardan düşürüldüler.

PKK''nın kuruluşundan itibaren neye hizmet ettikleri bilinmeyen bazı derin kanatlarla ilişki içerisinde olan ve 20 yıl Suriye''de üstlenen Öcalan''ın Ankara''daki güç odakları arasındaki farklılıkları dikkatle izlediği anlaşılıyor.

PKK''nın varlığını bugüne kadar sürdürmesinde büyük ölçüde bu güç odakları arasındaki çatışmaya borçlu olduğu da aşikar. Bu bakımdan devletin bütün kurumlarıyla birlikte bu meselenin Türkiye''nin gündeminden düşmesi için “görüş ve eylem birliği” içerisinde olmasında son derece yarar var.

Bu görüş ve eylem birliğine en fazla AK Parti hükümeti döneminde yaklaşıldığını da görmek gerekiyor. Türkiye''nin küresel bir aktör olabilmesi de bu görüş ve eylem birliğinin istikrarlı biçimde ve ortak kararlılıkla sürdürülmesiyle mümkün.

* * *

1971''deki “9 Mart” yenilgisinin ardından gelen süreçte PKK''nın kurulmasına yardım eden ve kollayan unsurlar, PKK''yı bir manivela olarak kullanmak suretiyle nasıl bir Türkiye hayal ettiklerini bilmediğimizi sanmasınlar.

Bin yıllık ortak tarihin getirdiği kültür, inanç ve misyon birliğini bozmayı amaçlayan o Türkiye resminin gerçekleşmeyeceğini herkesin bilmesi gerekiyor. İmralı sürecinde Öcalan bile bu gerçeğin farkına vardığını ve görüşlerinde stratejik bir dönüşüm gerçekleştiğini itiraf etmişti.

“Oslo görüşmeleri”nin sabote edilmesiyle “milli birlik ve kardeşlik” projesini uygulamak yönündeki tarihi bir fırsat elden kaçırıldı. Aynı odaklar bu kez AK Parti hükümetini zayıflatmak ve mümkünse devirmek için PKK''yı mantık dışı yollara savurdular. “Tavşana kaç, tazıya tut” hikayesi..

“AK Parti''yi bitireceğiz” diye bu kirli yollara tevessül edenler Türkiye''yi dar alanlara hapsetmek istiyorlar. Türkiye, milleti oluşturan bütün unsurlarıyla birlikte bu oyunu da bozarak yoluna devam edecektir. Uzun lafın kısası, kavgaya son, yola devam.

Kot taşlama işçileri..

Kot taşlama işi yapanlar “silikozis” denilen bir hastalağına yakalanıyorlar ve onlarcası genç yaşlarda hayatlarını kaybediyorlardı.

Kot işinde uzun yıllar kimya mühendisi olarak çalışan bir arkadaşımdan bu konuda tatmin edici bilgiler almıştım.

Duyduklarımız gerçekti.

Denetimsizlik nedeniyle kot işçileri bu amansız hastalığın pençesine düşüyorlar ve kendi kaderleriyle başbaşa kalıyorlardı.

Devletin el atması ve çözüm getirmesi gereken bir sorun bu.

Sendikacılar, sivil toplum kuruluşları bir süredir soruna dikkat çekiyorlar ve bu hastalığın “meslek hastalığı” olarak kabul edilmesi için mücadele veriyorlar.

BDP Bingöl Milletvekili İdris Baluken, silikozisin meslek hastalığı olarak tanımlanması için bir kanun teklifi vermiş.

Silikozis hastalığının tanımının yapılması ve “meslek hastalığı” olarak kanunda yer bulması için “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu”nda değişiklik yapılması isteniliyor teklifte.

Baluken, silikozis tehdidi altındaki işçilerin yaşadıkları mağduriyetlerin tespit edilerek giderilmesi için Meclis Araştırması isteyen bir önergeyi de Meclis Başkanlığı''na sunmuş.

Meclis''te yer alan partilerimizin kot işçilerimizi mağdur eden bu soruna hassasiyetle yaklaşacaklarını ümit ediyorum.

Eski CHP-Yeni CHP kavgası

Değişen dünya ve Türkiye koşullarında “yeni bir CHP” yaratılmasının gerekliliği konusunda-CHP''nin bir kısım kemikleşmiş tabanı hariç- herkes mutabıktı.

Kemal Kılıçdaroğlu''nun genel başkanlık koltuğuna oturması ve CHP''nin “Yeni Türkiye”nin partisi olarak siyaset sahnesinde yer almasına ilişkin ipuçları ümit verici bir gelişmeydi.

Başından beri “yeni CHP”nin varlık bulması için yeni kadronun parti tabanının değişen koşullara ayak uydurmalarını sağlamaları yönünde bir seferberlik gerçekleştirmesi gerektiğine dikkat çekiyorum.

Bu elbette çetrefilli ama muhakkak zorlanması gereken bir süreçti.

Tabanda gerçekleştirilecek bir seferberlik kısa vadede kazandırmayacak belki ama orta vadede CHP''yi derleyip toparlayacak ve bir iktidar alternatifi olarak kendini göstermesini sağlayacaktı.

Bu yüzden CHP tabanının değişime ve yenilenmeye ikna edilmesi bir zorunluluk.

Hâlâ da öyle düşünüyorum.

Ne ki “Eski CHP”yi muhafaza etmek isteyen odaklar da mücadeleyi elden bırakmadılar.

CHP kendini yenileme fırsatı bulamadan “Ergenekon-Silivri” handikapına düşürüldü.

Eski CHP''liler bir hamle daha yaparak CHP''yi kurultayın eşiğine getirdiler.

“CHP''nin oy oranı düştü” propagandası eşliğinde CHP yeni bir maceraya daha sürükleniyor.

Ama Türkiye sosyolojisi kendi yolunda ilerlemeye devam ediyor.

Bu sosyoloji içinde eski CHP''ye yer kalmadığını görmek istemeyenler kurultayda zafer kazansalar ne değişecek ki?