|
Clinton: "21. yüzyılı Türkiye belirleyecek"

ABD Başkanı Bill Clinton, Berlin Duvarı''nın yıkılışının onuncu yılı nedeniyle Washington''daki Georgetown Üniversitesi''nin "Alman ve Avrupa Araştırmaları Merkezi" nde "tarihi" ve "dehşet" bir konuşma yaptı. Olumlu ve olumsuz anlamda "dehşet" bir konuşmaydı bu.

Bir ABD Başkanı, ilk kez açık ve net bir şekilde, Avrupa''dan Orta ve Uzak Asya''ya, Latin Amerika''dan Afrika''ya kadar "dünyanın tek patronu" ABD''dir; dünyaya, "barış"ı, "demokrasi"yi, "özgürlüğü" Amerika hediye etmiştir, diyordu.

"Barış", "demokrasi", özgürlük"... "Cilalı imaj devri"nin baştan çıkarıcı, ayartıcı, dolayısıyla yanlarına yaklaşılamayan, bir türlü hayata geçirilemeyen büyülü kavramları.

Clinton''ın konuşmasının genelde Türkiye ve İslam dünyasının üzerinde bulunduğu ve cadı kazanı gibi kaynayan stratejik havzanın geleceği, özelde ise benim açımdan önem taşıyan bölümü, Osmanlı ve Türkiye konusunda söyledikleri.

Yeni Şafak yayın hayatına atıldığı zamandan bu yana yazdığım yazılarda yapmaya çalıştığım şeylerden biri, dünyada olan biten olaylara belli bir medeniyet perspektifinden bakarak, Osmanlı''nın çökmesi ve dolayısıyla İslam medeniyeti''nin resmen tarihe karışmasını hazırlayan süreci; bu süreçte dünya üzerinde siyasi, ekonomik ve kültürel hegemonya kuran Avrupalılar''ın; ardından da Batı medeniyetini tek başına temsil etmeye başlayan ve yeniden üreten ABD''nin geliştirmeye çalıştığı hegemonik stratejinin kodlarını deşifre etmeye, çözmeye çalışmak. (Burada, kendimden sözetmek zorunda kaldığım için, okuyucularımdan özür dilerim).

Özellikle 28 Şubat sürecinden sonra yazdığım yazılarda, 28 Şubat "postmodern darbe"sinin, zaman zaman ayartıcı bir şekilde yalanlanmaya çalışılsa da, "medeniyetler çatışması" çerçevesinde geliştirilen teorilerin veya stratejilerin kaçınılmaz bir uzantısı olduğunu; ABD''nin bu süreçte "örtük" veya postmodern bir şekilde kilit bir rol oynadığını; ABD''nin, Soğuk Savaş''tan önce ve sonra siyasi, ekonomik ve kültürel bir güç olarak yeniden tarih sahnesine çıkma emareleri gösteren İslam medeniyetinin gelişini önlemeyi amaçladığını; işte tam bu noktada, kilit rol oynayacağı anlaşılan Türkiye''nin İslam''la ilişkisinin kontrol altına alınarak minimize edilmesini sağlamaya ve dolayısıyla Türkiye''nin kendi başına hareket etmesini engellemek için Türkiye''yi durdurmaya veya kuşatmaya çalıştığını söyleyip duruyorum.

Amerika, tıpkı Avrupa gibi, Türkiye''nin, Osmanlı''nın mirasına sahip çıkarak, Osmanlı''nın çökertilmesinden sonra oluşan vakum (boşluk) nedeniyle bölgemizde yeniden tarihi rolünü oynamaya başlayabileceğini hiçbir zaman aklının köşesinden çıkarmıyor ve o yüzden Türkiye''yi (Türk toplumunu) kendi haline bırakmak istemiyor.

Hangisi daha tehlikeli?

Amerika, İslam dünyasına karşı Avrupa gibi tarihsel bir öfkeyle ve kinle dolu hareket etmiyor. Örneğin kolonyalizm gibi fiziksel şiddete dayalı bir hegemonya biçimi kurmaya kalkışmıyor. Ancak değişen koşullar, böylesi bir yönteme başvurmasını hem oldukça külfetli, hem de anlamsız kıldığı için Amerika İslam dünyasına karşı fiziksel şiddete dayalı bir ilişki kurmuyor. Çünkü küreselleşen, her olan biteni anında izleyebildiğimiz ve görebildiğimiz postmodern bir dünyada yaşıyoruz. Böylesi bir dünyada geliştirilecek hegemonya biçimleri modernliğin kavramlarıyla ve kurumlarıyla gerçekleştirilemez; aksi takdirde bu durumda yapılmak istenen şey (hemencecik püskürtülmeye çalışılacağı için) geri tepecektir.

Bu yüzden Amerika, dünya üzerinde kurduğu hegemonyayı; ayartıcı, başdöndürücü ve simülatif postmodern kavramlara ve yöntemlere başvurarak, Avrupalılar gibi açık değil, örtük bir şekilde gerçekleştiriyor.

