|
Bir filozof ve bir şeyh: Foucault ve Emin Acar Efendi

1990’ların sonunda, Ankara Hacı Bayram Veli Camii’nin yanındaki iki katlı metruk bir toprak evde onunla tanışmıştım. Bu evin küçük odaları ve dar koridorları vardı. 28 Şubat olunca, bu metruk topraklı evin kapısının üstüne Psikiyatr Dr. Emin Acar Muayenehanesi levhası asıldı. Emin Bey denirdi kendisine ya da efendim. Psikiyatr alanında uzmanlık yapmıştı. Milli Nizam Partisi’nin kuruluşunda yer almıştı. 1973 seçimlerinde MSP’de vekil olmuştu. Daha sonra siyaseti tamamen bırakmıştı. Ama bir çok siyasetçi, bu yarı yıkık eve gelerek ona danışırdı. Kimileriyle ben de karşılaştım. Vekiller, bürokratlar, fakirler ve meczuplardan oluşan bir ortam vardı. Tam da Foucault’u keşfettiğim yıllardı. Foucault Emin Acar Efendi’yi tanısaydı ve bu ortamı görseydi çok etkilenirdi ve belki de Müslüman olurdu diye düşünmüştüm bir ziyaretimde. Çünkü burada iktidar dümdüzdü. Ne hiyerarşi ne de protokol vardı. Üstelik meczuplar da vekillerle ve şeyhle eşit mesafede konuşuyordu. Foucault da iktidarın ürettiği hiyerarşi, normal-anormal ve disiplin ilişkilerini ifşa ediyordu. Bu ilişkilerin ötesine uzanmak istiyordu.

Bu metruk zamane tekkesinde, tüm sınıflar vardı ve hiyerarşinin esamesi okunmuyordu. Bize ikram edilenler de bunun bir parçasıydı. Somun ekmek gelişi güzel birkaç parçaya bölünerek bir geniş kaba konur, yanında mercimeğin de olduğu bir karışıma batırılarak yenirdi. Henüz daha kuş burnunun yaygın olmadığı zamanlarda kuş burnu ve kuru üzümün karıştırılarak hoşaf yapıldığı şerbeti de burada içmiştim. Yıkık kerpiçli ev, vekiller ve meczuplar, elle bölünen ekmekler ve hoşaf… Tam aradığım yerdi. Çok hoşuma gitmişti. Sanki kitap sayfalarında asırlar öncesinin tekkelerinde okuduğumuz mütevazılık ve muhabbet buraya akmıştı. Herkes konuşurdu, sohbete katılırdı. Emin Efendi de muhatap alırdı konuşmaları.

Emin Acar Efendi, tanıştığımda 70 yaşlarındaydı. Çok dinçti. Bir öğlen namazı için Dr. İlker Yalçın, bendeniz ve O, Hacı Bayram Veli Camisi’ne giderken arkadan ona yetişmek için neredeyse koşuyorduk. Hep gülümseyen bir çehresi vardı. Beyaz sakalları, geniş alnı ve uzun boyuyla çevresini doldururdu.

28 Şubat’ın kasvetli günlerinde o metruk topraklı evdeki gülümseyen çehre içimi aydınlatıyordu. Yurtdışından döndüğüm 2002 yılında, bu defa hanımla ve bizim ortanca oğlan Habipcan’la onu ziyarete gittik. Bana hiç adını duymadığım Fuat Sezgin Hoca’dan bahsetti. “Artık üniversiteye girme ısrarını bırakayım mı efendim” dediğim zaman, “memurluk peygamber mesleğidir. Memlekete karşı mesuliyetimiz var. Sakın bırakma” diye cevap vermişti.

Üniversiteye intisap etmiştim ve hayatımda ilk defa depresyonla tanışıyordum. Oysa o kadar engel, hayal kırıklığı ve işsizlik dönemlerimde bile depresyona girmemiştim. Doçentlik başvurusu yapmıştım ve neredeyse bir buçuk yıla yaklaşıyordu ama hiçbir cevap alamıyordum. Sanırım yıllar içinde yaşadığım engeller üzerimde büyük etki bırakmıştı. Bu son engelleme ile bedenim derinden sarsılmıştı. Böyle bir zamanda, 2004 yılında yolum Ankara’ya düşmüştü. TRT, Kütahya Yetiştirme Yurdu’nda yaptığım bir araştırma üzerine benimle program yapmak için çağırmıştı. Ankara’ya varınca Emin Acar Efendi’yi ziyarete gittim. Yalnızdı. Baş başa konuşma imkânı buldum. Durumumu anlattım, doktorların bana depresyon teşhisi koyduklarını söyledim. Güldü. “Gel seni muayene edeyim” dedi. Yarı üst kat bir odaya aldı beni. Sandalyede oturdum. Çekmecesinden çıkardığı metal çekici ile dizime vurdu. Sonra da ”adet yerini bulsun, muayene ücretini de bırak şuraya” dedi. Yine iyimserliğiyle konuştu. Yüzündeki gülümseme aydınlığıyla beraber içime aktı. “Bir şeyin yok, sabahları aç karna bir bardak limon sık ve iç” dedi.

Emin Acar Efendi’yi bir iki defa yine ziyaret etmiştim. Bir Bayrami şeyhiydi. Ama kendisini şeyh diye anmazdı. Fatih’in İstanbul’u fethederken yanında bulunan Akşemsettin’in kurucusu olduğu Bayramiliğin son şeyhiydi bildiğim. Çok net hatırladığım bir şey söylemişti: ”Biz Tarikatı Muhammediyeyiz. Allah ve Resulü’nün peşinden gideriz. Bunlara uymayan bize de uymaz”. İşte bugün tarikatlarda yaşanan sarsıntıların içinden çıkmanın yolu bu tezde saklı: Tarikat-ı Muhammediye tezi. Bir dahaki yazıda bu tezin sufi sosyolojideki anlamı üzerinde duracağız.

Emin Acar Efendi, 2016 yılında o da tüm ölümlüler gibi “ontolojik göç” kervanına katıldı. Bir sufi mirastı, Bayramiliğin modern zamanlarda insan sıkıntılarına kol kanat geren varlığıydı. Meczupla vekili, zenginle fakiri kerpiçli yıkık evin içinde kardeş yapmıştı.

#Emin Acar Efendi
#Foucault
#Üniversite
#Hacı Bayram Veli Camii
4 yıl önce
Bir filozof ve bir şeyh: Foucault ve Emin Acar Efendi
Ben kimim Asuman nedir?
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak