|
Kanal İstanbul: Muhalefeti acizleştiren yeni merkez

Vitrivius, mimarlık üzerine yazdığı on kitabın ikincisinde, kendi fikir ve becerilerine çok güvenen mimar Dinocrates’in, Büyük İskender’e mimari bir proje sunuşunun hikayesini şöyle anlatır:

Dinocrates’in “Heybetli bir duruşu, iyi biçimlenmiş, vakur ve hoş bir görünümü vardır. Doğanın verdiği bu özelliklere güvenerek kaldığı handa soyunur ve vücudunu yağ- layarak başına kavak yapraklarından bir çelenk geçirir; sol omuzuna da bir aslan postu atıp, sağ elinde tuttuğu bir asa ile kralın yargıçlık yaptığı tribünün öne gelir.


Garip görünümü insanların dönüp ona bakmasını sağlar, bu da Büyük İskender’in dikkatini çeker. Şaşkınlık içinde, kendisine yer açılarak yakına gelmesi için emirler verir ve ona kim olduğunu sorar. ‘Dinocrates’im ben’ der. ‘Makedonyalı bir mimar. Sana şanına yaraşan fikirler ve tasarımlar getirdim. Athos Dağı’nı bir erkek heykeline dönüştürecek bir tasarım yaptım; sol elinde çok geniş, surlarla çevrili bir kent temsil ettim; sağ elinde de dağdaki bütün ırmakların içine akıp denize döküleceği bir çanak var.’

Bu tasarımdan çok hoşlanan Büyük İskender, hemen civarda kenti besleyecek buğday tarlaları olup olmadığını soruşturur. Bunun denizin ötesinden taşınmadıkça olanaksız olduğunu öğrenince şöyle der: ‘Dinocrates, tasarımının mükemmel kompozisyonunu takdir ediyor ve beğeniyorum ama korkarım ki, orada kent kurmak isteyen her kimse kötü bir değerlendirme yaptığı için kınanacaktır. Yeni doğan bir bebek ana sütü olmadan beslenemez ve yaşamda gelişmeye doğru yönlendirilmezse, bir kent ve tarlaları, duvarları taşan meyveleri ve bol besin kaynakları bulunmadıkça ne gelişebilir ne de nüfusunu barındırabilir. Bu yüzden tasarımını övgüye değer bulmakla beraber, arazinin uygunsuz olduğunu düşünüyorum; ancak, senden yararlanmak için benimle kalmanı isterim.”

Bu hikayeyi anlatmamın nedeni
Kanal İstanbul
projesine karşı çıkan CHPlilerin, Dinocrates vari bir hayale sahip olmadıkları gibi, Büyük İskender’in itirazına benzer ciddi bir itiraz üretmekten de yoksun olmalarıdır.
Kanal İstanbul projesinin bir tasarım olarak
Erdoğan
tarafından açıklandığı 2011 yılından beri, CHPlilerin yaptıkları tek şey, “istemezük” naraları atmaktan, “niye istemiyorsunuz” diye sorulduğunda ise, “bu bir felaket senaryosudur” diyerek, nadirattan da olsa deprem ihtimalini ileri sürmekten öteye geçmemektedir.
Ulaştırma Bakanı
Ahmet Arslan
, Kanal İstanbul’un güzergahını açıkladığı toplantıda “Koridorun belirlenmesinde deprem riski çalışması kapsamında 2 bin 475 yıllık ortalama yinelenme süreleri dikkate alındı, tsunami ve dalga parametreleri de göz önünde bulunduruldu ve 25 yıllık rüzgar verileri kullanılarak modellemeler oluşturuldu” demesine rağmen, CHPlilerin aynı minvaldeki naralarını ve gerekçesiz gerekçelerden söz etmeleri, komedi yapma talebindeki ısrarlarının son örneği olarak kayıtlara geçti.
Bu arada
Hikmet Sami Türk
’ten de bir itiraz geldi ama, CHPlilerinkine göre hem fazlasıyla tutarlılık arz eden hem de projenin büyülüğüyle mütenasip olarak tedbir ve değerlendirme talebinde bulunan bir itirazdı onunki.

1936 Montreux Sözleşmesi’nin şartlarını hatırlatan ve muhtemel kimi uygulama boşluklarının siyasi manada başımızı ağrıtabileceğinden söz eden Türk, sonuçta şunu söylüyordu:

“Türkiye Boğazlar rejiminin yeniden tartışmaya açılmamasına büyük önem vermiştir. Kısacası, Kanal İstanbul Projesi, yalnız coğrafî ve çevresel etkileri bakımından değil; siyasal sonuçları bakımından da ‘çılgın’ bir proje özelliği taşımaktadır. Proje için ilk kazmayı vurmadan önce konunun bütün yönleriyle bir kez daha değerlendirilmesi gerekir.”

Naklettiğimiz bu durum açık açık gösteriyor ki, Kanal İstanbul projesinin doğru değerlendirmesi (hemen her konuda olduğu gibi) yine muhalefetten gelmeyecek, projenin teferruatından kaynaklanıyor gibi görünse de aslı belirleyebilecek nitelikteki ayrıntıların keşfi de yine onlar tarafından yapılamayacaktır.

Örneğin, Emlak Konut GYO Yönetim Kurulu Başkanı
Ertan Yetim
’in, Yeni Şafak’taki son beyanında, “Kanal İstanbul güzergahı üstünde Arnavutköy-Dursunköy’de 3,6 milyon metrekare, Küçükçekmece’deki Bizim Mahalle projemizin ihale edilmemiş 450 bin metrekarelik bölümü, Başakşehir-Hoşdere’deki 340 bin metrekarelik alan ve son olarak Başakşehir-İkitelli-Ayazma-Kayabaşı bölgesindeki 240 bin metrekarelik arsalarımız yer alıyor. Toplamda 4,6 milyon metrekareye tekabül eden bu arsalar üzerinde neler yapabileceğimizi Katarlı yatırımcılarla görüşeceğiz” demesi, aslı belirleyecek bir teferruat niteliğindedir.
Kanal İstanbul projesiyle, sadece İstanbul Boğazı'na paralel bir kanal açılmış olunmuyor, ikinci bir İstanbul kuruluyor ve dolayısıyla gözbebeğimiz olan
İstanbul’da tarihi merkezinin yanı başında yine su eksenli olarak modern bir merkez yaratılıyor
.

Bunun yerleşimde (ikamet), iş alanlarında, yabancılarla ilişkilerde ve sosyo-kültürel hayatımızda neden olacağı değişmeleri, muhtemel sorunları şimdiden öngörmeye çalışmak, bunların olumsuz bir tabloya baliğ olmaması için nazari ve pratik planda yoğun bir çaba göstermek gerekir.

#Muhalefet
#Kanal İstanbul
6 yıl önce
Kanal İstanbul: Muhalefeti acizleştiren yeni merkez
Doğu Akdeniz’in enerji politiği açısından değeri
Bu devirde gel de yabancılaşma!
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’