|
Öfke dolu yıllar

Dünyamız İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana öfke ve asabiyet sürecinden geçiyor.

Bireysel ilişkilerde öfke ve asabi yaşantı gündemden düşmüyor. Tabii ki buna koşut olarak ikili uluslararası ilişkilerde olsun, çoklu ilişkilerde olsun aynı öfke ve asabiyet gündemdeki yerini bayatlamadan sürdürüyor.

Acaba bireysel yaşantımız mı uluslararası ilişkileri etkiliyor yoksa uluslararası durum mu bireysel yaşantımızın üstüne kâbus gibi çöküyor?

Besbelli, öfkeli adamlar kuşağı İkinci Büyük Savaş’tan sonra birden patlak vermedi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da bir öfkeli devlet adamlar kuşağı geldi geçti. Mussolini, Hitler, Stalin, Mao öfkeli ve asabi yönetimleriyle uluslarına cefa çektirmede birbirinden geri kalmadı. Aynı öfkeli ve asabi hissiyat bizim ülkemizde de yaşandı. Şeyh Sait ve Dersim olayları hatırlanabilir…

Ancak İkinci Savaş’tan sonra yaşanan öfke ve asabi süreç toplumsal katmandan bireysel katmana inmişti…

Gerçi biri gelince ötekini ortadan kaldırmıyor. İkisi aynı anda hem bireylerin hem toplumun ve toplumların yaşantısını aynı ölçüde etkilemeyi sürdürüyor.

Devlet adamlarının öfkesinin sonuçları uluslararası ilişkilere yansırken bireysel öfkeler kişilerin ikili ilişkilerine, aile içi yaşantılarına yansıyor. O da sonu cinayetlere kadar varan şiddet ilişkilerine kadar gidiyor.

Hükümet darbelerini de bu eğilimden muaf görmek imkân dışı…

Adnan Menderes ve iki bakan arkadaşının idamı, ABD’de Kennedy suikastı 60’lı yılların başlarında hatırlanan iki müessif vukuattır…

50’li yılların başlarından itibaren yaşanan Kore Savaşı, 60’lı yılların ortalarından itibaren Vietnam Savaşı, Güney Amerika ülkelerindeki darbeler, savaşlar… Keza Ortadoğu’nun bitmeyen iç savaşları olsun, dışarıdan yapılan müdahalelerle patlak veren hükümet darbeleri, suikastlar, idamlar, ihtilaflar ve bütün bunların toptan hasılası olan yoksulluk, sefalet, kan ve göz yaşı; öfke ve asabiyetin yavrularıdır…

Hükümet darbelerinin bireysel yaşantıya olan yansımasından gündelik trafik kazalarına, oradan mahalle kavgalarına, oradan iç çatışmalara kadar uzayan kargaşa tabloları gündelik yaşantımızın iptilasına dönüştü…

Ama illa da bireysel yaşantımızdaki öfke!..

Bu öfkeye üst düzey siyaset adamından, parti yöneticisinden başlayarak sokaktaki yurttaşa kadar yelpazedeki her kesimden insanın bireysel yaşantısında yansımasına tanık olunabiliyor.

50’li yıllarda İngiliz yazarı John Osborne’un Öfke piyesinin baş kahramanı Jimmy Porter, oyunun bir yerinde günün manzarasını şu sözlerle özetliyordu:

“Öyle sanıyorum ki bizim kuşağımız bir dava için ölemeyecek. 1930’larda 40’larda biz daha çocukken her şeyi yapmışlar bizim için. Uğrunda ölmek için iyi, cesur davalar kalmadı artık. Büyük darbe iner de hepimiz öldürülürsek, eski muhteşem tarzda olmayacak bu. Önemsiz ve budalaca olacak. Kendini bir otobüsün altına atarcasına gayesiz ve şerefsiz.” (Perde 3, Sahne 1).

Evet, aynen… Bir dava için değil, yok yere, pislikten nedenlerle, üstelik budalaca ve gayesizce…

Ama o üst değerler öldü mü, yok mu oldu? Asla… Ama o üst değerler kendine layık olacak bir kuşağın, onu Babil Kulesinden yere, hayatın yaşanan katına indirmesini bekliyor…

#Öfke
3 yıl önce
Öfke dolu yıllar
5 mesele: Toplumsal uzlaşma ve Kürtler
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!