|
Sorunlar kronikleşiyor
Anadolu'dan döndüm ve masamda F Tipi cezaevlerinden yazılmış mektupları buldum. Yine insanlığımıza hitap eden ifadeler. "Küçükarmutlu'yu bir ziyaret edin" çağrıları... Siyasal çizgilerine hiç katılmasanız bile bu çağrılara duyarsız kalmak mümkün değil. "İnsalıkta kardeşsiniz..." Hele gözünüzün önünde gerçekleşen çok sesli ölümler varsa... İnsanlar birer ikişer eriyerek aranızdan ayrılıyorlarsa... Çözmeliydik bu sorunu bunca ölüme yolaçmadan... Bir dil bulmalıydık, bir yol. Bir akıl bulmalıydık. Duyarsızlığı ilke edinmiş gibi davranmamalıydık. "Ne halleri varsa görsünler" yolunu tutmamalıydık. Tekirdağ Cezaevi'nden yazan Nail Çavuş "Hapishanelerde iktidar vb. kurmak gibi bir derdimiz yok. İnsanca yaşam şartları istiyoruz, hepsi bu" diyor. Hasan Şahingöz benzeri şeyleri dillendiriyor. Ben de, devlet böyle sorunları çözmek için olmalı, diyorum. Oysa eriyen insanlar, ölümler ve intikam yeminleri ile kronikleşiyor acı...

Alın 1 Eylül Dünya Barış Günü'nü... Diyarbakır'dan İstanbul'a sokak savaşları... Ankara'ya giriş yollarında panzerler... Zafer işaretleri, PKK ve APO sloganları ve yerlerde sürüklenen insanlar... Hiç şüphesiz ne APO sloganlarını onaylamak sözkonusu ne de zafer işaretlerini... Ortada zafer diye bir şey de yok zaten... Bunlar kuru hayaller. Ama bir sorun var ortada. Yaşlı yaşlı kadınları, genç genç çocukları sokağa döküp polisle karşı karşıya getiren bir sorun... Türkiye deyince dünyaya yerlerde sürüklenen kadın görüntüleri sunan bir sorun... Bu sorunu da çözmeliydi Türkiye... Böyle kronikleşmeden... "Terör bitti" ama "potansiyel terör endişesi" Ankara'yı tetikte tutuyor. Öyle bir tedirginlik ki bu, güvenlik kuvvetlerini, Barış Günü'nde alarma geçiriyor. Çözmeliydik bu sorunu. Osmanlı'dan böyle bir sorun devralmış değildik, sorun uluslarası odaklar tarafından oluşturuldu ve biz bu oyunu bozacak dili bulamadık. Sevgi iklimini inşa edemedik. Maharet o dili bulmaktaydı oysa. Devlet olmak çözüm üretmek demekti.

Alın güvenlik siyaseti içinde gelişen "irtica" söylemiyle sürekli gündemde kalan inanç özgürlüğü alanını... İçiçe kronikleşmiş sorunlar. Küskün büyük toplum kesimleri... Hayatın hemen tüm alanlarına yansıyan bir gerilim. Sistemin en temel kavramı olan, demokrasinin temeli diye nitelenen laikliği bir toplumsal mutabakat alanı haline getirecek tarife ulaştıramayınca ne devletten topluma ne toplumdan devlete ilişkilerde bir sağlık noktasına varamayış... Demokrasinin demokrasi olamayışı; yani askeri müdahaleler, kapanan, açık olsa bile meşruiyet problemi yaşayan partiler ve her kapanışta meşruiyet yarası deşilen milyonlarca seçmen... "İç tehdit" kapsamı içine girdiği varsayımıyla üzerlerinde kuşku bulutları dolaştırılan vatandaşlar... Mimlemeler, kara listeler, sermaye renklendirmeleri... Sadece bu alandaki sancı bile Türkiye için yeterli sancı demektir. Çünkü bu alan, yine güvenlik siyaseti ve psikolojik savaş gereğince oluşturulan taraftarlıklar sebebiyle Türkiye'nin hemen tüm insanlarını kamplar halinde tasnif etmiş durumda. Bu sancıyı tedavi edemeyen bir Türkiye'nin yolda sağlıklı ilerlemesi mümkün mü?

Eski MGK Genel Sekreteri, yeni Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Cumhur Asparuk, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği görevinden ayrılırken yaptığı konuşmada, "sınırların korunmasına dayalı savunma" anlayışının terkedilmiş olduğunu belirtiyor ve yeni güvenlik konseptini anlatırken "askeri tedbirlerin yanında, ekonomik, teknolojik, siyasi ve sosyal menfaatlerle devletin temel değerlerinin iç ve dış tehditlere karşı korunması ve kollanması önem kazanmıştır" diyor. Zaten MGK Genel Sekreterliği'nin etkinliğinin artması da bu anlayışa dayanıyor. Ancak bu yapılırken en önemli şey, yani tüm politikaların toplum heyecanı ile desteklenmesi şartı gerçekleştirilemiyor.

Em. Orgeneral Çevik Bir, ısrarla Türkiye'nin bölgesinde "güvenlik tüketen" değil, "güvenlik üreten" ülke olduğunu vurgulardı. Böyle olmak elbet önemli. Ama gerçekten böyle miyiz? Kendi içinde toplumsal barış alanında sorunlar yaşayan bir ülke gerçekten güvenlik sorununu halletmiş sayılabilir mi?

Cezaevlerindeki sorunu çözmenin yolu Ulucanlar Operasyonu ya da "Hayat Kurtarma Operasyonu" türü adı yaldızlı ama gerçekte astarı yüzünden pahalı işler midir?

Doğu-Güneydoğu'daki sancı, ya da "Kürt meselesi" etrafındaki kimlik arayışı, dışardan dayatılan bölme stratejisi, toplum hissiyatındaki ve bilincindeki yaralanmalar tedavi edilmeden sadece "güçlü devlet" imajı ile sona erer mi?

Toplumun hemen tümünü etkileyen din-devlet ilişkilerindeki sorun, "iç tehdit" değerlendirmeleri ve o çerçevede yürütülen "irtica" eksenli güvenlik siyasetleri ile sona erer mi? Kendi taleplerini hiçbir biçimde "irtica" ile bağdaştırmayan, üstelik "irtica" sloganını toplumu bölen soğuk savaş aracı olarak gören büyük toplum kesimlerinin burukluğunu gidermeden, bu ülkede gerçekten bir sosyal barıştan söz edilebilir mi?

Sorun çözmek, işte asıl mesele...

Türkiye bu zekayı, bu aklı bulmak zorunda.

Toplumsal barış da orada, büyümek, güçlenmek de...
#F Tipi cezaevi
#Sorunlar kronikleşiyor
#1 Eylül Dünya Barış Günü
#Sokak Savaşları
#Diyarbakır
#İstanbul
23 yıl önce
Sorunlar kronikleşiyor
Sakallı bıyıklı işe gelme
Esed"i af mı edelim?
Elde var sıfır!
Amerikan siyasetindeki ikilemler..
ABD Başkanı Lincoln"un, oğlunun öğretmenine yazdığı mektup