|
Anlamın melankolisi

Yanlış anlamalardan büyük felsefelerin ortaya çıkması mümkün oluyor, demiştik. Bunun büyük tarihi örneklerinin olduğunu bilmek belki insan hakkında hayal kırıklıkları yaratabilir. Oysa bu örneklere bakınca insan bilgisinin "zan" boyutunun ne kadar güçlü olduğu daha iyi hissediliyor. Dolayısıyla insana, insan mucizesine dair daha yakînî bir bilgiye vakıf olunmuş oluyor.

Yaratıcı yanlış anlama örneklerinden biri olarak zikrettiğimiz Althusser''in Marx''ın metinleri üzerine yaptığı yaratıcı yorumlar üzerine yazılarını haksoz.net''ten her zaman ilgiyle izlediğim değerli düşünür Selahattin Çakırgil, Althusser''le ilgili ölümünden on yıl sonra dillendirilen bir tartışmayı lütfedip hatırlattı. Ömrünün sonu tam bir trajedi olan Althusser''in (önce hanımını öldürdü, sonra aklın öte yakasına geçti ve bir psikiyatri kliniğine yatırıldı ve 1990 yılında da o psikiyatri kliniğinde öldü) asıl hayatı bir traji-komik durumla noktalanmıştır. Çünkü Althusser hakkında, ölümünden on yıl sonra yapılan ciddî yayınlarda, bir zamanlar Fransız komünistlerinin bu müthiş teorisyeninin, bu entelektüel Marksist yorumcunun, hakkında Kapital''i Okuma Kılavuzu (Reading Capital) isimli çığır açıcı bir kitap yazdığı Marx''ın Das Kapital''ini aslında hiç okumamış olduğu ortaya konuldu.

Görüyorsunuz, burada bir yaratıcı yanlış anlamadan değil, bayağı bir uydurmadan bahsediliyor.

Üstelik işin ilginç olanı bu iddia doğru olsa bile bunun, Althusser''in Marx hakkındaki yorumlarının çığır açıcılığını ve Marksist düşünceye getirdiği yeni açılımın verimliliğini yitirmemiş olmasıdır. Bugün Marx''ı Althusser''in yorumları eşliğinde okumanın apayrı bir tadı olduğu hâlen bir gerçektir. Gelin de çıkın işin içinden.

Biz iyisi mi yine işin bir türlü buluşamayan okur ve yazarın niyeti arasındaki ilişki boyutundan devam edelim.

Bir yazarın anlattıklarını okuyanların kendi zihinlerinde farklı beklentiler, farklı duygular, farklı bütüncüllükler oluşur ve bu bütüncüllükler, okunan metinlerde bulunamayabilir. Bu durumda okur ile yazar arasında oluşması kuvvetle muhtemel uçurumlar, insanların yanlış anlaşılmaları veya hiç anlaşılmamasıyla ilgili şikâyetlerini ayyuka çıkarır. Giderek anlaşılmak değil, anlaşılmamak esas hale gelir. Anlaşılmamak bir apayrı bir anlam düzeyi, bir bilgelik seviyesi olarak kabul görmeye başlar.

Ağzını açıp derdini anlatan her insan, eline kalem alıp yazan her yazar anlaşılmayı hedeflediği halde, yazın dünyasına hâkim olan genel hâlet-i ruhiye bir başarısızlık olur. Buna anlamın melankolisi de diyebiliriz sanırım. Yazar ile okurun, söz söyleyen ile dinleyenin bir türlü buluşmamasından kaynaklanan bir melankoli. Bazen yazarın kendisi bu melankoliye kapılır, yeterince anlaşılamamaktan dert yanar, bazen başka okurlar, kendi favori yazarlarının başkaları tarafından bir türlü anlaşılamaması söylemi üzerinden üretirler bu melankoliyi.

Bir melankolide rastlanabilecek her türlü maraz anlamın melankolisinde de bulunur, ama nedense bu melankolide öncelikle bir tür kibir görürüm ben. Yazar veya bazen bir yazarın okurları başka insanların kendi anlam dünyalarıyla buluşmalarına tenezzül edemiyor olabilirler. Oluşan buluşmayı beğenmiyor veya bu buluşmadan tatmin olmuyor olabilirler. Bu buluşmalar onları yeterince mutlu kılmıyor. Tipik melankoli hastalığı yani…

Ayrıca yine, anlaşılanlardan ziyade, bu kadar çok anlaşılmayanın yoğunlaştığı okuma dünyasında bu kadar ısrar etmek niçin? diye sorulabilir. Madem insanların birbirlerini anlamıyor olmaları, yani anlam melankolisi, okuma dünyasında daha baskın bir realitedir, insanlar ne diye okumakta, ne diye başkalarını anlama konusunda yoğun bir çaba sarf etmektedir? Ne ararlar insanlar başkalarının yazdıklarında? Bu soruların, insanların okumayla ilgili davranışlarının, tavırlarının, performanslarının farklılığı üzerinde daha bir derinleşmemizi gerektirdiği açıktır.

Birçok insan birçok şeyi okuduğunda bir şeyler anladığını hissederek kalkar kitabın başından. Peki, bir şeyler anladıklarını düşündüklerinde insanlar neyi anlamaktadırlar acaba? Gerçekten de kitapta olanı veya yazarın kitapta yazdığında kast ettiği şeyi mi anlarlar? Yoksa kitapta okudukları ile kendi dünyaları arasında ilgisiz bağlantılar mı kurarlar?

Bir de başka bir sorun daha var: Kitabın yazarı neyi kast etmişse kitaba aktarabilmiş midir? Bu, tabii ki, her şeyden önce bir belagat sorunu olarak anlaşılır. Doğrudur. Ancak sorunun bir boyutu da yazarın niyeti ile okurun dünyası arasındaki kapatılması güç açıklıktır.

Belki insanlar kaybettiklerini hissettikleri bir şeyleri ararlar sürekli birbirlerinde. Belki yazarlar farkına varmadan birçok insanın kaybetmiş olduğunu hissettiği bazı jetonları yazdıklarının arasına serpiştirirler bilmeden. Başarılı yazarlar, çok okunup çok anlaşılan yazarlar, muhtemeldir ki, herkeste ortak olan jetonlardan çokça bulundururlar metinlerinde. Öyle ki okuyanlarda bir anda irtibatlar kuruluverir.

Bakalım. bu mevzu bizde anlamın melankolisini çözecek veya bazı jetonları düşürecek mi? Devam edeceğiz…

15 yıl önce
Anlamın melankolisi
Gökdelenler!
Ecevit Vahit değildir..
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar