Başörtüsünde "açık olmak"

00:002/11/2006, Perşembe
G: 27/08/2019, Salı
Akif Emre

Başörtüsü üzerinden yapılan tartışmaların gittikçe daha ''örtüsüz, daha açık, daha doğrudan'' bir dile kavuştuğunu bilmem fark ediyor musunuz? Burada sözü edilen açıklık ve şeffaflık durumunun daha dürüst ve ahlakilik içerdiği anlamına gelmediğini de hemen belirtelim. Ortada, tüm “irtica” hafakanlarına rağmen seküler aydın ve elitist zümrenin medyada kendini gösteren, başörtüsü (sembolizmi) üzerinden geliştirdiği ''dil''in ayrıntılarında inildiğinde toplumun kutsallarına karşı duruş/larında farklılaşma

Başörtüsü üzerinden yapılan tartışmaların gittikçe daha ''örtüsüz, daha açık, daha doğrudan'' bir dile kavuştuğunu bilmem fark ediyor musunuz? Burada sözü edilen açıklık ve şeffaflık durumunun daha dürüst ve ahlakilik içerdiği anlamına gelmediğini de hemen belirtelim. Ortada, tüm “irtica” hafakanlarına rağmen seküler aydın ve elitist zümrenin medyada kendini gösteren, başörtüsü (sembolizmi) üzerinden geliştirdiği ''dil''in ayrıntılarında inildiğinde toplumun kutsallarına karşı duruş/larında farklılaşma seziliyor.

Kim ne derse desin toplum karşısında devlet, toplum değerleriyle resmi ideoloji ilişkisi söz konusu olduğunda hiçbir zaman açık, şeffaf olmayan, bir tür ilk mektep müsameresini hatırlatan oyun sergilenir. Mesela çoğu kez dinin örtü emrinin veya başka dini vecibelerin saçma, modern çağa uymayan bir inanç olduğunu söyleyerek/emrederek halkın dini değerlerine karşı çıkmaması yeğlenir. Ancak kendince makul, inandırıcı, meşru gerekçelerini bularak bu “çağdışı inanç ve uygulamalar”ı engellemeye, vazgeçirmeye çalışılır. Başörtüsü konusunda resmi söylemin ve seküler aydınların tutumunun bunun en görünür örneği olduğunu söylemeye geçmeden önce, bizzat bu konuda hassas olduğu izlenimi veren çevrelerin tavrı da diğerleriyle örtüşür. Bu yönüyle hiç de açık, dürüst ve şeffaf olmayan bir tutum olarak; ekonomik alandaki dini ölçülerin çoktan aşı/n/ldığını hatırlatmakta yarar var. Türkiye''nin Özal''dan bu tarafa muhafazakar iktidarlar eliyle küresel sermayeye entegre olalı beri Veda Hutbesi''nden faizle ilgili bölümlerin sessizce ortadan kalkmış olmasına karşı tepkisizlik yeterince aydınlatıcı bence.

Başörtüsü örneğinde son günlerde gözlemlenen açıklık ve şeffaflık peşinen ahlaki tutarlılık anlamına gelmiyor bizim siyaset dilimiz açısından. Bu zamana kadar değişik biçimleriyle tesettür ve başörtüsüne doğrudan karşı çık/a/mayanlar belli argümanları kullanırlardı. Mesela örtünün “bir Arap adeti olduğu, bize Araplardan geldiği, çarşafın Ermenilerden geçtiği”ne kadar gayrı-millilik duygusu kaşınarak tahkir edilmeye çalışılırdı. Bunun son versiyonu siyasal simge olması… Üstelik modern toplumun en büyük alameti farikalarından olması gereken; bireyin, toplumun siyasallaşması/nı gerçekleştirmesi iddiasına rağmen, siyasal simge izafe edilen bir tercihin toplumsal hayattan yasaklanması modernlik sayılabiliyor, yasaklanması da postmodern darbeye havale edilebiliyor.

İşte tam bu noktada, son günlerde medyada kullanılan dil, siyasal simge üzerinden ''korku siyaseti'' yürütenlerin adeta ''korku duvarı''nı aştıklarını izlenimi veriyor. Yani, adına merkez denilen kimi çevreler, korku siyasetinin bir parçası olarak yürüttükleri irtica kaygılarına (mesela Yalçın Doğan, üniversitelilerin Cuma namazı kılma oranlarına bakıp çok kaygı duymuş) rağmen, kullandıkları ''din dili'' açısından toplum karşısında savunmacı bir strateji izleme gereğini duymuyor gibiler. Demek ki; artık toplum karşısında gelenek, Arap adeti gibi gerekçelere sığınmaya ihtiyacı duymadan, doğrudan toplumun değerleri/kutsallarına karşı açık dil kullanma cesareti gösterebilecek kadar kendilerinden emin görünüyorlar.

Söz gelimi, Almanya''daki Türk asıllı milletvekillerinin Müslüman kadınlara yönelik; “Alman toplumuna entegrasyonu engelleyen başörtülerini açmaları”nı isteyen çağrıları karşısında bu kesimin duyduğu coşku çok belliydi. Dün mahkemeye çıkarılıp beraat eden dünyaca ünlü yegane Sümeroloğumuzun yargılanmasını düşünce özgürlüğü adına karşı çıkanların öne çıkardıkları ''Başörtüsünün Sümerlerde genelev kadınları tarafından kullanıldığı” görüşü ''gizli bir onay''la sunuldu adeta. Oysa 92''lik Sümeroloğumuz camilerin bir tür fuhuş yuvası gibi kullanılmasını önermekteydi. Kasıtlı olarak öne çıkarılan cümle, bir bakıma yaşlı sümerologmuzun (Atatürk''ün korumasına aldığı kız çocuklarından biri olmasının da etkisi olmalı) “bilimsel otoritesi”ne sığınarak bir bilinç altının açığa çıkmasıdır.

Oysa, sadece bir tarih yazımı olarak, Kureyş döneminde ancak hür kadınların örtündüklerini söylemenin siyaseten (ve belki de hukuken ) yargısız infaz için yeterli sebep teşkil edebilir bu ülkede. Sümerler örneğini manşete taşıyacak kadar hicap konusunda açık davranmanın aynı zamanda neden dürüst olmak anlamını içermediği bu örnekte daha iyi anlaşılır. Açık olan husus, artık toplumun değerlerine karşı dolaylı dil kullanma ihtiyacı duymayacak kadar toplumdan/ve irtica tehlikesinden korkulmadığının ortaya çıkmış olmasıdır. Dünyanın hiç yerinde, hiçbir dürüst aydın eleştirel olma adına, toplumunun değerlerine, dini/kutsal hükümlere küstah bir üslup takınıp aşağılamaz.

Bu tavrın daha siyasi ve hassas boyutu olarak, Atatürk''ün din hakkındaki görüşleriyle ilgili sürdürülen tartışmayı da ekleyebiliriz. Mustafa Kemal''e ait olduğunu iddia ettikleri dini konulardaki görüşlerinin sansürlenmemesini, dolayısıyla din ve siyaset ilişkisinde açıklık önerenlerle Sümerologumuzun görüşüne sahip çıkanlarla benzer çizgide olmaları ilginçtir.. Artık, muhafazakar hükümet Cumhuriyet Bayramı''nda, doğrudan Mustafa Kemal''in ismine hutbe okuturken aynı günlerde O''na ait olduğu iddia edilen din karşıtı ifadelerin yayınlanması en azından seçkinler düzeyinde din-devlet-toplum ilişkisinde yeni bir evreye girdiğinin işareti olsa da bunun ''açıklık'' ve dürüstlük anlamına geldiği söylenemez…