|
Ayna ve yazı

İnsan bir aynadır. İnsanlık, canlı aynalar topluluğudur. İnsanın çevresi, insanlığı kuşatan âlem, baştan başa aynalardan ibarettir. Toprak, hava, su, ateş birer aynadır. Gören ve gösteren her şey aynadır. Kimisi görür ve gösterir; kimisi de gösterir ama görmez. Toprak, bağrında biten her şeye bir aynadır. Hava, hayat unsuru olduğu her nesneye aynadır. Su, aksettirdiği bütün varlıklara bir aynadır. Ateş, ısıtıp, eritip, yakıp değiştirdiği şeylere aynadır. Kıtalar, okyanuslar, atmosfer ve güneş, ne müthiş aynalar!..

Ya insan? O, en derin, diğer bütün aynaları bağrında barındıran sırlı bir aynadır.

İnsan, başkalarına kendimi nasıl anlatırım, duyurur veya gösteririm, derdinde olan bir aynadır. İnsan, görünmek, görülmek; konuşulmak ihtiyacındadır. Aynaya bakmayan insan mı var? Herkes, herkesi ayna gibi kullanır. Daha çok da çukur ayna gibi… Tümsek aynayı kimse sevmez. Övülmekten hoşlanmayan, olduğu gibi görünmek isteyenler, düz aynaya bakmayı tercih ederler. Önünüzde eğilenler, çukur aynalardır. Size kasılarak tepeden bakan veya arkasını dönenlerse tümsek aynalar gibidir. Etrafınızda dönüp duran, her türlü şaklabanlığı yapanlarsa daha çok dalgalı aynalara benzerler.

Yazmak, ayna tutmaktır. Ayna tutmak, cepten çıkarıp bir insanın yüzüne cilalı bir cam parçasını çevirmek de olabilir; eline, çektiğiniz bir fotoğrafını vermek de olabilir; hakkında yazdığınız küçük bir şiir, fıkra veya deneme ve eleştiri de olabilir. Ona kara kalemle çizdiğiniz bir karikatürünü sunabileceğiniz gibi küçücük bir mektup da uzatabilirsiniz. Hulasa, olumlu veya olumsuz, ona olan duygu ve düşüncelerinizi aksettiren her şey onun için sizin tarafınızdan ona tutulmuş bir aynadır.

İnsanlar, sevdiklerinin kendilerini nasıl gördüklerini, haklarında neler düşündüklerini merak ederler. Hatta bazı öğretmenler, talebelerine, isimlerini yazmadan kendisini eleştirmelerini isterler. Acaba öğrenciler benim hakkımda neler düşünüyor, diye merak ederler. Bize en yakın olan anne ve babalarımızın, kardeşlerimizin bile hakkımızda ne düşündüklerini merak ederiz, yani onları ayna gibi kullanmak isteriz.

Bütün bunların temelinde yatan ana duygu: “Ben kimim?” sorusunu sorduran merak duygusudur. İnsan kendi dışındaki varlıklara yönelir, onlarla olan ilişkisini sorgular: Ben, neden onu seviyorum, neden onu görmek istiyorum, neden onsuz yapamıyorum, veya ondan nefret ediyorum, onu görünce kaçacak yer arıyorum, neden rüyalarıma giriyor, zihnimi meşgul ediyor? Gibi yığınlarca soru, yine insanın kendisiyle ilgilidir. Bu soruların hepsi, birer ses gibi yankıyıp, ışık gibi yansıyarak kendisine döner.

İnsanın “ben merkezi”nde bunlar niçin olmaktadır? Bazen insan kendisini küçümser: Ben kim oluyorum ki, ben neci oluyorum da.. diye başlayarak, ben''ini ve başkalarını anlamaya, yargılamaya yönelik sorulara sarılır. Izdırapla kendi içine gömülür. Bazen de kendini alabildiğine büyük görür. Küçük dağları ben yarattım havalarına girer. Benlik dağı kabardıkça kabarır, şiştikçe şişer, bütün çevresini de yutmaya yönelir. Herkesi, her şeyi hükmü altına almaya yeltenir. Başarınca da bir Sezar, bir Firavun, bir Nemrut olup çıkar.

Bütün bunların yanında bir de, kendisi ve çevresiyle uyum içinde, ben''in ve sen''in (başkalarının) sırrını kavramış olarak, “biz” şuuruna ermiş olanlar vardır. Bunlar, Mutlak bir Ben yakalamış, her şeyi var eden, insana da kendi ben''inden bir pırıltı yerleştirmiş olan o Mutlak Ben''le irtibat kurmuş bahtiyarlardır. Veya O, Mutlak Ben, Peygamberleri vasıtasıyla insanla irtibat kurar. Bu kutlu irtibatla insana ne olduğunu ve niçin olduğunu bildirir.

“Al gider benden benliği doldur içime senliği”, ufkuna erenler; “Beni bende demen ben bende değilim / Bir ben vardır bende benden içeri”, sırrına ulaşanlar; “Elif okuduk ötürü pazar eyledik götürü / Yaradılanı severiz Yaradandan ötürü”, der, insani mutluluğun, aynı zamanda konuşma ve yazmanın hedeflerini gösterirler.

İşte yazmak, bu kutlu hedefe ulaşmak ve ulaştırmak içindir. Konuşmak, bu hedefin yollarını göstermek içindir. Sözün demini bilmek, sözün kötüsünü söylememek, iki cihan cehennemini sekiz cennet haline getirmek içindir, yazmak ve söylemek. Kalem elin; el aklın; dil kalbin; kalp, ruhun; ruh, sırrın aynasıdır.

Yazmak, ayna tutmaktır: Bana, sana, ona. Ömrümüz, yazgımızın aynası değil midir, bende, sende, onda? Sonunda dürülen bir kitap olmaktır, yaşamak ve yazmak.

Akıbet, uçuşan kitap aynalarında ya cennet, ya cehennem olmaktır.

il y a 13 ans
Ayna ve yazı
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…