|
Son hafıza bükücü: Recep Tayyip Erdoğan

Allah, ona bereketli, uzun, hayırlı ömürler versin. Hayatını adadığı ilim ve irfan halkasından nasiplenmeyi bahşetsin. İsmi anıldığında, Selçuklu – Osmanlı medrese geleneğinin bütün öncülerinin karşısında diz çökmüş ve kendinizi bir rahlede ders dinlemeye hazır halde hissettiğiniz, hocaların hocası bir alimden sözediyorum. Emin Saraç hocadan. Fatih Camii'nin kubbelerini andıran kuşatıcılığı ve bütünleştiriciliği ile, yaşayan son Osmanlı alimlerinden olan Emin Saraç hocadan yani. Saraç hoca ki, ilerlemiş yaşına rağmen, yıllar boyunca Fatih Camii'ndeki derslerini hiçbir zaman aksatmamış ve adeta asırlık bir nöbet tutmuş ve bu nöbete devam ediyor. Dedim ya, Allah, hocaya, bereketli, sıhhatli, uzun ömürler versin. Bir süredir bir belgesel taslağı üzerinde çalışıyorum. Binlerce yıllık büyük pınarın son nehirlerinden Emin Saraç hocanın hayatının izini süren belgesel için çalışırken, Saraç hocanın yakın zaman önce katıldığı bir programda kurduğu cümleler çıktı karşıma. Hocanın anlattıkları biraz da rahmetli dedemin, Terzi Nevzat dedemin anlattıkları ile birebir örtüşüyordu. Çünkü, rahmetli dedemi tanımlarken zihnime düşen şeyler, gündelik hayatının çok büyük bir bölümünü kaplayan, yıpranmış yapraklarıyla yıllanmış Riyazü-s Salihin ciltleri demekti, İhya demekti. Hafızası çok güçlüydü, çocukluğunu, gençliğini anlatırken, 1930'da Kosova'dan Bursa'ya göçen bir ailenin hayatına, o yıllarda Kur'an öğretmenin, öğrenmenin nasıl bir kahramanlık olduğuna tanıklık edebilirdiniz. O kuşağı tanımlarken kurulacak cümlenin ilk kelimesi kesinlikle; hafızadır. Hafıza, her anlamı ve her çağrışımıyla, “hafıza”.



Emin Saraç hoca diyor ki, “Hepimiz Anadolu'dan geldik. Ben de Tokat'tan geldim. Çocukluğumda bizim Kur'an okumamız yasaktı. Babam da dedem de bu yüzden hapse girmişti. O imtihanlardan geçtik. Şimdi ise Allah bizi aydınlığa çıkardı. Artık ülkemizde Kur'an-ı Kerim okuyan bir Cumhurbaşkanı var, Cumhurbaşkanımızın Kur'an-ı Kerim'i ezberlemekle meşgul olduğunun haberini aldım.”



Hoca, aslında bugün ekranları, kelimenin her anlamıyla adeta işgal eden emekli Kemalist askerlerin, o buyurganlıklarına ders verir gibi, hafıza tazeliyor. Yakın tarihin kurucu günlerini hatırlatıyor; hatırlatıyor ki, bugün tam olarak nerede bulunduğumuz idrak edilebilsin.



Tam olarak neredeyiz?



Recep Tayyip Erdoğan'ın, milletiyle birlikte verdiği büyük savaşın hafıza tazelediği ve hafıza inşa ettiği günlerdeyiz. Belki, gündelik medya – televizyon dünyasının polemik harcı olarak kullanılıp geride bırakılıyor ama, Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta yaptığı “Lozan hezimeti” açıklaması, ne ilk ne de son çıkışı. Aynı Erdoğan, birkaç yıl evvel, alkol – sigara tartışmalarının ortasında, “iki ayyaş” ifadesini kullanmış ve bu ülkenin gündelik sözlü (tarih) kültüründeki, yani hafızasındaki çok temel ve köklü bir inancı dile getirmişti. Aslında, Recep Tayyip Erdoğan'ın sıklıkla yaptığı bir şeydir bu. Mesela, 2013'te, Balkan Savaşları'nın 100. yılı sebebiyle bulunduğu Edirne'de tam olarak şunları söylemişti: “

100 yıl önce, 1913'te Enver Paşa, işgal altındaki toprakları kurtarmak için bir harekat düzenlemişti, Edirne'yi yeniden almak için ilerlerken bazıları 'Edirne'ye Enver gireceğine, Bulgar girsin' diyordu. Yeter ki Enver başarılı olmasın. Osmanlı parçalansın, yok olsun da kazanan her kim olursa olsun. 100 yıl önce bu topraklarda bunu söyleyenler vardı. Şu anda da aynen bu tavrı gösterenler var. Hükümet başarılı olmasın da 'Türkiye'ye ne olursa olsun' diyenler var. 'Hükümet kazanmasın da millete ne olursa olsun' diyenler var. Meselesi Türkiye olmayanlar, kendi şahsi hırslarını öne çıkarıp Türkiye'nin çıkarlarını ayaklarının altında çiğneyebiliyorlar. Hükümete zarar vermek adına kendi milletine zarar vermekten çekinmeyecek kadar izanlarını yitiriyorlar



Erdoğan, resmi tarihin, yüzlerce kaynak kitabın ve sonu gelmeyen ithamların muhatabı olan Enver Paşa'yı da, kendi hafızasının, bu ülkenin hafızasının içinde görmektedir, ana karakterlerinden biri olarak konumlandırmaktadır. Abdülhamid Han ve Akif arasındaki, onca şeye rağmen, Akif'i ne kadar önemsiyorsa, Abdülhamid'i de en az o kadar önemsiyor, her iki ismi de bir adeta bir bayrak, bir sembol, bir rol model olarak görmekte ve göstermektedir. Tarihin, akademinin, kitapların bir gerçeği olan onca gerilime ve hatta karşıtlığa rağmen, Erdoğan, Necmettin Erbakan'ın bıraktığı yerden, o büyük hafızayı inşa ederken, o büyük hafızayı tazelerken, bu toprakların hamuruna bir şekilde maya çalan bütün kurucu isimleri güncelleştirmekte, kitleselleştirme ve bir yanıyla “yaşatmaktadır”. Kadir Mısıroğlu'nun Osmanlı ve Lozan külliyatı, Mustafa Müftüoğlu'nun “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” kitaplığı, farklı zamanlarda, farklı cümlelerle, Erdoğan'ın kültleşmiş konuşmalarında yer bulmaktadır. Ömer Seyfettin'in Pembe İncili Kaftan'ı, bir yönüyle bugüne düşmüş ve bunun adı “one minute” olmuştur. Bir çok Osmanlı padişahının Batı'ya, Avrupa'ya ve dünyaya minnet etmeyişinin örneğini BM konuşmalarında izlerken, zihin haritasının ufkunu Afrika'ya Uzak Asya'ya sererken, Necip Fazıl'ın, Arif Nihat Asya'nın, Sezai Karakoç'un, Akif İnan'ın, Erdem Beyazıt'ın… bir ömür adadığı “davayı”, yine bizzat Erdoğan'dan dinlemekteyizdir.



Yüzlerce yıllık, binlerce yıllık bu hafızanın çekirdeğini oluşturan, onlarca, yüzlerce örnek bulmak mümkün. Fakat bugün, mümkün olandan çok daha fazlasını yapmamızın gerektiği bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye'nin son 10 yılının, Recep Tayyip Erdoğan'ın tüm mücadelesinin tek cümlelik özeti de bu aslında. Mümkün olandan fazlasını yap. Bunu her zaman, her durumda yap. 15 Temmuz, tam da bunun adıdır. 15 Temmuz, “

hafızanın büküldüğü gündür

”. Bedr'in aslanları, Çanakkale, vatan türküleri, selalar, şehitler, zikirler, evratlar, gençler, anneler, babalar, dedelerle… Bir vatan toprağının, binlerce yıl boyunca, toprağın altında ve üstünde biriktirdiği bütün varlığını seferber ettiği gündür. Binlerce yıllık hafızanın seferber olduğu gündür. “

Son hafıza bükücü

” olarak Recep Tayyip Erdoğan'ın (ve Devlet Bahçeli'nin) bu hafızayı seferberliğe davet ettiği gündür.



Şehit evlerinde Kur'an okuyan başkomutan için, Emin Saraç hoca ne diyordu;



“Derdimiz çok ama umudumuz da çok. Şimdi tan yeri ağardı, güneş doğacak. Reisicumhurumuz Kur'anı Kerim okuyor. Hatta Cumhurbaşkanımızın Kur'an-ı Kerim'i ezberlemekle meşgul olduğunun haberini aldım. Bize geldiği zaman kendisinden bize de Kur'an okumasını istedim. Sonra da bize tilavette bulundu. Huşu ile dinledik. Güneş ne kadar berrak ise bizim gideceğimiz yol da o kadar aydınlık. Allah'ın ipine sımsıkı sarılacağız

.”




#Emin Saraç
#Recep Tayyip Erdoğan
8 yıl önce
Son hafıza bükücü: Recep Tayyip Erdoğan
Dünyanın mağduruna kucak aç(ma)mak
Azerbaycan’da 15 Temmuz’u anmak...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı