“Sevgili okur, siz bu yazıyı okuduğunuzda ben çok uzaklarda olacağım” diye başlamayı planlamıştım bu yazıya. Evden kaçan kız repliğiyle gireyim, şöyle tatlı tatlı, hafif, sereserpe, uçuşan şeylerden, yoldan, yolculuktan, uzaklardan bahsedeyim. Ağır bulunabilecek şeyler de olsun ama arada, gideceğim istikametten mülhem, deneysel Amerikan Sosyolojisi''nden, Goffman''dan filan da sözedeyim. Demiştim.Ama, CHP kavgasının küt diye gelip hayatımızın yirmidört saatine oturması, kayıtsız kalınamayacak kadar
“Sevgili okur, siz bu yazıyı okuduğunuzda ben çok uzaklarda olacağım” diye başlamayı planlamıştım bu yazıya. Evden kaçan kız repliğiyle gireyim, şöyle tatlı tatlı, hafif, sereserpe, uçuşan şeylerden, yoldan, yolculuktan, uzaklardan bahsedeyim. Ağır bulunabilecek şeyler de olsun ama arada, gideceğim istikametten mülhem, deneysel Amerikan Sosyolojisi''nden, Goffman''dan filan da sözedeyim. Demiştim.
Ama, CHP kavgasının küt diye gelip hayatımızın yirmidört saatine oturması, kayıtsız kalınamayacak kadar flaş ve önemliydi.
Ayrıca, yaklaşık iki gündür ekranlardan akan, “CHP''de devrim olduğu”, “Önder Sav politbürosunun tasfiyesinin çok özgürlükçü bir adım olduğu”, “CHP''ye umut doğduğu”, “statükonun yerine genç, dinamik, Türkiye''yi yönetmeye talip bir ekibin geldiği” yolundaki yorumlara şerh düşmek şarttı.
Dededen CHP''li olan ve CHP''nin, bırakın iktidara gelmeyi, halkta 50 yıldır sempati uyandıramamasına yıllardır çareler arayan yazarlar, ilk kez elini masaya vuran Kılıçdaroğlu''na “büyük kurtarıcı” muamelesi çekmeye başladılar, keza olan biteni de “özgürlükçü bir solun yeni soluğu” olarak tevil etme eğilimindeler…
Doğrudur, CHP''nin iktidar yüzü görememesinde Önder Sav''ın temsil ettiği dünyaya kapalı, eski kafalı, vizyonsuz bakış açısının çok büyük bir payı var. Sav ve avaneleri gibi, katı laikçi olan, değişime, farklılığa ve dünyaya gözünü kapatan, toplum mühendisliğine soyunan ve benzeri düşüncelere sahip olanlar, öyle ya da böyle tasfiye olacak, oyun dışına itilecekti. Dünyanın gidişatını az buçuk okuyabilen herkesin tahmin ettiği gibi, bu gibi fikirler çoktan miadını doldurmuş fikirlerdi ve zihnini 1930''da dondurmuş Sav ve benzerleri de gündelik siyaset üzerinde daha onyıllarca payidar olacak filan değildi.
Ama Kılıçdaroğlu konusundaki bu bendini aşmış neşe ve coşku dalgasına da bir anlam verebildiğimi söyleyemeyeceğim...
Öyle bir coşku ki bu, Kılıçdaroğlu''nu, CHP''nin yeni “Mesih”i ilan etmeye, öyle bir neşe ki, “devrim kahramanı” olarak görmeye ve göstermeye kadar vardı. Çoğunluğu medyada olan o oldukça kalabalık yekuna “ağır olun, yavaş gidin, az soluklanın hanımlar, beyler..” demek isterim.
Çünkü Kılıçdaroğlu''nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde tek başına davet edildiği televizyon programlarına yanında Gürsel Tekin olmadan gitmeyen bir başkan adayı olduğunu daha unutmadım. Gürsel Tekin olmadan tek bir adım atmadığı, tek bir söz etmediği bir başkan adaylığı süreci geçirdi Kılıçdaroğlu. Yerel seçimler sonuçlandıktan sonra bile, “kazanamadık ama neden kazanamadık” konuşmasını bile kendisi değil, yanında oturduğu Gürsel Tekin yapmıştı da gülmüştük. Niye o değil de, beriki konuşuyor diye…
Bu ve benzeri onlarca olay, ortalama vatandaşta “Kılıçdaroğlu konuşuyor ama Gürsel Tekin söylüyor; Kılıçdaroğlu yapıyor ama Gürsel Tekin yaptırıyor” algısının oluşmasına yol açtı.
Zaten ortalama vatandaşta, Önder Sav''la ilgili Baykal''ın 2008''de tüzük değişikliği yapmasına bozulduğu ve bir katakulliyle Baykal''ı devirdiği konusunda bir yargı varsa; aynı vatandaşta Önder Sav''ın Kılıçdaroğlu''nu da “pasifliği ve edilgenliği” yüzünden seçtirdiğine yönelik bir algı da var.
Dolayısıyla medyadaki heyecanlı meslektaşlarımız dışında kimse, CHP''deki bu kavganın Kılıçdaroğlu''nun bizzat kendi iradesi, düşüncesi ve inisiyatifiyle başladığını düşünmüyor.
Sokaktaki vatandaş, CHP''deki bu son durumun Önder Sav tarafından pasifize edilmeye çalışılan Gürsel Tekin''in ağır intikamı olduğunu konuşuyor. O değilse, 40 yıllık arkadaşının ihanetine bozulan Deniz Baykal''ın Kılıçdaroğlu''nu el altından gaza getirdiği konuşuyor.
“Kılıçdaroğlu''nun elini masaya vurabilecek, restini çekebilecek, gemileri yakabilecek bir kudreti olabilseydi, “Dersim” konusunda söylediklerinin arkasında dururdu, bizzat kimliği sözkonusu olmuştu”, diyor insanlar. Ki katılmadığım görüşler de değil.
Bunlar yani bence, Kılıçdaroğlu''nun dimdik ayakta olduğunun göstergesi değil, Gürsel Tekin''in fendinin Sav''ı yendiğinin delili. Ve çok değil, çok kısa bir süre içinde CHP Genel Başkanlığı koltuğunda Gürsel Tekin''i görmeye kendimizi alıştırmamız gerektiğinin…
Önder Sav''a gelince, durumunu en iyi ifade eden cümle; “çalma kapıyı, çalarlar kapını” olur herhalde, ya da “Allahın sopası yok”. Yanlış mıyım?