|
Demokratikleşmede mutabık kalmak

Mutabakat konusu siyasette muhtemelen gereğinden fazla abartılan bir kavram haline gelmiştir. Siyasetin tabiatında mutabakat veya uzlaşma değil tartışma ve çatışma vardır. Siyaset çatışan çıkar sahiplerinin meşru ve oyunları belirlenmiş bir çerçevede birbirleriyle tartışmasını öngörür. O yüzden herhangi bir konuda atılacak adımların önkoşulu olarak mutabakatın gerekliliği düşüncesi zımnen bütün tartışmaları bitirecek, nihai kararı kestirip atacak bir otoriterlik özlemini yansıtıyor. Bugün mutabakatı bir özlem konusu olarak ileri süren iyi-niyetli çalışmalar çoğu kez en iyi ihtimalle bu otoriterlik iddiasını tanımış, bu muhayyel (bazen fiilen işleyen) otoritenin iktidar hissesini teslim etmiş oluyor. Oysa bu otoriterlik meşru bir hak değildir.

Ayrıca siyasette mutabakatı bir gereklilik olarak teslim ettikçe, durumdan faydalanarak hiçbir zaman muhtemel bir mutabakata katılmayacak küçük azınlıkların diktatörlüklerine bir meşruiyet kazandırma ihtimali daha yüksek olabiliyor. 411 milletvekilinin onayladığı bir yasa ölçeğinde bir mutabakat konusu bulmak çok zor olduğu halde geriye kalan bir azınlığın bu mutabakattaki yokluğu belirleyici olabiliyor ve bu azınlık grubun tavrı haksız yere kutsanmış oluyor. Üstelik bu azınlık grubun Anayasanın 10. ve 42. Madde değişikliklerinde itiraz ettiği şey bazı insanların fazladan bir hakka kavuşması değil, aksine sadece özgürlük ve eşitlikleri olabiliyor. Yani aslında hiç kimseye sorulmasına gerek olmaksızın baştan teslim ve temin edilmiş olması gereken konular.

Belki siyasi aktörlerin birçok konuda mutabık olmalarını beklemek siyasetin tabiatına uygun değil ama varlık sebebi demokrasi olanların en azından demokratikleşme konusunda mutabık olmalarını beklemek ne siyasetin ne de demokrasinin tabiatına aykırı değildir. Aksine bu mutabakat demokratik siyasetin bilhassa olması gereken bir koşuludur.

Abant Platformu 20. Toplantısını “Yeni bir Toplumsal Mutabakat için Demokratikleşme” başlığı altında Ankara''da yapıyor. Şimdiye kadar Abant''ın dışında birçok yerde toplanan platformun tartışmaya açtığı konuya uygun bir yerde toplanmaya da son zamanlarda ayrı bir özen gösterdiği görülüyor. Bu açıdan demokratik bir mutabakat konusunu Ankara''da tartışmak kendi başına yeterince anlamlı bir tercih olmuştur. Devlet siyasetinin mutabakat kavramının baskısı altında kilitlenmiş olduğu Ankara''ya mutabakatın etik ve ontolojik koşullarını hatırlatmak, böylece siyasetin akabileceği meşru kanallara işlerlik kazandırmak gerekiyor.

Toplantının ilk gününde Osman Can, Levent Köker, Tanel Demirel, Ferhat Kentel, Ali Yaşar Sarıbay ve Arus Yumul''un iki ayrı oturumda demokratikleşmenin yapısal gerekleri ile kültürel temelleri konusunda yaptıkları sunumlar üzerine son derece ufuk açıcı tartışmalar yaşandı. Bu zeminde demokratikleşmenin bir mutabakat konusu olarak fazlasıyla benimsenmiş olduğu anlaşılıyor.

Toplantının açılış kısmında Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş''un yeni bir anayasa veya anayasa değişikliği konusunda önerdiği kurucu meclisin teşekkülü konusundaki model gerçekten tartışılmaya değer bir katkı oldu. Kurtulmuş, dar bölge sistemiyle yine halk tarafından seçilecek yüz kişinin bir anayasa yapımıyla yetkilendirilmesini önerdi. Daha önce benzer bir öneriyi Osman Can da yapmıştı. Bu tarz bir “Kurucu Meclis” kavramının alışık olduğumuz “namlunun gölgesindeki meclis”ten farkı demokrasiyi sekteye uğratmadan, yani yine demokratik bir yolla teşekkül etmesi, bir askeri darbe gerektirmiyor olması. Bunun oluşturulması için bir anayasa değişikliği gerekiyor tabi.

Öneri tartışılmaya değer, ancak Kurtulmuş''un bunu herhangi bir anayasa değişikliği teklifine destek için şart olarak ileri sürmesini anlamak zor. Topyekûn bir anayasa değişikliği veya radikal bir öneri üzerinde ısrar bazen mümkün olan zorunlu değişikliklerin önünü tıkamaktan başka bir işe yaramayabiliyor. Tabii ki daha mükemmel bir siyaset için bir ufka işaret etmek açısından bu tür önerileri selamlamak gerekiyor, ancak daha dar kapsamlı bir değişikliği gerçekleştirmenin mevcut zorluğu orta yerdeyken daha zor olanı mümkün olanı anlamsızlaştıracak ölçüde ifade etmenin iyi bir siyasi akla dayanmadığını da söylemek lazım. Mükemmel iyinin düşmanıdır.

Bugün elimizdeki anayasa son derece kötü, temel önceliği darbecilerin tesis ettiği düzeni korumak ve kollamak olan bir anayasadır.

Bunun tamamını değiştiremiyorsak bile topluma, özgürlüklere, haklara en çok batan taraflarını değiştirmekten de geri durmanın bir anlamı yoktur. O yüzden anayasa değişiklikleri hiç de önemsiz ve etkisiz değildir. Özellikle yüksek yargı sistemi ile ilgili hükümlerin, daha etkili ve geniş kapsamlı değişikliklerin önündeki en önemli engelleri kaldırmak üzere değiştirilmesi hiç de az bir adım değildir ve bu adıma daha uzak adımlar adına engel çıkarmak siyaset değildir.

14 лет назад
Demokratikleşmede mutabık kalmak
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’