"Devletimiz" bu işi halledemez

00:0016/05/2007, Çarşamba
G: 28/08/2019, Çarşamba
Kürşat Bumin

Yüksek yargı organları başkanları şaşırtıcı açıklamalar yapıyorlar bu günlerde. Mesela Anayasa Mahkemesi Başkanı''nın cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili sözlerini düzeltmek için bir gün sonra yaptığı “yazılı” açıklamada “veto”dan söz etmesi...Şaşırtıcı doğrusu; çünkü biliyoruz ki Anayasa''nın Cumhurbaşkanı''nın “görev ve yetkileri”ne ilişkin faslında “veto”dan söz edilmiyor.Önümdeki sözlük -doğru olarak- “veto”yu şöyle tarif etmiş: “bir yetkinin, bir kararın, bir yasanın vb. yürürlüğe girmesine karşı

Yüksek yargı organları başkanları şaşırtıcı açıklamalar yapıyorlar bu günlerde. Mesela Anayasa Mahkemesi Başkanı''nın cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili sözlerini düzeltmek için bir gün sonra yaptığı “yazılı” açıklamada “veto”dan söz etmesi...

Şaşırtıcı doğrusu; çünkü biliyoruz ki Anayasa''nın Cumhurbaşkanı''nın “görev ve yetkileri”ne ilişkin faslında “veto”dan söz edilmiyor.

Önümdeki sözlük -doğru olarak- “veto”yu şöyle tarif etmiş: “bir yetkinin, bir kararın, bir yasanın vb. yürürlüğe girmesine karşı çıkma hakkı...” Dolayısıyla, Anayasa''nın Cumhurbaşkanı''na tanıdığı yasaları “geri gönderme” ya da “halk oyuna sunma” yetkisinin “veto” olarak -hem de Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından- adlandırılması son derece yadırgatıcı değil mi?

Mesela Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, son dakikada TBMM''de temsil edilen iki partiye mensup milletvekillerinin -nihayet uzlaşarak!- bağımsız adayların adlarının birleşik oy pusulasına yazılmasıyla ilgili kanun hükmünün önümüzdeki 22 Temmuz seçiminde uygulanmasına karar vermesine ilişkin yöneltilen bir soruyu bakın nasıl cevaplıyor: “Devletimiz her şeyi halleder. Bu çok zor bir iş değil. Büyük bir zarf yapar, büyük oy pusulası yapar düzenler. Şu anda planlanan mevcut oy pusulasında 21 siyasi parti yer alacak ve oy pusulası 82 santimetre olarak belirlendi...”

Ama görüyorsunuz ki “Devletimiz”in bu işi halletmesi mümkün değil, çünkü Başkan''ın verdiği bilgiden de açıkça anlaşıldığı gibi “82 santimetre”nin 82 metreyi bulması -“teorik” açıdan başlayarak- işten bile değil... Nitekim, bu durumda binlerce bağımsız aday göstererek seçimi imkansız kılabileceklerini söyleyen Ahmet Türk de -haklı olarak- en başta “Devletimiz”in önündeki bu “teorik” imkansızlığa işaret ediyordu.

Bağımsız adayların adlarının birleşik oy pusulasına yerleştiren bu karar ülkede hakim olan siyasi mücadele tarzına açıklık getirmesi açısından çok iyi bir örnek doğrusu. Bu bildik tarz bu sefer şöyle der gibi: “Bağımsız adaylar mı seçime girmek istiyorsun ama geç kaldın, çünkü seçmenlerinin bir bölümü -maalesef- okuma yazma bilmiyor!”

Okuma yazma bilmeyen seçmenlerin “siyasi hakları”nı dört dörtlük bir “hokus-pokus” ile “deve” yapmak isteyen şu kurnazlığa bakın siz...

AKP-CHP işbirliği ile kotarılan bu işin “mantığını” ya da gerekçesini Emin Çölaşan (“DTP geliyor (mu)!”, Hürriyet, 11 Mayıs) bakın nasıl açıklıyordu:

“Fakat DTP''yi Meclis''te istemeyen sistem de, eybette önlemini alıyor! Şimdi Diyarbakır bağımsız adaylarının isimleri çok sayıda parti ve öteki bağımsız adayların arasında kaynayıp gidecek. Güneydoğu''da okuma yazma oranı düşük. Nice DTP''li seçmen, büyük olasılıkla oy vereceği adayı onlarca isim arasında bulamayacak. Niçin?... (...) Anayasa değişikliği bunun için yapıldı!”

Yalan değil, bu sefer yazarımız olup biteni “objektif” olarak yorumluyor doğrusu... Evet, “Anayasa değişikliği bunun için yapıldı.”

Siz şu işe bakın: Cumhuriyet, adına düzenlenen mitinglerinin peş peşe sıralandığı bir dönemde ümmi vatandaşlarının varlığından medet umuyor! Okuyamasınlar, seçemesinler ki gönüllerindeki adaylar Meclis''in yolunu tutamasın... Bu kadar olur doğrusu; oldu olacak, birleşik oy pusulasına başka “tuzaklar” da kuralım. Kürt seçmenlerin bir bölümünü böylece oyun dışı bıraktıktan sonra, diğer kategoriler için de başka önlemler düşünelim...

Cumhuriyet ve onun Meclis''i, ümmi bıraktığı seçmenlerinden özür dileyip, onların hiç değilse siyasi haklarını kolaylıkla kullanmalarının önünü açacak önlemler almak yerine -yani bir bakıma “pozitif ayrımcılık” yapmak yerine- götürülmeyen hizmetin bedelini kendilerini cezalandırarak ödetmek istiyor...

Söz konusu düzenlemeye ilk tepkiyi gösteren Tarhan Erdem''in şu dileğine ben de katılıyorum: “Cumhurbaşkanımızın bu kanunu imzalamamasını, geri göndermesini bekliyorum, istiyorum.”

Cumhuriyet''in birinci ilkesi siyasi haklarda eşitlik ise, bunun böyle olması gerekir. Meclis''teki oylamaya katılan siyasi partiler de -belki böylece- nasıl bir eşitsizliğe el kaldırdıklarının farkına varmış olurlar.