|
Çağan Irmak ve Porcupine

Zone... Öte yani, ötedeki köy. Giden herkesin her dileğinin gerçekleştiği yer.

Derûnundaki dileğinin...

Zone, alelâde bir bölge değil, tamıtamına bir umut ülkesi.

Tek başına gidemezsin, bir rehberin, bir kılavuzun olmalı.

Bir stalker. Bir hâdi.

Daha önce gitmiş ve geri dönmüş, dönebilmiş biri.

Yolu tanıyan, izlere âşina biri.

Sadece doğru yolu gösterecek değil, aynı zamanda o yolu senin yanında seninle katedecek kişi.

Göstermekle yetinemez, bizzat götürmek zorunda.

İstediğini değil, bir tek isteyeni.

Talib olanı.

* * *

Tarkovsky iki stalker''dan söz eder.

Biri, malum, ''profesör'' ile ''yazar''ı bölgeye götüreni. Filmin başrolündeki kişi.

Diğeri de en nihayetinde zengin olanı.

Porcupine.

Üzerine hiç konuşulmamıştır onun. Susulan''dır.

Bu nedenle Stalker''ın tam da karşıtıdır Porcupine.

Biri umut verir, umudunu kaybetmemek için. Amacına, amaç-dışı ikincil yararlar eklemekten kaçınır. Hani şu ihlâs denilen nitelik var ya, işte onun gereğini yerine getirir; eylemi kendi amacına has kılar.

Masal adamıdır stalker.

Anlatmakla yetinmez, yaşar da. Umut ettiğinin değil, bizzat umudun peşindedir.

Umut yiterse her şey yitecektir de ondan.

Umut için yaşar, umudu yaşatmak için...

Akla değil, muhayyileye yaslanır bu yüzden. Hayâle. Umudun kökenine yani.

* * *

Porcupine öyle değildir. O nasıl olmuşsa zengin olmayı dilemiş, dileği de yerine gelmiştir.

Himmeti neyleyim deyû buğdayı tercih etmiştir.

Başarılarından başı dönmüş, şımarmıştır.

Umut Ülkesi''nin vaadi vardır; orada dileyene dilediği verilecektir!

Porcupine de buğdayına kavuşmuştur.

Peki sonra? Sonrası hiç de iç açıcı olmamıştır. Porcupine kendi elleriyle kendi yaşamına son vermiştir.

Düşü, hayali, umudu, masalı ikincil amaçlara feda eden bir masalcının sonudur bu. Kendi anlattığı masala inanmayan her masalcının sonu gibi.

* * *

Prensesin Uykusu filmini seyrettikten sonra, nedense, Çağan Irmak''ın kendi anlattığı masala inanmayan bir ruhla bu filmi çektiğini düşündüm.

Çekimler, kurgu, hatta diyaloglardaki o özensiz Türkçe, o baştan savma üslup (gibi kusurlar) değil, bizatihi masala, masalın temsil ve tasvir ettiği umuda hürmetsizlikti beni böyle düşündüren.

Oysa birkaç yıl önce Ulak filmini seyrettiğimde iki yazı yazmış, Çağan Irmak''ı da masala ve umuda hürmetinden dolayı selâmlamıştım.

- “Çağan Irmak (...) bize masal söylüyor. Kararınca, kaderince.

Türk seyircisine masalın da, umudun da bir geleneği olduğunu, sırf bu yüzden bir geleceği de olacağını hatırlattığı için teşekkürler.” (2 Şubat 2008)

Ulak filmi için de yine bu köşeden okurlara şöyle seslenmiştim:

- “Sırf insana dair umudumuzu canlandırmak istediği için, bizden sadece masallara saygı duymamızı taleb ettiği için dahî Ulak seyredilmeli.”

İmdi, Prensesin Uykusu gibi kötü çekilmiş kötü bir film nedeniyle umudumu kaybetmiş değilim, nitekim zaten bu nedenle bu eleştiriyi yapıyorum.

Sığlaşmanın bedeli vardır. Kendi çevresinde döner kalır insan, ve o durumda başkalarına gerek kalmaksızın bizzat yolun kendisi yolcuyu terbiye eder.

Övgülerle değil, eleştiriyle olgunlaşır insan. Oysa eleştiri kadar övgü de yıkar insanı. En kötüsü şımartır.

Şımarıklığın acıtıcı tarafı, insanın masala ve umuda hürmetini azaltmasıdır. Hurafenin, mitin gücünden kuşkuya düşmesidir.

* * *

Çağımızda umudu canlı tutacak iki kaynak var. Hikmetin huzmelerini seyredebileceğimiz iki alan.

Din ve Sanat.

İkisi de umut verir. İkisi de gerçeğin sınırlarını aşar. İkisi de ''anlatı''nın özünü kutsar.

Bezirganların iştihasını uyandıran iki meyve bahçesi gibidir din ve sanat.

Çarşının iştihasını.

Tarkovsky''nin Stalker''a karşıt olarak yarattığı Porcupine karakteri, sırf bu yüzden din ve sanat bezirgânlarıyla eşleştirilebilecek bir nitelik arzeder.

Masalcının inandırıcılığı, masalına evvelâ kendisinin de inanmasını gerektirir.

İnanmazsan nasıl yabancılabilirsin ey talib? Yabancılaşmazsan, peki o takdirde nasıl inanabilirsin?

* * *

Prensesin Uykusu''nun en büyük günahı bir masalın safiyetinden yoksun olması.

Masalın o hürmet duyulası ciddiyetinden.

Yanlış okumadınız, evet, her masalın kendine has bir ciddiyeti vardır. Umudun. Hayalin. Bu yüzden de sanatın.

Masal özünü kaybetmeye görsün, o anda Mecnun safari yolculuğuna çıkan turist kafilesine hicaz çöllerini gezdiren bir rehbere dönüşür, Ferhad ise dağdan çıkardığı toprağı kamyon kamyon çevre köylere satmaya çalışan bir müteahhite...

Altın bulmak amacıyla erenlerin türbesine kazma vurmamalı bu yüzden! Masala ve umuda hürmeti aslâ elden bırakmamalı. Porcupine''nin değil, Stalker''ın sözüne inanmalı!

* * *

Kutsal vadiye ayak basmışsan, hemen nalınlarını çıkarmalısın!

Kutsal vadiye, yani masalın ve umudun toprağına...

Gururu incinecek olsa bile kutsal vadideyken Çağan Irmak da ayağındaki o kalın deri çizmeleri çıkarmalı!

Nalın olsaydı kolaydı belki ama ayağındakiler bu sefer çizme. Sözde başarılar.

Ne ki bu yolda ancak çıplak ayakla yürünebileceğini unutmamalı. Tevazuyla.

Sırf masalın ve umudun adına.

En nihayet, uykuyu ve düşleri ciddiye almalı. Şefkatle.

VE elbette sanata hürmeten.

Not: 7 Aralık''ta, 18.30''da. Taksim-Tünel''de. İkonoloji ve İkonografi.

13 yıl önce
Çağan Irmak ve Porcupine
‘1 gün savaşı’…
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?