Fotoğrafta gördüğümüz özgün mimariye ait kabri şerif, Peygamber Efendimizin amcasının oğlu Kusem Bin Abbas’ın kabridir. Şah-ı Zinde adı verilen sade ve görkemli bu yapı, artık Ramazan- Şerif’in son günlerine girmiş olsak da, İstanbul ve Ankara’dan misafir ettiğim tüm konuklarımızla birlikte ziyaret ettiğimiz ilk mekan oldu, olmaya devam ediyor. Bu mavilik, aslında bir nevi Semerkand’a giriş yaparken diz kırmanız, selam vermeniz, bereketlenmeniz gereken ilk kapı bir anlamda. Varolsun, Miraçhan hoca, normal şartlarda sadece belirli özel günlerde açılan türbenin iç kapısını, her mihmânımız için açtı, Türkiye’den gelen tüm misafirlerle yakından ilgilendi. Miraçhan hocanın muhabbet ve ilgisi aslında burada İstanbul kelimesi duyulduğunda her Özbek’te karşımıza çıkan bir doğallık. Semerkant’ın mührü gibi, şehri her daim seyreyleyen konumuyla Şah-ı Zinde için, TDV İslam Ansiklopedisi şu önemli bilgileri veriyor.
Görkemli mimarisi, turkuazın binbir haleye büründüğü tezyinatı, makamın çevresinde inşa edilen mekanların uyumu, süreklilik ve akışkanlık duygusu uyandıran sükuneti ile Şah-ı Zinde’de geçtiğimiz günlerde o muhteşem kıraati ile Miraçhan hocanın imametinde teravih kılmak nasip oldu. Dahası, Kadızade-i Rûmî’nin kabrinin yanıbaşında kılınan o teravih namazını, TVNET ekibi tam zamanlı olarak kaydetti. İzleyicimizle buluşturacağımız o kıraati dinlerken ben her nedense yine bir Cuma namazında kaydettiğim yüzde karşılaştığım o yüzdeki haritayı düşündüm. 1938 Sovyetinin katlettiği 30 bin Özbek aydını arasında binlerce sufi ve derviş de vardı. Değil namaz kılmak ya da Kuran’ı Kerim okumak, hayatını kaybeden babanızın cenaze namazına katılmanızın dahî, işinizi ve geleceğinizi kaybetmenize neden olduğu coğrafyada bugün, açık havada teravih namazı kılmak bölge için çok kıymetli. Daha kıymetli olansa, cemaatin önemli kısmının çocuklar ve gençlerden oluşuyor olması. O ihtiyarların yüzlerindeki harita, dileriz, gayret ederiz, dua ederiz ki, o gençlerin omuzlarında bir ideale, bir yaşam biçimine ve bir tarihe dönüşse.