|
Veyis Ateş niçin haklı?

Çok üzüldüm kadim dostum Veyis Ateş’in o beyanını görünce. Şöyle diyor: “E’ hadi ama; bekliyoruz. Hepinizin dergisi, vakfı, derneği, STK’sı var; onların da sosyal medya hesapları var, biliyoruz. Bi’şi söyleyin, bi’şi yazın, lanetleyin, ‘biz ondan, o mel’un bizden değil’ deyin. Size inananların yüzünü yere düşürmeyin; Diyanet’in yaptığı gibi; e’ hadi.”

Ne için kuruyor bu satırları Veyis? Şeyhlikle uzaktan yakından alakası olmayan, madrabaz, aşağılık ve en son çocuk tacizcisi olduğu da ortaya çıkan Fatih Nurullah pisliği için. Çağrı yaptığı yerler nereler peki? Temsil kabiliyeti olan dini yapılar. Gelenekli tarikatlar, modern cemaatler, koca hocalar vd.

Diyor ki yani: “Yahu tarikatlar, cemaatler, çevreler, oluşumlar. Ses verin. Şimdi değilse ne zaman? Bugün değilse hangi vakit?”

Ben de tekraren diyorum ki: Çok üzüldüm Veyis Ateş. Üzüldüm, çünkü haklı olmanın hiçbir işe yaramadığı bir yerden konuşmuşsun. Yani haklılığın hiçbir şeyin değişmesini sağlamayacak.

Şuradan başlayayım. Senin bu dediğini yapabilmeleri için önce bizim bu yapılarımızın, bu kurumlarımızın birlikte hareket edebilme kabiliyeti geliştirmeleri gerekir. Zaman zaman politik mekanizmaların ricasıyla “bir araya gelmiş gibi yapan” bu güzide kurumlarımız esasen bir araya gelme konusunda sınıfta kalırlar. “Herkes kendine…” fikriyle mücehhezdirler ne yazık ki. Yahu bizim iki hocamız bir araya gelse beşinci dakikadan itibaren “sakal boyu” konusunda ihtilafa düşerler. Nerede kaldı hayatiyet arz eden meselelerde tek blok olarak ses verme kabiliyeti?

Diyelim ki -olmaz da- olağanüstü güzel bir şey oldu ve bu kurumlarımız bir araya gelip ses çıkarma kararı aldılar. Alan temizliği yapma kararlılığı gösterdiler. Bizim kurumlarımızı öldürsen sevgili Veyis Ateş, bizim kurumlarımızı öldürsen, “bir isim etrafında” net bir açıklamaya ikna edemezsin. “Neme lazımcılık” mı diyelim adına? “Aşırı tedbir hastalığı” mı diyelim? “Aman bizi şahit yazmasınlar refleksi” mi diyelim?

Senin ne dediğini çok ama çok iyi anlıyorum Veyis. Yekpare bir biçimde güçlü bir ses vererek bu Fatih Nurullah denen neseb-i gayrı sahihin değil şeyhlikle, insanlıkla uzaktan yakından alakası olmadığını, Şeriat-ı garra-yı Muhammediyye’ye göre katlinin vacip olduğunu, üstelik bu madrabazın oturduğu postu cebren ve hile ile ele geçirdiğini, bir geleneğe, bir erkana, bir usule dayanmadığı için şeyh kabul edilemeyeceğini haykırsınlar istiyorsun. Bunu ben de bütün kalbimle istiyorum.

Bak samimiyetle bir şey söyleyeyim sana sevgili arkadaşım. Haydar Baş, Adnan Oktar, İskender Evrenesoğlu, Alpaslan Kuytul, Fatih Nurullah, Tuncer Çiftçi, Ahmet Hulusi, Fatih Öztürk vd. gibi isimler hakkında yazdığım her yazıdan sonra iki türlü şey geldi başıma. Birincisi o temsil kabiliyeti olan kurumlarımız tarafından “özelden aranıp” tebrik edildim. İkincisi haklarında yazdığım isimler hakkında mahkemeden tehdide kadar pek çok durumla karşı karşıya kaldım.

Bak mesela 2016 yılında yazmışım şu cümleleri: “Burada yapılması gereken şey aslında çok nettir. Bu sahtekârlar öyle ‘Toplumu eğitmemiz lazım.’ cümlesiyle baş edilebilecek gibi değiller. Toplumu elbette bu heriflerin üçkâğıtlarına karşı eğitmemiz gerekir. Ona sözüm yok. Ancak daha pratik mücadele yöntemi, insanların duygularını ve dinlerini sömüren bu insan müsveddelerinin kovuşturmaya uğratılmasıdır. Hesaplarını yargı önünde vermelerinin sağlanması ve bu tiplerin afişe edilmesidir. Yoksa daha çok kızımız, çok evladımız iskelelerde ‘Mehdi olduğuna inandıkları bir dananın zenginliğine zenginlik katması’ için heder olup gideceklerdir. Sesimizi çıkartmaz ve ‘bir şey olunca farkına varmaya’ devam edersek bir toplumsal kriz kapımıza gelip dayanacaktır. Üstelik öyle ekonomik krize falan da benzemeyecektir.”

İşte tam da “bir şey oldu” değil mi? Yukarıdaki alıntıya konu Tuncer Çiftçi madrabazı patlamadı ama Fatih Nurullah pisliği patladı. Çünkü sustuk ve üzerimize düşeni yapmadık.

Bak sana bir şey itiraf edeyim sevgili Veyis. Şimdiye kadar yazdığım isimlerin yanına Mustafa Özbağ’ı, Cemalnur Sargut’u, Ahmet Güntekin’i, Ebu Haris’i, Ahmet Yasin’i, Abdülkerim Kıbrısi’yi, Ahsen TV soytarılığını falan eklemek istiyorum aslında. Sonra diyorum ki kendi kendime: “Ulan oğlum İsmail. Âlemin enayisi sen misin? Koca koca hocalar, koca koca kurumlar, koca koca yapılar kamusal alanda bu isimler hakkında tek kelime etmeyip lal oluyorlarken sana mı kaldı bu işler?”

Anlayacağın sevgili Veyis; sosyal oryantasyonumuz parça pinçik olurken, Allah’ın dinini alıp-satan tüccarlar ortalığa doluşmuşken şöyle oluyor. “Alan temizliği” yapması gereken kurumlarımız, insanlarımız “neme lazımcılık” yapıyorlar. İçim yanıyor yanmasına ama günün sonunda “demek ki böylesine layığız” demekten başka bir şey de gelmiyor elimden.

Uçak uçağı düşürüyor yani her seferinde.

#Cemaat
#Tarikat
#Veyis Ateş
4 yıl önce
default-profile-img
Veyis Ateş niçin haklı?
‘Beşikten mezara kadar ilim’
Sarhoştum, hatırlamıyorum
Suçlu kim?
Vergi artışı yerine yapılacaklar
Gazze’deki soykırıma ‘istisnaî’ kılıflar..