|
Gönlünü ışıkla doldur!

Yahya Kemal nesli inanç konusunda bir şüphe bombardımanına tutulmuştu. Modern insan olmak, inançsız olmakla bir tutuluyordu. Beşir Fuat''tan Tevfik Fikret''e, Yahya Kemal''den Abdullah Cevdet''e kadar az çok Batı dili bilen herkes şüphenin pençesindeydi. Kaya Bilgegil, Sessiz Gemi şairinin deist olduğunu, Şükrü Hanioğlu ise Abdullah Cevdet''in ateist olduğunu yazdılar. Cemil Meriç ikisinin de haksız olduğunu düşünüyordu: Yahya Kemal şöyle dursun, ne Fikret tamamen inançsızdı, ne Abdullah Cevdet. Devirlerinin birçok başka aydını gibi, içlerine şeytan girmiş, fakat melekler ruh semalarını terk etmemişti.

Meriç''in Hanioğlu eleştirisi insafsız denecek kadar sertti. Bu kadarını hak etmediğini düşündüğüm Şükrü Bey cevap verir diye bekledim, fakat o büyük bir olgunluk gösterdi. Cemil Meriç çapındaki bir hocaya hemen cevap yetiştirmek yerine, acaba haklı olabilir mi diye düşündü ve zaman içinde Abdullah Cevdet nesline daha farklı bir bakış geliştirdi. On yıl kadar sonra yazdığı yazılarda, Meriç''in haklı olduğunu dile getiriyordu. İlim ilim bilmekti, ilim kendin bilmekti!

Yahya Kemal ile ilk muarefem lise birinci sınıfta oldu. Edebiyat hocamız Bahtıyar Bey, Nihat Sami Banarlı''nın yazdığı ders kitabından ağır ağır Sessiz Gemi''yi okudu ve arka sıralardaki Vahdettin''e (namı diğer İtoğluit Vaho) şairin bu şiirde ne anlattığını sordu. Vahdettin ya iyi dinlememiş veya dinlese de anlamamış olduğundan biraz ıkınıp sıkındı ve kısık bir sesle “Türk milletinin kahramanlığini anlatir öğretmenim” dedi. Bahtıyar Bey zavallı Vaho''ya öyle bir aşağılayıcı bakıp “Otur!” dedi ki, hepimiz incindik. Vaho bu cevabı hak etse de, sevimliliği yüzünden bu muameleye layık değildi.

Hocanın kendisi de üzülmüştü. Bana dönüp sen söyle şair burada ne anlatıyor dedi. “Türk milletinin kahramanlığını anlatıyor” dedim. Aklım sıra sevimli bir arkadaşımızın onurunu kurtarıyordum. Bahtıyar Bey bozuldu. “Öyle mi, izah et bakalım!” dedi. Kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama, şöyle laflar gevelemiş olmalıyım: Ölümü bu denli sükunetle ancak bir Türk tasvir edebilir! Kahramanlık bu değilse, başka nedir?

Yahya Kemal mümin idiyse bir kahraman, değildiyse daha büyük bir kahramandı. Semasında kesinlikle melekler uçuşuyordu. Bayram namazını kılmak yahut kılanlarla aynı manevi havayı solumak üzere geldiği Süleymaniye''de yukarıdan gelen kanat seslerini ilk o işitiyordu:

Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,

Duyulan gökte kanat yerde ayak sesleridir.

Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne garib alem bu!..

Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu...

Bu sükunette karıştıkça karanlıkla ışık

Yürüyor, durmadan, insan ve hayalet karışık;

Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,

Giriyor, birbiri ardınca, ilahi yapıya.

Tanrının mabedi her bir tarafından doluyor,

Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.

Milletin yurdu tarihtir. Yahya Kemal, eve yani tarihe dönen adamdı. Gençliğinin baharında Fransa''ya gitmiş ve kısa zamanda bir Garpzede, hatta daha dar planda bir Yunanzede olmuştu. (Acaba Garpzade ve Yunanzade demek daha mı doğru?) Bize ait her şey gözünde küçülmüş, değersizleşmişti. Buna karşılık bir Fransız şiiri veya bir Yunan heykeli gözüne sanatın zirvesi gibi gözüküyordu. Sonra hayat ve tecrübeler şairimizi pişirmiş, aklı ve ruhu “kendi gök kubbemizde” kanat çırpmaya başlamıştı:

Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;

Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum;

Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;

Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,

Senelerden beri rüyada görüp özlediğim

Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.

Süleymaniye''nin kubbesi altında bu cumhura bakmak! İşte bugün çarşafa dolanmış olanların akıl ve ruhlarına maalesef artık hitap etmeyen gerçeklik budur.

Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını

Görüyor varlığının bir yere toplandığını;

Büyük Allah''ı anarken bir ağızdan herkes

Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses.

Sonra bu topluluktan basit bir neferi alıyor şair ve onun duruş ve simasında bir milletin varoluş tarihini özetliyor:

Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri

Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir''i

Ne kadar saf idi siması bu mü''min neferin!

Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?

Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu

Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu.

Yahya Kemal mümin miydi, bilmiyorum. Kimse bilemez. Fakat herkesin bildiği şu: Müminleri seviyordu. Tarihçi Toynbee o devrin çok ünlü bir şahsiyeti için şöyle diyordu: “Türk''tü, fakat onlardan nefret ediyordu!” Yahya Kemal, milletinin her ferdini ve onlarla dolaşan ruhları severek, ayak bastığı toprağı vatanlaştırıyordu:

Ulu mabedde karıştım vatanın birliğine.

Çok sükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine

Yaşıyanlarla beraber bulunan ervahı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

15 yıl önce
Gönlünü ışıkla doldur!
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’