|
Açığa çıkan sırlar

Eski şairler şiirlerine isim vermezdi. İlk mısralarıyla bilinirdi yazdıkları.

Şiire isim vermek, sonradan yaygınlaştı.

Bütün divan şairlerinde olduğu gibi Yunus Emre’nin şiirleri de isimsizdir, Karacaoğlan’ın da diğerlerinin de.

Son dönem şairlerinin pek azında isimsiz şiir bulunur. Sebepler muhtelif.

Son beyitte (veya kıtada) ise kendi isim ya da mahlaslarını kullanırlardı.

Mahlas kullanımına 13. yüzyıldan itibaren rastlanır.

Bazen de isim/mahlas gizlenir.

Okuyanların ferasetine, bilgisine, dikkatine bırakılır.

Anlayan anlar. Anlamayansa başka birinden öğrenince “vay canına” der.

*

“Bende yok sabr u sükûn, sende vefadan zerre

İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre”

Bir şair böyle demiş. İyi demiş.

Bu şairin ismi neymiş?

Lisedeydik, hocamız bunu okumuş, şairin adını sormuştu. Bilemedik. Bilemeyince mahcup olduk.

“Burada şair mahlasını kullanmış, dikkatli bakın” dedi.

Dikkatli baktık, yetmedi dikkatimiz.

Daha çok mahcubiyet duyduk.

“Acaba şairin adı Sabri mi?” dedik, güldü.

“Fikri olabilir mi?” dedik, daha çok güldü.

“Belki de Fikret” dedik, keyiften dört köşe oldu.

Biz bilmiyorduk, o biliyordu.

Eh, öğretmen olmak da böyle bir şeydi.

Öğrenci olmak da bizimki gibi.

Biri bilecek, diğerine öğretecek ki adı eğitim öğretim olsun.

*

Sonra iki olumsuz ekinden bahsetti değerli hocamız. Güzelce açıkladı.

Biri “Na”, diğeri “Bi”.

Kelimelerin başına gelince, olumsuzluk katar, yok anlamına gelir diye anlattı.

Böyle olunca ikisini birleştiriyorsun, şairin adını Nabi olarak görüyorsun. Urfalı Nabi.

Helal olsun.

*

İyi ama bunlardan hangisinin önce geleceğini nereden bileceksin?

Ya “Bi” önce kullanılırsa? Ne de olsa ön ek.

O zaman “Bina” çıkar.

Orada da sayın başkanın dediği gibi saksıyı çalıştıracaksın ve bina diye şair ismi olmayacağını düşüneceksin.

Düşünen düşünsün, ona aferin.

Fakat olumsuzluk bildiren bir ek daha var. O da düşünülebilir, düşünmeye başlayınca: “La…”

Nota olan değil, öteki.

“La mekân”, “La tahzen”, “La ilahe illallah” kullanımlarında olduğu gibi.

O zaman alternatifler çoğalıyor.

Neler neler çıkıyor, insanın gülesi gelir.

“Labi, Lana, Nala, Bina, Bila…”

Ayrıca, her birinin iki defa kullanım şekli olabilir. “Nana, Bibi, Lala” gibi.

Bunları iyi ki söylememişim.

Hocanın ya hoşuna giderdi bu zayıf ihtimal, ya da fitne çıkarmakla, dersi kaynatmakla suçlanabilirdim.

*

Büyük şair Nabi’nin o şiirini “Bende yok sabrı sükûn…” diye okuyanlar da var ki anlam fena bozuluyor.

Bu hâli “sükûnun sabrı”, diğeri “sabır ile sükûn” anlamında.

GARİP

Gelelim Neşet Ertaş Ustamıza. Eserlerinde mahlas kullanırdı fakat kimse farkında değildi, bilen yoktu.

“Garip” mahlasını herkes, kelimenin kendi anlamıyla algılardı. Zira ustalıkla gizlemişti bütün eserlerinde.

Babası Muharrem Ertaş’a sormuş; o da “Oğlum, bize garipler derler” deyince mahlasa karar verilmiş.

İlk fark eden, Bayram Bile Tokel olmuş. TRT için Neşet Ertaş belgeseli çekerken.

Hakkında yazdığı kitapta da açıklayınca, Neşet Usta o güzel gülüşüyle şöyle demiş:

“Bayram Gardaş, ben yıllardır bu mahlası gizliyordum, kimse bilmiyordu. Sen sırrımı faş ettin.”

İkisinden de dinledim bunu.

#Neşet Ertaş
#Mahlas
#Şiir
1 yıl önce
Açığa çıkan sırlar
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi