|
Kırk birinci saat

“Ben Kristof Kolomb’un uşağı değilim / ben ırmakçıyım, denizci değilim”

Denizi sevmediğinden değil. Ondan değil. Bir ırmak gibi akan insanlık birikimine bir katkı sağlamanın derdi onunkisi. O yüzden ırmakçı. Akıp gidenle birlikte akıp gitmek için değil. Ondan değil. Akıp giden akıp giderken “ben buradaydım ve üzerime düşeni yapmanın derdini bir mermi gibi taşıyarak yaşadım hayatımı” diyebilmek için.

Ali olmaktan düşler kuran bir düşbaz o. Kandan elbiseler giyen biri. Çocuk yüreğinin ateş aldığı parasız ve yatılı günlerinde beş bin, on bin, yirmi bin yıla sırtını dayayan, ekmeğini oradan usul usul yontan sivil bir cesaret o. Herkesin dediğini dememek itiyadında. Herkesin yaptığını yapmamak niyetinde. Akıp gidenle akmamak derdinde. Akıp gidene müdahale edebilirse tarihi tersine çevirebileceğini biliyor. Ve biliyor ki tarih tersine dönerse insanlık huzur bulacak. Cezayir’in atları, Kudüs’ün çocukları, İstanbul ve Şam ve Bağdat ve Semerkant huzur bulursa insanlık dirilecek.

Boşuna değil “yağmur duası”na çıkması. Yağmuru çok sevdiğinden değil. Ondan değil. Yağmur yağarsa, o büyük, o bereketli yağmur tıpır tıpır tıpırdarsa, yedi iklim dört bucak o büyük yağmurla temizlenirse baharın geleceğini biliyor.

“Yağmur duasına çıksaydık dostlar / Bulutlar yarılır hava açardı / Şimdi ne ihtimal ne de imkân var / Göğe hükmetmekten kolay ne vardı / Yağmur duasına çıksaydık dostlar”

O olmadan kalınabilir mi dünyada? Şairin şirini yonttuğu yer aşk değilse söyleyin nedir? Aşkla bile yana döne, pişe yana olgunlaşır bir şiir. Oradan büyür ve başka bir makama yükselir. Aşkı bilir şair. Züleyha’yı bilir, Belkıs’ı bilir, Leyla’yı zaten. Ve birden, cebinden Züleyha’nın, Belkıs’ın, Leyla’nın yanına iliştirilecek bir sürpriz çıkarıverir. Ve kim bilir, yağmur bir kez daha çıkar karşımıza. Yağmuru sevdiğinden değil. Ondan değil. Yağmurun neye yol açacağını bildiğinden ve dünya sürgününün ne manaya geldiğini çoktan anladığından.

“Mona Roza siyah güller ak güller / Gülce’nin gülleri ve beyaz yatak / Kanadı kırık kuş merhamet ister / Ah, senin yüzünden kana batacak / Mona Roza siyah güller ak güller”

Değişenle değişmek istediğinden değil. Ondan değil. Değişmeyeni iyice bildiğinden ve değişmeyeni değişenle anlatmanın zorunluluğuna inandığından. Gelir ve Sultanahmet Çeşmesi’nin tam karşısına bağdaş kurarak kökünden değiştirir Türk şiirinin söyleşini. Tak taklarını duyduğumuz pinpon topları da dâhildir bu yeni şiire, bekâr bir ölümün fener alayı şöleni de, o kuklaların kukla olmadığı da ve elbette konuşmasını bilmemek de.

Yaşadığı çağa itirazlarını yüksek sesle ve çekinmeksizin dile getirmek değilse nedir bir şairin ödevi? İnsanın yerinden edilmesine, yurdundan kovulmasına sesini yükseltmeyecekse neye yükseltir sesini şair? Şairin itirazı geçici yer değiştirmelere, geçici üzgünlüklere, geçici bozulmalara değildir. Onlara kızmadığından değil. Ondan değil. O daha ziyade insanın fıtratının kalıcı şekilde maruz kaldığı tehditlere, insanın şeytanla yaptığı kalıcı anlaşmalara ve insanın yitip gitmesinedir. Çağa itirazını tam buradan ve tam böylece o yüzden yükseltir.

“Kimseye benzemeyeyim ve benzemesin kimse bana” dediği için değil. Ondan değil. Fildişi kulede, inzivada, kuşe-i uzlette yaşama derdinden değil. Ondan değil. Onun müstakilliği, çektiği derdin çilesinin müstakilliğinden kaynaklı. Bakışının orijinalliğinden. “İçerdeymiş” gibi yapamıyor o. Büsbütün içinde olmayı seviyor. Hayatın, şiirin, düşüncenin, aşkın, her şeyin. Makbul kimliklerin, yapay gülümsemelerin, para sayma makinelerinin adamı değil o. Hiç olmamış. Dünya ondan hiçbir şey alamamış, bir zırnık koparamamış. Dolayısıyla müstakil. Fakat dostsuz değil, sessiz değil, etkisiz hiç değil. Onun müstakilliği sonunda vaktini Hızır’a ayıran bir müstakillik.

İnanmıyorsanız okuyun. Hızır, İstanbul’un Sarayburnu’na gelmiş tam kırk gün ve konuşmuş şairle. Çünkü onun müstakilliği, en çok Hızır’ınkine benziyor.

“Konuşacak Mehdi / Geldi derleniş günü / Derleniş toparlanış vakti / Artık her gün her gece / Bir kadir günü ve gecesi / Kuran iniyor dağlardan tepelerden / Yağmur onun yedeğinde / Horozlar en keskin sesleriyle ötmede”

#Sezai Karakoç
#Mona Roza
1 yıl önce
Kırk birinci saat
Örtünme, ziynet ve giysiler
Amerika"nın "öteki"si kim?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm