|
Said Halim Paşa Marx okumuş muydu?

Osmanlının Anayasa tecrübesi, Kanun-u Esasi hakkındaki görüşlerinden yola çıktığımız Said Halim Paşa bizi aldı, günümüzde de hala geçerliliği olan, son iki yüzyıldır yaşamakta olduğumuz değişim ve modernleşme serüvenimize dair başka birçok meselenin ortasına çekti.

Said Halim Paşa’yı önemli kılan en önemli özelliği hem çok güçlü bir düşünür olması hem de bu düşünür haliyle Devlet-i âli Osmani’nin tepesinden gördüklerini, yaşadıklarını ve hissettiklerini yansıtması. Eli sonuna kadar taşın altında olan bir düşünürdür o. İslamcılığı muhalefete özgü bir tavra indirgeyenlere karşı bir devletin sorumluluğunu üstlenmiş, onunla özdeşleşmiş onu korumaya çalışan bir İslamcılığın en iyi örneği olarak duruyor. İslamcılığın iktidar halini temsil eden kişiliği ve duruşunun kendisine sağladığı ufuktan yaptığın analizlerin apayrı bir önemi ve değeri var kuşkusuz.

Geçen yazımızda onun Marx’ı veya Weber’i okuduğuna dair bir bulguya rastlanmadığını ama sonraki analizlerinin sosyolojik gücünün çağın sosyolojik literatürüyle çok güçlü paralellikler arz ettiğini söyleyerek bitirmiştik.

Doğrusu her ikisinin teorilerini veya yaklaşımlarını bire bir tekrarladığını kimse söyleyemez. Ancak Osmanlı’nın son zamanlarında yaşadığı sıkıntıların teşhisine temel oluşturan analizleri her iki düşünürün analizleriyle dikkat çekici seviyede bir paralellik arzediyor.

Herşeyden önce sınıf analizi üzerinden yaptığı doğu-batı toplumları karşılaştırmaları bu paralelliğin ilk emarelerini oluşturuyor. Osmanlı toplumunda burjuva veya aristokrasi tabakaları yoktur. Buna mukabil Paşa’nın memurin tabakası dediği ciddi bir bürokratik sınıf vardır. Paşa’nın bu sınıfa dair tahlilleri bürokrasi eleştirisi için temel oluşturabilecek çok sağlam gözlemlere dayanıyor. Hiçbir oryantalist nazarın bulaşmadığı, tamamen Osmanlı toplumunun içinden ve kendi sorununu çözmek üzere öncelikle bütün gerçekçiliğiyle teşhis etmeye dönük gözlemler. Belki Weber’in ve Marx’ın bürokrasi eleştirisini tekrarlamıyor, hatta çok farklı şeyler de söylüyor ama kesinlikle her ikisinin bürokrasi eleştirisine ilave edilebilecek çok değerli gözlemler ortaya koyuyor.

Said Halim Paşa’nın toplumsal dönüşümün bazı siyasi reformlarla kotarılabileceğine dair iyimser bakışa yönelttiği eleştiri ise Marx’ın politik düzeyin değişmesiyle altyapının da değişebileceğini umanlara yönelttiği eleştirileri Osmanlı özelinde ifade eder gibidir:

“Mücedditlerimizi bu kadar büyük hatalara düşüren şey şudur: Onlar memleketin siyasî vaziyetini istedikleri gibi değiştirmekle, içtimâi durumunu da değiştirmeye muvaffak olabileceklerini zannettiler. Sadece birtakım kanun ve nizamların, bir milletin içtimâi yapısını istenildiği gibi değiştirebileceği, bütün toplumun hükümetin heves ve hislerine tâbî bulunduğu gibi, safdilce fikirlere kapılmak hatasına düştüler.”

Said Halim Paşa’nın toplumsal yapı kurgusu veya toplumsal değişimin dinamiklerine dair yaklaşımı Marx’ınkiyle aynı değildir elbet. Yani ekonomik, maddi altyapının, politika, sanat, din, ideoloji gibi üstyapıya ait gelişmeleri tek yönlü belirleyebileceği yönünde kesin bir kabulü yoktur. Haddi zatında altyapı ve üstyapı gibi bir tasavvuru dahi yoktur. Ancak büyük ölçüde memurin tabakası tarafından üstlenilmiş olan politikanın uyguladığı reform programlarının Osmanlı’ın toplumsal, ekonomik yapısını gözardı ederek, bunu istediği gibi belirleyebileceğini vehmedişini de çok iyi görüyor ve bu vehmin eleştirisini de Marx’ın yaklaşımını çağrıştıran kendine özgü yaklaşımıyla ifade ediyor.

Paşa’ya göre bu memurin tabakası sadece birtakım kanun ve nizamların, bir milletin toplumsal yapısını istenildiği gibi değiştirebileceği, bütün toplumun hükümetin heves ve hislerine tâbî bulunduğu gibi, safdilce fikirlere kapılmak hatasına düştüler. Oysa bir kötü gidişatın, fenalığın ortadan kaldırılabilmesi için çeşidinin, mahiyetinin ve onu meydana getiren sebeplerin tam olarak bilinmesi, zararını yok etmek için de gerekli en doğru ve en etkili araçlara başvurulması gerekiyordu.

Aslında bu yaklaşım aynı zamanda toplumsal hadiselere çok daha geniş bir ufuktan bakışın da ifadesidir. Sosyolojinin saf pozitivizmin belirleyiciliği altındaki ilk teşekkül döneminde düz bir nedenselci yaklaşım hakimdir. Buna göre herhangi bir toplumsal olayı veya genel olarak toplumsal değişimi açıklamak için tek bir neden üzerinde odaklanılabiliyordu. O zamanlar Osmanlı’nın geri kalmışlığını veya Avrupa’nın gelişmesini dine bağlamanın da bilhassa Osmanlı aydınları arasında daha da revaçta olduğu yıllardır. Said Halim Paşa böyle bir ortamda toplumsal olayları tek başına dine, inanca veya tek bir faktöre bağlamanın yanlışlığı üzerinde durur:

“İçtimai hadiselerde dini inançların tesiri büyüktür. Fakat fertlerin mazisi, karakteri, zihniyeti ve hatta yaşadıkları iklim gibi çok çeşitli faktörler de bu tesire iştirak ederler. Zaten bir içtimai hadiseyi, sırf din ve mezheple ilgili hadiselerden ayıran da budur. Bundan dolayıdır ki, her nerede olursa olsun, mesela Fransa’da veya Almanya’da ortaya çıkmış bir içtimai vakayı, dini bir mesele gibi telakki ederek bu memleketlerde bulunan dinlere mal etmek ve bu sayede o dinlerin kıymet ve mahiyetlerini tayin etmek hiç kimsenin hayalinden bile geçmez”

Mesleği olmadığı halde Paşa çok güçlü bir sosyolojik nosyonu bu ifadeleriyle ortaya koyarken hem dini gerilemenin tek sebebi gibi ele alan modernistlere hem de dinin tek başına kalkınmanın tek motivasyonu olabileceği beklentilerine cevap vermiş oluyordu.

Bu cevabıyla da sosyal hadiselerin arkasında çok sayıda faktör olabileceğini, tek bir nedene bağlanamayacağı yönünde sonradan genel bir kurala dönüşecek olan sosyolojik hassasiyetin erken bir örneğini ortaya koyuyordu.

#Said Halim Paşa
#Osmanlı
#Karl Marx
3 yıl önce
Said Halim Paşa Marx okumuş muydu?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset