Bir yazar Türkiye'yi kendi mağarasında tasvir etmiş: Türkiye her şeyi ile 12 Eylül rejimi olarak devam ediyor. Soğuk savaş kuralları ile yönetiliyor. Yazar hızını almayıp kuşak sosyolojisi yapıyor bir de. Türkiye'yi yöneten kuşak sosyolojisi denemesine girişmiş. Ona göre bu kuşak ortayaşlı ve bıyıklı erkeklerden oluşuyor. Özgürlüğe yol vermeyen otoriter ailelerden yetişmişler. İktidar onların elinde.
Orta yaşlı bıyıklı erkek kuşağı denen olgu, muhafazakarlara tekabül ettiği varsayılıyor. Yazar, bir kuşağın hikayesini kendi beyaz hikayesi içine yerleştirerek anlatıyor. Bu kuşağı yüzeysel okuyor. Erkek diyor, yaş diyor, son model araba diyor ve aslında eski model kafa demeye getiriyor. Oysa bu kuşak, kente göçle beraber sınır bağlarını darmadağın etmiştir. Ne köy, ne kır, ne de geleneksel aile! Yurtlarda tek başınadır, İmam Hatip Liselerinde kendi başına elbiselerini yıkar ve kendi başına yiyip içer. Kitaplar alır, kitaplar okur, kitapları elden ele dolaşır. Ailesinden uzak ve özgür bir biçimde yaşar. 1970 ve 80ler arasının savruk siyasi havası içinde savruk bir özgürlüğü vardır. Sonuna kadar değişimden yanadır. Hatta devrimin peşindedir.
Bu kuşak, ailesinden kaçamak yaptığı gibi yurttan da kaçamak yapar. İmam Hatip yurdundan kaçarak sinemaya gider. Sigara içmenin, film izlemenin ve arkadaşlarıyla takılmanın hazzını yaşar. Devleti kurtarmak için bütün hayatını yakmayı göze alır. Bazen kürsülere çıkıp konuşur, bazen köylerde camilere gidip hutbelere çıkıp vaaz verir, bazen de elinde broşürler dağıtır. Kurşunların sokaklarda sektiği ve duvarları delik deşik ettiği zamanlar da o da “tek yol İslam” diye slogan atar. Cesaretin doruğundadır. Ne baba, ne anne ne de öğretmen. Ne sıkı kurallar ne de dershane de test çözmeler…Milleti ve dini beraber kurtaran bir dava adamıdır!
Bu kuşağın hayatında çok şey beraberdir. Hem siyaset var, hem sinema var, hem de futbol. Top oynamak için kimi zaman eşofmanlarını merdiven altında gizler. Top oynadığı için belki de babasından dayak bile yer. Çünkü babası okusun ve ekmek sahibi olsun ister. Her şey kaçamak, her şey firari her şey illegal ve her şey davadır bu kuşak için. Bu nedenle ne korku, ne kanun ne de sınır tanır bu kuşak. Zor zamanlar içinden geçer bu kuşak. Gece karanlığında üstünde yeşil parkalar, elinde içi boya dolu kaplar ve fırçalarla yürürken her an polisin ve karşıt grupların korkusunu duyar ensesinde. Aslında bunlara aldırış etmez. Çünkü onun için hayat bir davadır. Ona zevk veren bu dava heyecanıdır. Arzunun davayla, imanla, mücadeleyle ve illegaliteyle birleştiği an içinde yaşar.
İşte “orta yaşlı bıyıklı erkekler” bunlar. Bugünün Türkiye'sini yöneten kuşakların sosyolojisi budur. Bu kuşak ne soğuk savaş planlarına sığmıştır ne de Kemalizm'in planlarına. Hoyrat ve delidoludur. Gözü pektir. 12 Eylülde yargılansa da, 28 Şubat bu kuşağın üzerinden buldozer gibi geçse de yine de ayakta kalmayı başarır. Davalarını, cesaretlerini, tek başlarına yetişmekle elde etikleri kabiliyetler, vaaz verme ve şiir okumayı, sinemaya gitmeyle camiye gitmeyi, futbol oynamakla afiş aşmayı vs. beraber yaptıkları için gelenek ve modernliği telifin yolunu kavradılar. Türkiye'ye inanıyorlardı, İslam'a inanıyorlardı, başarıya ve geleceğe inanıyorlardı. Bu inançlarını yönetime taşıdılar. Başardılar!