
Çağ açıp çağ kapatan ve kadim Roma İmparatorluğu'nun yıkılışıyla sonuçlanan İstanbul’un Fethi, yalnızca askeri bir zafer değil, aynı zamanda büyük bir ilmi ve manevi hazırlığın ürünüydü. Fatih Sultan Mehmet’in "yıkılmaz" denilen surları aşarak çağ açıp çağ kapatmasını sağlayan unsurlar arasında, dönemin bilginleri ve manevi önderleri de önemli bir rol oynadı. Bu kutlu fethin arkasında, ordunun moralini yükselten, sultanı ilmiyle besleyen ve manevi rehberlik eden isimler vardı. Bunların başında Akşemseddin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani geliyordu. Peki, bu üç büyük âlim, fetih sürecinde nasıl bir rol üstlendi?

İstanbul’un manevi fatihi: Akşemseddin
Büyük zaferlerin ardında görünmez kahramanlar yer alır ve bu kahramanlardan biri de şüphesiz Akşemseddin’dir. O, yalnızca Fatih Sultan Mehmet’in hocası değil, aynı zamanda fethin manevi mimarlarından biri olarak kabul edilir.

Asıl adı Muhammed bin Hamza olan Akşemseddin, 1390 yılında Şam’da doğdu. Soyu, Hz. Ebubekir’e dayanmaktaydı. Henüz çocuk yaşta ailesiyle birlikte Anadolu’ya göç eden Akşemseddin, Amasya civarında ilim tahsiline başladı.
Küçük yaşta hafızlığını tamamladı ve klasik medrese eğitimi aldı. Ancak onu diğer âlimlerden ayıran şey, yalnızca dinî ilimlerdeki başarısı değil, aynı zamanda tıp, biyoloji ve ruh sağlığı konularındaki derin bilgisi oldu.
Zamanının en önemli tıp alimlerinden biri olarak tanındı ve mikropların varlığını, bulaşıcı hastalıkların sebeplerini açıklayan çalışmalarıyla dikkat çekti. Bu yönüyle, Batı dünyasının yıllar sonra keşfedeceği kavramları asırlar öncesinden dile getirmişti.

Fatih Sultan Mehmet’in en güvendiği isimlerden biri olan Akşemseddin, fetih sürecinde Osmanlı ordusunun manevi gücünü artıran en önemli isimdi. Padişaha moral ve motivasyon vererek onu fethin gerçekleşeceğine inandırdı. İstanbul kuşatması sırasında, ordunun manevi direncini güçlü tutmak adına sürekli telkinlerde bulundu ve fetih tamamlandığında, büyük zaferin manevi bir anlam taşıdığını da vurguladı.

Eyüp Sultan'ın kabrini buldu
İstanbul’un kapıları açıldığında, Akşemseddin’in bir başka önemli katkısı da sahabe Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin kabrini keşfetmesi oldu.
Bu keşif, İstanbul’un Osmanlılar için kutsal bir şehir olarak kabul edilmesini sağladı ve fethin sadece bir toprak kazanımı olmadığını, aynı zamanda manevi bir sorumluluk taşıdığını gösterdi.
Akşemseddin’in ilmi, irfanı ve öngörüsü, Osmanlı Devleti’nin yeni başkentinin ruhunu inşa eden en önemli unsurlardan biri oldu. Fethin askeri yönü kadar, manevi hazırlığının da büyük önem taşıdığını hatırlatan bu büyük zat, İstanbul’un Fatih’i kadar, onun manevi fatihi olarak da tarih sahnesinde yerini aldı.

Hacı Bayram Veli’nin manevi halkasında yer aldı
Akşemseddin, yalnızca zahiri ilimlerle değil, aynı zamanda tasavvufun derinlikleriyle de ilgilenmiş, hakikati arayış yolculuğuna genç yaşlarda çıkmıştır. İlahi aşkın izini sürmek için İran ve Maveraünnehir bölgelerine seyahatler yapmış, bu süreçte farklı âlim ve mutasavvıflarla bir araya gelmiştir.
Ardından Şam'a giderek ilmi ve manevi birikimini artırmıştır.

Menakıbnâmelerde anlatıldığına göre, bir gece rüyasında Hacı Bayram Veli Hazretlerini görmüş ve bu büyük zatın manevi himayesine girmesi gerektiğine dair bir işaret almıştır.
Bunun üzerine vakit kaybetmeden Ankara'ya giderek Hacı Bayram Veli'ye intisap etmiş, ona tam bir teslimiyetle bağlanmıştır.
Üstadının yanında uzun süre çile ve nefis terbiyesi sürecinden geçmiş, tasavvufi anlamda büyük bir mertebeye erişmiştir. Zamanla şeyhinin en güvenilir talebelerinden biri haline gelen Akşemseddin, manevi yolda olgunlaştıkça büyük bir mürşit olarak tanınmıştır.
Hacı Bayram Veli’nin vefatının ardından onun manevi mirasını devralarak bu kutlu yolun öncülerinden biri olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in manevi rehberi oldu
Akşemseddin, yalnızca bir tasavvuf ehli değil, aynı zamanda devlet yöneticileriyle güçlü bağlar kuran bir bilgeydi.
II. Murad ile görüşme fırsatı bularak onun oğlu Şehzade Mehmed ile de tanıştı. Küçük yaşlardan itibaren üstün bir zekâya ve derin bir meraka sahip olan genç şehzadenin gelişiminde önemli bir rol oynadı. Ona hem zahiri ilimleri hem de manevi kavrayışı aşıladı.

Fetihten önce, iki defa Edirne’ye giderek II. Mehmed ile özel görüşmeler yaptığı bilinir.
1453 yılı başlarında, artık fetih hazırlıkları tamamlanmış, Osmanlı ordusu İstanbul’a yürüyüşe geçmişti. Bu büyük sefere birçok âlim ve mutasavvıf da katılmıştı, ancak Akşemseddin, ilmi derinliği ve manevi otoritesiyle hepsinin önüne geçti.

Ordunun moralini yüksek tutmak, Fatih Sultan Mehmet’in kararlılığını pekiştirmek ve fethin manevi yönünü güçlendirmek için büyük çaba sarf etti.
Onun varlığı, yalnızca padişah için değil, tüm Osmanlı askerleri için ilham kaynağı oldu. Akşemseddin, fetih sürecinde sadece dua eden bir derviş değil, aynı zamanda Fatih’in yanında yürüyen bir bilge, ona cesaret veren bir mürşit ve fetihle birlikte yeni bir çağın manevi mimarı oldu.

Fatih’in derviş olma arzusuna karşı çıktı
İstanbul’un fethinden sonra, Akşemseddin yalnızca maneviyatıyla değil, devlet idaresine dair görüşleriyle de Fatih Sultan Mehmet’in en önemli rehberlerinden biri oldu. Fethin hemen ardından kılınan ilk Cuma namazında Ayasofya’da hutbeyi okuması, onun Osmanlı Devleti içindeki manevi otoritesini pekiştirdi. Aynı zamanda, büyük sahabe Ebû Eyyûb el-Ensarî’nin kabrini keşfederek İstanbul’un manevi değerini daha da artırdı.

Fatih'e engel oldu
Ancak Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethi gibi büyük bir zaferi kazandıktan sonra, dünya işlerinden elini çekmek ve dervişliğe yönelmek arzusunu taşıyordu.
Bu düşünce, genç padişahın gönlünde büyüdükçe, Akşemseddin onun bu kararına kesinlikle karşı çıktı. Sultan’ın tahtı bırakıp inzivaya çekilmesinin, Osmanlı’nın geleceği açısından büyük bir kayıp olacağını biliyordu. Bu yüzden, padişaha olan bağlılığına rağmen, onu bu düşünceden uzaklaştırmak için kendisini geri çekmeyi tercih etti. Göynük’e giderek Fatih’ten uzaklaştı ve böylece onu devlet yönetimine odaklanmaya teşvik etti.

Fatih’in bir cihan hükümdarı olarak kalmasını sağladı
Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmet’in sadece bir mutasavvıf değil, büyük bir hükümdar olarak tarihe yön vermesi gerektiğine inanıyordu. Padişahın kendisine gönderdiği hediyeleri bile geri çevirerek, ona bir mesaj vermek istedi: Sultanlık makamı, sorumluluk isteyen bir görevdir ve Fatih’in bu büyük misyonu terk etmesi kabul edilemezdi.

Bu tavır, bir hocanın öğrencisine yapabileceği en büyük hizmetlerden biriydi. Akşemseddin, Fatih’in gönlünde ilme ve maneviyata duyulan aşkı takdir etse de, onun bir Osmanlı padişahı olarak kalmasının millet ve devlet için daha hayırlı olacağını biliyordu.
Böylece, genç sultanı inzivaya çekilmekten alıkoyarak Osmanlı’yı bir cihan devleti haline getirecek yolda ilerlemesini sağladı. Bu olay, yalnızca Akşemseddin’in Fatih üzerindeki etkisini değil, aynı zamanda bir alimin devlet yönetimi konusundaki ferasetini ve stratejik bakış açısını da gözler önüne serdi. O, sadece bir mutasavvıf değil, Osmanlı’nın geleceğini şekillendiren bir bilgeydi.

Molla Hüsrev kimdir?
Asıl adı Mehmed olan ve Sivas-Tokat bölgesindeki bir Türkmen ailesine mensup bulunan Molla Hüsrev'in doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. En eski ve güvenilir kaynaklardan biri olan Taşköprizade'ye göre, çocuk yaşlarda yetim kalmış ve eniştesi tarafından himaye edilerek eğitimine devam etmiştir.

Bilgin ve akademik hayatı
Genç yaşlarda Bursa'ya giderek dönemin önde gelen âlimlerinden ders alarak icazet almıştır. Sonrasında Edirne'de de tahsiline devam etmiş, burada çeşitli hocalardan istifade etmiştir. İcazetini aldıktan sonra önce Edirne'deki Şah Melek Medresesi'nde, akabinde çok daha prestijli bir kurum olan Çelebi Medresesi'nde müderris olarak görev yapmıştır.

Fatih Sultan Mehmed ile olan yakın ilişkisi
II. Murad'ın tahta çıkışının ardından Edirne kadısı olarak atanarak Osmanlı Devleti'nin en önemli yargı makamlarından birinde bulunmuştur.
Akşemseddin gibi önemli âlimlerle birlikte, II. Mehmed'in İstanbul'un fethi için hazırlanmasında önemli bir rol oynamış, ona fikrî ve manevi destek sunmuştur.
İstanbul'un fethinden sonra kendisine tahsis edilen gelir kaynakları olduğu bilinmekle birlikte, bu dönemdeki görevleri hakkında kesin bilgilere ulaşılamamaktadır.

Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra Bursa'ya giden Molla Hüsrev'in bu tercihi, ilginç bir hadiseye dayanmaktadır. Bir düğün merasiminde kendisine Molla Gürani'nin solunda bir yer tahsis edilmesi, onun kendi ilmî mertebesiyle örtüşmediğini düşünmesine sebep olmuştur.
Bunu bir itibarsızlaştırma olarak değerlendiren Molla Hüsrev, Bursa'da bir arsa satın alarak kendi medresesini inşa ettirmiş ve burayı zaman içinde Osmanlı'nın en saygın ilim merkezlerinden biri haline getirmiştir.

Fatih Sultan Mehmed'in davetiyle tekrar İstanbul'a geri dönen Molla Hüsrev, hayatının geri kalanını burada geçirdi. Galata ve Üsküdar kadılıklarında bulunduğu gibi, Osmanlı ilim dünyasında en itibarlı makamlardan biri olan Ayasofya müderrisliğine de atanarak önemli bir akademik kariyer sürdü. Molla Hüsrev'in mali durumunun iyi olduğu, bu nedenle makam ve mevkiye fazla önem vermediği bilinmektedir. Resmî görevleri kabul etmekten çok ilme ve öğrenci yetiştirmeye odaklandığı belirtilmektedir. Kadılık makamını kabul etmesinin de şöhret ya da otorite için değil, İslam hukukunun pratik uygulamalarını yakından görmek amacıyla olduğu söylenmektedir.

Osmanlı ilmiye geleneğine bıraktığı miras
Osmanlı klasik döneminde medrese ve ilmiye teşkilatlanmasına büyük katkılar sunan Molla Hüsrev, hukuk ve fıkıh alanlarında kaleme aldığı çok sayıda eserle önemli bir miras bırakmıştır. Onun yazdığı eserler Osmanlı medreselerinde yüzyıllarca okutulmuş ve bu eserlere pek çok şerh yazılmıştır. Molla Hüsrev, ilmı ve fikirleriyle Osmanlı'nın akademik ve hukuki yapısını derinden etkilemiştir.

Molla Gürani kimdir?
İstanbul'un fethi sadece askeri ve maddi unsurlarla değil, aynı zamanda ilmi ve manevi destekle de mümkün olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet'in yanında büyük bir ordu olduğu kadar, ona rehberlik eden güçlü bir âlimler topluluğu da bulunuyordu. Akşemseddin ve Molla Hüsrev gibi önemli isimlerin yanı sıra, Molla Gürani de bu ilim kadrosunun en önde gelen şahsiyetlerinden biri olarak öne çıkmaktadır.

Molla Gürani'nin 15. yüzyılın başlarında, yaklaşık 1410 yılında Irak’ın kuzeyinde doğduğu kabul edilmektedir. Ancak doğum yeri konusunda farklı kaynaklarda değişik bilgiler yer almaktadır
Eğitim hayatına Bağdat’ta başlayan Molla Gürani, daha sonra Hasankeyf’e giderek burada Arapça konusunda kendini geliştirmiştir.

Şam, Kudüs ve Kahire’de ilim yolculuğu
İlim yolculuğunu sürdüren Molla Gürani, dönemin en önemli eğitim merkezlerinden olan Şam, Kudüs ve Kahire'de bulunmuş, buralarda tanınmış âlimlerle görüşerek dersler almış ve icazet sahibi olmuştur.

Kahire’de müderrislik ve sürgün
Kahire'de Memlük Sultanı ile tanışma fırsatı yakalayan Molla Gürani, buradaki bir medreseye müderris olarak atanmıştır. Ancak, çevresiyle yaşadığı bazı anlaşmazlıklar sonucunda yargılanmış ve Şam’a sürgüne gönderilmiştir.

Molla Yegan vesilesiyle Anadolu’ya geçiş
Şam’da bulunduğu süreçte, Sultan II. Murad döneminin önemli âlimlerinden Molla Yegan ile tanışan Molla Gürani, bu vesileyle Anadolu'ya geçmiş ve ardından Edirne’ye gitmiştir. Daha sonra Bursa’da Yıldırım Medresesi'nde müderris olarak görevlendirilmiştir.

Fatih’in vezirlik teklifini reddetti
1443’te Manisa'ya, şehzade eğitimine katkı sağlamak üzere gitmiştir. II. Mehmed’in hocası olarak onun yetişmesinde büyük rol oynamıştır.
Fatih Sultan Mehmet tahta ikinci kez çıktığında, hocasına vezirlik teklif etmiş ancak Molla Gürani, bu görevi kabul etmeyerek, "Bu makam, öncelikle senin hizmetinde bulunanlara layıktır" diyerek büyük bir tevazu sergilemiştir. Bunun yerine 1451 yılında Kadıaskerlik görevine getirilmiştir.

Fethin manevi önderlerinden biri oldu
İstanbul’un fethi sırasında Fatih’in en yakınındaki isimlerden biri olarak, ona ilmi ve manevi destek sağlamış, fetih sürecinde orduyu teşvik edici rol oynamıştır.
Bu nedenle fethin manevi önderlerinden biri olarak anılmıştır. Kadıaskerlik görevi sırasında gösterdiği adalet anlayışı nedeniyle Bursa Kadılığı’na atanmış, 1455 yılında ise bir devlet yetkilisinin teklifini şeriata aykırı bulduğu için görevinden alınmıştır.

Hac ve geri dönüş
Görevinden alınmasının ardından hacca gitmek üzere yola çıkmış, bu süreçte Kahire’ye de uğramıştır. Ancak Fatih Sultan Mehmet’in ısrarlı daveti üzerine 1458’de tekrar Bursa Kadılığı görevine dönmüştür.
Burada uzun yıllar görev yaptıktan sonra, 1480 yılında Osmanlı ilmiyesinin en yüksek makamı olan İstanbul Kadılığı’na atanarak devlet yönetimindeki en önemli ilmi otoritelerden biri olmuştur.







