‘Sana nefsin yeter düşman...’

04:0013/01/2015, Salı
G: 12/09/2019, Perşembe
Leyla İpekçi

“İslam bu değil” diyoruz sabah akşam. Doğru. Dünyada iki milyar Müslüman yaşıyor. Arada bir bazıları çıkıp bomba patlatıyor, silah çekiyor. (Gerçi bunları yaparken her ne hikmetse yüzlerini kapatıp kimliklerini torpido gözünde unutuyorlar sık sık. Veya şehit olacağız diye haykırırken sağ el yerine sol ellerini kaldırarak birtakım İslami sözler sarf ediyorlar filan.)Nasıl diyeyim, ancak içimizden bildiğimiz bir gerçek bu. Böyle olmaz ki mümin bir kalp diyoruz. Çünkü sustuğumuz dillerde, başkalarıyla

“İslam bu değil” diyoruz sabah akşam. Doğru. Dünyada iki milyar Müslüman yaşıyor. Arada bir bazıları çıkıp bomba patlatıyor, silah çekiyor. (Gerçi bunları yaparken her ne hikmetse yüzlerini kapatıp kimliklerini torpido gözünde unutuyorlar sık sık. Veya şehit olacağız diye haykırırken sağ el yerine sol ellerini kaldırarak birtakım İslami sözler sarf ediyorlar filan.)

Nasıl diyeyim, ancak içimizden bildiğimiz bir gerçek bu. Böyle olmaz ki mümin bir kalp diyoruz. Çünkü sustuğumuz dillerde, başkalarıyla paylaşma gereği duymadığımız mahremlerde, gündelik hayatın en somut veya en dip akıntılarında ‘olduğumuz gibi’ yaşarken içselleşen ve hayatın her alanında yaşayan bir dilimiz var. Birbirimizi içeriden bildiğimiz... Hiçbir şey söylemesek de bu zulmü yapanların emaneti hakkıyla taşıyan, seven gönüller olmadığını seziyoruz.

Ama bunu ‘dışarıya’ hangi dil ile anlatacağız? Dahası, ille anlatmalı mıyız? Peki iki milyar kişi adına küresel Batılı kavramların hakim olduğu bir terminolojide kendimizi hangi terminolojiyle ifada edeceğiz? Neden edeceğiz?

Bu ifade özgürlüğü meselesi sözgelimi çok kaypak bir kavram. Derginizde milli değerlere laf edince ceza alıyorsunuz Fransa'da. Ama ülkenizdeki vatandaşlarınızın onda birinin kutsalına laf edince ifade özgürlüğü kapsamına giriyor. Söz uçup gitmiyor işte bir mümin kalp için. Kainata dalga dalga yayılıyor. Alınyazısı oluyor söz. Bize burada ve ‘orada’ şahitlik ediyor. Bu yüzden ifade özgürlüğü gerekçesine sığınarak, ölçüsü olmayan, serbest çağrışımla espriye gelen her mevzu Müslümanların nezdinde söze dökülmez. Bu bazen bir karikatür de olsa.

Peki ne yapacağız eğer engel olamıyorsak? Gidip alakasız kişileri mi vuracağız? Mümin bir kalp için özgürlüğü ancak mahremin ölçüsü belirler. Hakaret, iftira, küfür ağıza alındığı oranda mahremin ölçüsü ihlal edilir ve özgürlük bir tür nefis tutsaklığı halini alır. Böyle bir öldürmek ancak nefse yenik düşmektir. Bu yüzden asıl cihad, (hadis) Hazreti Peygamber tarafından “küçük cihaddan büyük cihada döndük” diye ifadesini bulmuştur.

Nedir bu? Kendi nefsinle savaşmak. Asıl olan. Çünkü amaç kendi aslına kavuşmaktır. Bütün insanlar için. İnsanın aslına dönmesi, (O’ndan gelip O’na dönmesi) bir insanlaşma yolculuğu olduğundan, varlığın kamil hali bir tekamül sürecine davet eder bizi. İnsan olma yolunda nefsinle cihad etmek şarttır, hangi inançtan, hangi meşrepten gelirseniz gelin. Bu da ancak aşk ile gerçekleşiyor. Aşk olmadan gerçek bütünüyle, açılmıyor, tamamlanmıyor. Gönül feth olunmazsa, topraklar işgal edilmiş oluyor sadece.

Bugün en yakınımdaki kişiler cihad kelimesini duyunca bunun bir tür “asıp keselim, vahşet uygulayalım” eylemi olduğunu sanıp korkuyorlar. Bu yüzden savunma içerisinde değilse bile, ille bir şeyler anlatma ihtiyacı duyuyorum. Dilim döndüğünce. Acizane...

Cihad, çok kabaca ve en seküler kelimelerle söylersek, canını ortaya koyarak benliğinden vazgeçmesidir insanın diyorum. Somut olarak bir örneğe uygularsak; zulmü durdurmak için savaşmak ve canı pahasına belirli ölçüler içinde direnmektir diyebiliriz. Saldırganlığa mahal vermeden direnmek.

Masumları öldürerek, orantısız güç kullanarak veya nefsimizde nefret, kin, intikam hırsı ile kılıç sallayarak cihad etmiş olmuyoruz. Çünkü her şeyimizi vermiş, benliğimizden vazgeçmiş olmuyoruz eğer kin, öfke, hırs, kibir kalmışsa benliğimizde...

İşte büyük cihada dönmek, bu yüzden en büyük savaş kabul ediliyor. İnsan kendindeki nefret, hırs, haset, kibir, öfke, kin gibi düşmanlarıyla savaşması sonucu eğer zafer elde edebiliyorsa, yani nefsini ruh kılabiliyorsa... Ancak o zaman canını vereceği bir direnişten bahsedebiliriz. Terör mü yaptığımızı yoksa sahici anlamda cihad mı ettiğimizi, nefsimize karşı savaşımızdaki zaferiniz belirliyor böyle bakıldığında. Yani ne kadar haksızlık olursa olsun, karikatüre kızıp önünüze gelen insanları öldürmek cihad değildir.

Şimdi hep birlikte evet, “elbette İslam bu değil” diyoruz. Ama bir türlü kendi içinde yaşadığımız dilde ifade edemiyoruz bu gerçeğimizi. Küresel aktörlerin tahakküm eden dilinde karşılığı yok çünkü bu kavramlarımızın büyük ölçüde. Ama kusuru biraz da kendimizde arayalım:

Büyük cihadın neresindeyiz, hayatımızın her anında nefretin, öfkenin, yalanın dolanın neresindeyiz? Vücuda geçirilmemiş, tatbiki yapılmamış, hayata uyarlanmamış bir İslam, alıntı Müslümanlığı olmaktan öteye geçebiliyor mu? Kime neyi tebliğ edebiliriz böyle? Adaleti hakkıyla talep edecek bir anadil konuşabilir miyiz? Niyazi Mısri ne güzel söyler: ‘Adavet kılma kimseyle, sana nefsin yeter düşman...’

#İslam
#Müslüman
#nefis
#cihad