ABD, Avrupalılar''ın Müslümanlar''a duyduğu öfkeyi, kini, düşmanlığı aynı şekilde değil ama daha rafine yöntemlerle sürdürüyor. Oysa bu yöntem daha tehlikelidir. Unutmayalım: "Kızıl tehlike"den sonra "fundamentalizm, İslam tehlikesi" projesini Avrupalılar değil ABD geliştirdi ve son on yıldan bu yana ABD''nin en öncelikli sorunu, fundamentalizm tehlikesi olarak lanse edilerek mahkum edilmeye çalışılan İslam''ın yeniden siyasi, ekonomik ve kültürel bir güç olarak tarih sahnesine çıkmasını önlemeye çalışmaktır. Bugün tüm sosyal bilimcilerin açıkça kabul ettikleri gerçek şu: Doğu kültürleri salt fizikötesi gerçekliği eksene aldıkları için, salt fizik gerçekliği eksene alan ve bu yüzden şiddet yüklü pratikler üreten Batı kültürüne, Batılı kodlara direnme güçlerini yitirdiler ve Batı kültürünün kodları tarafından yutuldular. Batı kültürünün "tüketici", "düzleştirici", "yok edici" kodlarına karşı direnebilen tek kültür, fizik ötesi gerçeklikle fizik gerçekliği aynı meczedebilen kültür olan İslam kültürüdür.

Tıpkı Avrupalılar gibi, ABD''yi de kara kara düşündürten işte bu "ürkütücü", temel gerçektir. Bu yüzdendir ki, ABD, gelecek yüzyıla veya binyıla ilişkin stratejilerinin eksenine, merkezinde İslam dünyasının bulunduğu havzayı yerleştirmiştir.

Burada, bölge ülkeleriyle kültürel, tarihi bağları en güçlü ülke olan ama bunu borçlu olduğu Osmanlı''nın mirasçısı olmadığını resmen ilan ve ifşa eden Türkiye''dir. Buna rağmen dünyada, izleri hâlâ süren ve kendisine büyük sempati beslenen başka bir ülke yoktur.

İşte Amerika, bu gerçeğin farkındadır ve bu bölgede orta ve uzun vadede Türkiye''nin Osmanlı''nın üstlendiği misyona ve role benzer bir misyon ve rol üstlenmeye kalkışmaması için yoğun bir çaba göstermektedir.

Benim birkaç yıldan bu yana bu çerçevede yaptığım dekonstrüktif çözümlemeler, bugüne kadar gerekli yankıyı bulmadı. Sadece Ahmet Rıdvan, Rasim Özdenören, İsmet Özel gibi aydınlar ilgi gösterdiler; teşvik ettiler beni.

Clinton''ın, güçlü bir medeniyet bilinciyle yaptığı Georgetown Üniversitesi''ndeki konuşma, söylediklerimin ne denli geçerli olduğunu birincil bir aktör''ün ağzından doğrulamış oldu.

Türkiye, 21. yüzyılı nasıl belirleyecek?

Medeniyet bilinciyle hareket eden Amerika Avrupa''da armağan ettiği "barış", "demokrasi" ve "özgürlüğü", İslam dünyasında da tesis etmeye çalışacağını söyleyip duracak. Ama burada, tıpkı İsrail''in yaptığı gibi, jeo-ekonomi yoluyla jeo-politika yaparak; "barış" ve "refah" vaadi yoluyla sürdürülen bir "postmodern savaş" stratejisi izleyecek.

Ve tasarlanan hedef ise şu: İslam dünyasında İslam''ın bir medeniyet sıçraması yapmasını mümkün kılabilecek siyasi, ekonomik ve kültürel ortam yok edilecek; İslam, bu toplumların aksesuarlarından sadece biri, bir unsuru haline getirilecek. İşte bunun en canlı örneği, Türkiye''deki 28 Şubat sürecinde yapılmaya çalışılan şeylerdir.

Clinton''ın, "20. yüzyılı, Osmanlı İmparatorluğu''nun çök(ertil)mesinin belirlediğini; gelecek yüzyılın da, Türkiye''nin kendi geleceğini, bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına göre şekilleneceğini" söylemesi ve "Türkiye''nin mutlaka Avrupa''nın bir parçası olması gerektiğini" vurgulaması söylediklerimizi doğruluyor.

ABD, Türkiye''nin gerçek gücünün nerede yattığını çok iyi biliyor. Ve bu gücü kuvveden fiile geçirmesini önlemek için Türkiye''yi yakın takibe alıyor.

Türkiye, 21. yüzyılın şekillenmesinde kilit rol oynayacak ama Türkiye''ye oynatılmak istenen rol, uzun vadede Türkiye''nin ve İslam coğrafyasının değil, Amerika''nın çıkarlarının korunmasını, garanti altına alınmasını mümkün kılacak; böylelikle hem Türkiye''nin hem de İslam dünyasının kuşatılarak, İslam''ın aktif ve belirleyici bir aktör olarak yeniden tarih sahnesine çıkışının engellenmesini sağlayacak bir roldür.


24 yıl önce
Clinton: "21. yüzyılı Türkiye belirleyecek"
Siyasal vaadler
Mekanikçi Yakub, Elijah Muhammed ve Malcolm X
En iyisi Livakovic en kötüsü Numanoğlu
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?