|
Halk olabilme şuuru

"Kendimizi ve çevremizde olan-bitenleri anlamaya başladığımız andan itibaren, bizde bir şuur oluşur. İnsan olarak, dışımızda gelişen her olay hakkında bir değerlendirme yapar ve tepkilerimizi dile getiririz. Çevremizdeki insanlarla, bu konularda ortak fikir ve kanaatlerimiz veya farklı görüşlerimizle dinamik bir toplum olarak tercihlerimizi ortaya koyarız.

Bizi yönetenler de, toplumsal tepkiyi sürekli izlemeleri sebebiyle eğilimlerimizi fark eder; ülke konuları hakkındaki görüşlerimizi dikkate alarak, politikalarını bu doğrultuda şekillendirmeye çalışırlar."

Yukarıdaki cümleler; ideal bir toplumda halkın kendine ait sorumluluklarının şuurunda olarak, olaylara karşı genel tavrını özetlemektir. Aynı şekilde, sorumlu ve duyarlı yönetimin de "toplumsal tansiyon"u sürekli izleyerek, ondan sonuçlar çıkarmaya çalıştığını tasvir etmektedir.

Böyle bir tabloyu, bugünkü Batı ülkeleri olan Amerika ve Avrupalı toplumlarda rahatlıkla görebilmek mümkün. Ama, projektörümüzü Türkiye gibi, toplumların hür iradelerinin işlerlik kazanmadığı ülkelere yönelttiğimizde; manzaranın oldukça farklı olduğu görülmektedir.

İnsan hak ve hürriyetlerinin; siyasi sistem ve bazı seçkin grupların isteği doğrultusunda biçimlenmesi, toplumdaki halk kitlesinin bir türlü kendine ait hak ve yetkileri kullanabilmesine imkan vermemektedir.

Aslında bu durum; hakların kullanılmasından önce, toplumun (halkın) kendini yetkili kabul etme ve toplumsal olaylar konusunda, fikir üretebilme statüsüne kendini layık göremediği konusu ile ilgili bir psikolojidir. Bu psikoloji, geçmişten gelen ve yönetimden kaynaklanan politikaların oluşturduğu "yasaklı anlayış"tan kaynaklanmaktadır. Fakat; halkın ve halka yön veren seçkinlerin, birilerinin kendi haklarını engellemeye çalışsa da, onları kullanma konusunda ısrarlı olması ve taleplerinden vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü halk olabilmenin en önemli şartı; toplumsal kaderi, sadece yöneticilerin istek ve arzularına bırakmayıp; kendi seçim ve tercihlerini de sisteme hakim kılabilmektedir.

Halkın iradesinin devre dışı bırakıldığı ülkelerde, siyasi ve iktisadi dengelerin sarsıldığı bir gerçektir. Çünkü devlet yönetimi, yönetim felsefesine inanmış ve onu destekleyen toplum grupları yardımı ile düzenli ve etkili bir işleyişe kavuşabilir. Bugün; değil devletlerin, küçük işletmelerin bile çalışanların gayreti, desteği ve yönetime katılmasıyla ayakta durabildiği görülmektedir. Bu yüzden akıllı ve gerçekçi yönetimlerin, halkı sindirme, korkutma veya devre dışı bırakma yerine; kişilik ve yetki vermek suretiyle, hem kendi ve hem de toplumlarının geleceklerini kurtarma mecburiyetleri vardır. Çünkü siyasi yapılar da, çok yönlü faktörlerin etkisi altında çalışmaktadır. Bu durum, ülke sistemlerinin açık ve şeffaf bir şekilde çalışmasını ve halkın sorumluluğu ile birçok problemin üstesinden kolaylıkla gelinmesini gerekli kılmaktadır.

Günümüz ''Türkiye''si, hâlâ kendini kral zanneden bazı politikacı, yönetici görevli ve sendikacıların topluma tepeden bakan ve onları "itaate mahkum zavallılar" gibi görmesinden kurtulmalıdır.

Yetki ve sorumlulukların paylaşıldığı, görüş ve kanaatlere saygı gösterildiği, toplumla barışık yaşandığı bir dünyada totaliter anlayışlara yer kalmamıştır. Hiçbir şey üretmeyen, toplumu refaha ulaştıramayan, topluma hesap vermeyen, adli denetimden kaçan kişi ve kurumlar, bugünün çağdaş dünyasında toplumların önünü tıkamakta ve ülke kaynaklarını keyfi bir şekilde kullanmaktadır.

Halk olmanın zamanı gelmiş ve hatta geçmek üzeredir. Her toplumsal grup gibi, halka hesap verme ve halkın denetimine girme mecburiyeti, yönetimler için gelmiştir. Yönetimler, siyasi kadrolar ve diğer örgüt ve kurumlar; halka hizmet etmekten başka, toplum üzerinde yetkileri olmadığını bilmek durumundadırlar. Halkın da, kendine ait hak ve sorumlulukları bir an önce yüklenme vakti gelmiştir.

23 yıl önce
Halk olabilme şuuru
Bayraklı gangsterler!..
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?