|
Hacc’daki kazalar ve Hicâz’ın statüsü-2
Suudi Arabistan, kendi kolluk kuvvetleri ve görevli kadrosu ile Haremeyn'de nizam ve düzeni sağlamakta yetersiz kalırken, çok sayıda Hac ve Umre ziyaretçisi gönderen ülkelerin bu yöndeki destek ve işbirliği/yardım taleplerine kapı aralamamakta ve bunu egemenlik alanının ihlali olarak telakki etmektedir.

Haremeyn-i Şerifeyn bütün bir ümmetin, İslâm Dünyası'nın ortak Mukaddes Beldeleri olarak, Hacc ve Umre gibi farz ve sünnet olan ibadetlerin ifa edilme mekanları ve kıblegâh olarak idaresi konusunda büyük sorumluluk yüklemektedir. Suudi Arabistan'ın 1925'ten beri bölgedeki varlığı ve hakimiyeti bu sorumluluğu/mes'uliyeti İslâm Dünyası'nın diğer bölgelerinden sâkıt kılmaz. Bu takdirde Suudî yönetiminin Ümmeti tatmin edecek şekilde en azından İslâm Dünyası ile işbirliğine giderek Haremeyn-i Şerifeyni idare etmesi icab etmektedir. Suudi hanedanı ve yönetim ortaklarının 90 yıllık idaresinde Hicaz'a, Haremeyn'e ilişkin tasarruflarında daha önce bir kısım makalelerimizde de çokça dile getirdiğimiz gibi büyük tahribatı içeren ciddi sorunlar söz konusudur. Haremeyn-i Şerifeyn, hiç kimsenin mülkü olmamasına karşın, mülkte istenildiği gibi tasarruf edilerek, Katı Selefî/Vahhâbî marjinal akide'ye sahip olarak türbelerden başlayarak emâkin-i mukaddesede gerçekleştirilen tahribat, tarihi eserlerin neredeyse tamamına yakınının ortadan kaldırılmış olması, modern şehircilik ve mimari anlayışının kopyalanmaya çalışılması ve peşi sıra vuku bulan kazalar/fâcialar krizin boyutunu ortaya koymaktadır.

Hicaz'da tarihte söz sahibi olmuş, Mısır, Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerin içinde bulunduğu vahim durum, iç savaşlar olumlu ve barışçı bir müdahaleyi de imkansız kılmaktadır. Osmanlı'nın bakiyesi ve bir anlamda mirasçısı konumundaki Türkiye'nin ise 1920'lerde Cumhuriyet kurulurken redd-i mirasa dayanması, Misâk-ı Milli denerek, Arap İslâm âlemi ile bağlarını koparması, hatta bunu “Kâbe Arab'ın olsun, Çankaya bize yeter” hezeyanı ile din karşıtı ideolojik bir temele oturtması, tek parti döneminde Hacc'a gidişin yıllarca yasaklanması Türkiye'nin de bu konuda herhangi bir rol üstlenebilecek alt yapı oluşturmasının önünü on yıllarca kesmiştir. Son yıllarda, Irak'ın işgali, süregelen kaos, Suriye ve Yemen'deki iç savaş, Mısır'daki askeri darbe ve en önemlisi Kürt sorunundaki gelişmeler Türkiye'nin Orta Doğu'da yeniden rol almasının önüne maalesef duvar örmektedir.

Dolayısıyle, görünen o ki, ya Suudi Arabistan Haremeyn'in nizam ve intizamı, Hacc ve Umre ziyaretçilerinin yol, can, mal vs. güvenliğinin sağlanması, ibadetlerin sağlıklı bir şekilde ifâsının zemininin oluşturulmasına yönelik diğer İslâm ülkeleriyle işbirliğine girerek yeni tedbirler alacak veya Hicâz/Haremeyn de kaosa girecek gibi gözüküyor. Zira, Irak'taki kaos, Suriye ve Yemen'deki savaş Suudi Arabistan'daki iç dengeleri de tehdit eden boyutlara varmıştır. Üst Akıl olarak da nitelendirilen Batılı Büyük Devletler ve uluslar arası bir kısım dev güç odakları Orta Doğu'da artık 1916'daki Sykes-Picot mutabakatına dayalı statüko ve sınırların devam etmemesinden yana.. Hatta 1990-91'deki Körfez krizi ve savaşı sırasında Stratejik Politik journallarda, sınır değişimlerini de içeren, değişim talep ve analizleri sıkça dile getirilmekteydi. Irak'ın işgali ve son yıllarda Arap Baharı ile gelişen olaylar, iç savaşlar zinciri, bölgeyi yeniden design etmeye yönelik yeni müdahalelerin kanlı ve tahrip edici bir şekilde süregeleceğini göstermektedir. Suudi Arabistan, yeni Kral Selman bin Abdilazîz ile birlikte bir kısım değişiklik sinyalleri verse de iç dengeleri itibarıyla tesirden hâli kalmayacağı açıktır. Özellikle, Yemen'de Husîlerin eski devrik reis Ali Abdullah Salih ile güçlerini birleştirerek San'a'dan Taizz'e kadar olan bölgelerde hakimiyet tesis etmesi ve Suudi yönetiminin direk askeri müdahalesi, bunu daha da bariz hale getirmektedir. Zira, Yemen, coğrafya ve toplum yapısı ve aşiretleri vs. itibarı ile Suudi Arabistan'dan ayrı telakki edilemez. Suudi Arabistan'da mukim aşiretlerin büyük bölümünün aslen Yemenli olmaları ve Yemenli aşiret ve bir kısım ailelerin Suudi yönetiminde sahip oldukları imtiyazlar da göz önüne alındığında, Yemen'deki olayların/savaşın gelişiminin Suudi Arabistan'ın iç dengeleri ve geleceği açısından ne kadar önem arz ettiği ortada. Hele ki, sorunun mezhebi ayrılıklar boyutu; Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki açık İran faktörü krizi daha da hayati bir noktaya taşımaktadır. Bu durumda bölge açısından, bir kısım ülkeler için enerji kaynakları ve nakil/boru hatlarının güvenliği ön plana çıksa da, İslâm Dünyası açısından Hicâz ve Haremeyn'in güvenlik ve gelecekteki statüsü de birinci derecede önem arz etmektedir. Tüm bu olaylar ve faktörler, egemenlik alanının ihlâli olarak değerlendirse de, Suudi Arabistan'ı en azından Hicâz/Haremeyn'in idaresi konusunda İslâm Dünyası ile işbirliğine gitmeye, ortak etmeye zorlamakta ve buna kesinlikle mecbur etmektedir. Bu konuda da, Suriye, Irak ve Mısır'daki olaylara ve Kürt sorununa rağmen en yakın adres Türkiye gözükmektedir.
#Orta Doğu
#Suudi Arabistan Haremeyn
#İslâm Dünyası
#hacc
#hicaz
9 years ago
Hacc’daki kazalar ve Hicâz’ın statüsü-2
Diyarbakır’da annelerin isyanı
FETÖ Yeniden Refah Partisi’ne sızdı mı yoksa partinin bu yönde bir stratejisi mi var?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…