|
Delâlet, dalâlet ve hidâyet

Gazetelerde yer alan kültür ve sanat haberlerini mümkün olduğu kadarıyla takip ediyorum. Geçen gün vefat eden TRT’nin eski spikerlerinden Aytaç Kardüz ile ilgili haberi de dikkatle okudum. Hanım Efendi’yi yakından tanıyan Sayın İlber Ortaylı, Hürriyet gazetesine yaptığı açıklamada şunları söylüyor:

“Aytaç, Türkçe’ye çok dikkat ederdi. Vurgulamaları, tonlamaları doğruydu. Osmanlıca kelimeleri doğru telâffuza çok dikkat ediyordu. Aytaç, bu spiker ekolünün sonuncusudur. Aytaç’la korkarım ki, bu gelenek son temsilcilerinden birini kaybetti. Şimdi medyada Türkçe’yi yutarak konuşanlar, söylediğinden, konuştuğundan, ifâde ettiğinden çok kendi makyajına ve görünümüne dikkat eden insanlar hâkim. Bu, Türk gençliğinin de yanlış bir dil ve telâffuz duymasının nedenidir. Birçok zararı olacak. İnşâllah Aytaç’ı her zaman hatırlayacağız. Fakat bu ekolün onun ve arkadaşlarının hep aranması temenni edilmeyecek bir şey. Yerini aynı kalitede insanların doldurmasını temenni ediyorum.”

İlber Ortaylı doğru söylüyor. TRT’nin eski spikerleri Türkçe’nin doğru kullanılmasına önem veriyorlar, özellikle Osmanlıca kelimelerin telâffuzuna çok dikkat ediyorlardı. Aytaç Hanım gibi Jülide Gülizar da bu konuda aynı hassasiyete sahipti. Sadece hanım spikerler değil, erkek meslektaşları da telâffuz yahut diksiyon konusunda son derece dikkatliydi. Şimdi bakınız bu cümlede yer alan “telâffuz” kelimesinin ikinci hecesindeki “a”yı kalın bir sesle okursanız, kelime musıkisini kaybeder ve kulak tırmalayıcı olur. Bu konuda verilecek nâhoş örneklerin sayısı o kadar fazla ki, hepsini sıralamak için ayrıca bir “telâffuznâme” yazmak gerekir.

Pandemi sürecinde haber spikerlerinin yanlış kullandıkları kelimelerden biri de “vak’a” idi. Bugünlerde de aynı hatalı ifâdeye devam ediliyor, “vâkıa” diye söyleniyor. Hâlbuki, “vâkıa” olay, hadise, durum, demektir, “vak’a” ise; vukû bulan, meydana gelen, geri çevrilmesi mümkün olmayan olay, olgu, gerçi, her ne kadar gibi anlamlara gelmektedir. Bakınız Âkif merhum bir şiirinde bunu nasıl kullanmış:

“Vâkıâ hasmı da gürbüz delikanlıydı ammâ

Âsım’ın savleti kuvvet mi sorar hiç adama”

Daha neler neler… “Asgarî ücret”i, “askeri ücret” diye okuyan haber sunucularından da haberim var. Kulak tırmalayan ve bu minval üzere uzayıp giden telâffuz yanlışlarını, diksiyon fâciasını önlemenin tek yolu var, o da Osmanlı Türkçesini mükemmel şekilde öğrenmekten geçiyor. Aksi takdirde “Kâzım”a “Gazım”, “Hakkâri”ye “Haggâri” demeye devam ederiz.

Bu konu açılmışken şu hususu da belirtmek isterim. Eskiden spikerler görevlerini oturarak yaparlardı. Şimdikiler de dolaşarak, hatta şov yaparak haber sunuyorlar. Dinleyici yahut seyirci göz takibi yapmak zorunda kaldığı için kulaklara dinleme hakkını tam veremiyor.

Dil faciasına, telâffuz hatalarına, Türkçe zevksizliğine sadece sözlü basında rastlamıyoruz. Bu türlü bilgi yanlışlıklarıyla bozuk ifadelerle, üslûp derbederliğiyle kitaplarda da, gazete ve dergilerde de sık sık karşılaşıyoruz. İşte bir örnek: Cümlenin doğrusu “Seçim sath-ı mâiline girdik” olduğu halde bir köşe yazarı arkadaşımız, “Seçim sath-ı mahalline girdik” deyip duruyor. Yanlış, yanlış, yanlış…

Haydi diyelim günlük gazeteler günlük olduğu için bu türlü dil yanlışları o kadar dikkat çekmez. Peki, kitaplardaki, özellikle “mütercem” eserlerdeki Türkçe faciasına ne diyeceksiniz. Bakınız mütercem kelimesini tırnak içine aldım. Bu kelime Arap harfleriyle yazılınca “mütercim” diye de okunur ve “tercüme eden kimse” anlamına gelir. Keza “mütercem” diye de okunur ve “tercüme edilmiş” mânâsına gelir. Peki, ama “mütercim” mi yahut “mütercem” mi olduğunu nasıl anlayacağız diye sorarsanız, kelimenin siyakından ve sibakından bu kolayca anlaşılır, diye cevap verebilirim. “Siyak” ve “sibak” ne demektir, diye ikinci bir soru yöneltirseniz -biraz canım sıkılmakla beraber- “Efendi, sizin evde sözlük yok mu?” diye cevap veririm veya Osmanlıca kurslarına davet ederim.

Yanlış kullanılan kelimelere bir iki örnek daha vereceğim ama müsaadenizle önce Yahya Kemâl’den bu konuyla ilgili bir anekdot nakledeyim.

Büyük şairimiz bir gün, bir lokantaya gider. Garsona pilav getirmesini söyler. Az sonra önüne konulan tabağına kaşığını daldırır. Tam da ağzına götürürken kaşığında kıl görür. “Lâ havle” çekip kılı attıktan sonra yemeye başlar. Bir iki kaşık yedikten sonra pilavdan ikinci, hatta üçüncü kıl çıkınca şairimiz de çileden çıkar. Garsonu yanına çağırıp azarlayıcı bir üslûpla şöyle der:

-Evlâdım! Bu kılları pilavın içine niçin karıştırıyorsunuz? Ayrı bir tabakla getirin ki, biz istediğimiz kadar yiyelim!

Baştan sona imlâ hatalarıyla, cümle yanlışlarıyla dolu bir kitabın da kıllı pilavdan ne farkı vardır? Nasıl, öyle bir yemek midemizi altüst ederse, böyle bir kitap da okuma zevkimizi dumura uğratır. Yemek içmek bedenî bir ihtiyaç olduğu gibi, yanlıştan kaçınmak, hataları -hiç değilse- asgarîye indirmek de medenî bir hareket tarzıdır.

Geçenlerde Osmanlıca aslından sadeleştirilen bir eseri -konusu ilgimi çektiği için- okumaya başladım. Hay başlamaz olaydım. Daha ilk satırda “ahvâl ve şerait” sözü “ahvâl ve şeriat” olmuş. Gariban dizgici, “şart” kelimesinin “şerait” diye çoğul yapıldığını nereden bilsin. Eskiden bu türlü, hatta her türlü yanlışlıkları dikkatle ve ciddiyetle düzelten musahhihler vardı. Daha sonra “musahhih”i “düzeltmen” yaptık, o da bana ne düzeltmem diyor, biz de mecburen pirincin taşını ayıklamak zorunda kalıyoruz. Aynı kitapta, diğer bir cümle de şöyleydi: “Allah’a, yarın huzûr-u mahşerde hesap vereceksin!” Bu da yanlış bir kullanımdı. “Huzur-u mahşer” değil, “Rûz-i mahşer” olmalıydı. Yine aynı eserde “mevta”, “mefta” olmuş. “Medfun” da “meftun” diye yazılmış. Yanlış yapmaya ne çok meftunuz (!). “Tanzimat”ı, “tazminat” yapanlar olduğu gibi, “Delâlet”i, “dalâlet”e çevirenlere de rastlıyoruz. Bu da tabii ki o kişinin cehâletine “delâlet” ediyor. Bakınız divânında Fuzûlî ne güzel söylemiş.

“Ben aklımdan isterim delâlet

Aklım bana gösterir dalâlet”

Rabbim cümlemizi dalâlete düşmekten muhafaza buyursun, bidayette olduğu gibi, hidâyetten ayırmasın. Âmin!..

#TRT
#Aytaç Kardüz
#İlber Ortaylı
#Türkçe
2 yıl önce
Delâlet, dalâlet ve hidâyet
Ahlaklı olmak bilgiyi bilmekten önce gelir
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?