Piknik'te her şey belli karakterler içinde oluşuyordu. Piknik'ten sonra Ademler ve Havvalar'a başlarken çok daha geniş bir çerçevede başladığımı biliyordum. Bir açıdan bu da, uzun soluklu olacağının bir göstergesiydi. Ama ikisine de, ne kadar sürdürürüm gibi bir düşünceyle başlamadım. İçimde sadece yeni bir çizgi banda başlamanın heves ve ferahlığı vardı. Tek derdim nasıl yaparım, çizgiye nasıl yansıtırım gibi düşüncelerdi. İlk zamanlardaki tıkanmalar beni paniğe sürüklüyordu -ki bunlar dönem dönemdir- gelip geçici olduklarını bilirim. Neticede insanları çiziyorum ve insan sonsuz bir kaynak, hele bizim gibi bir toplumda.
80'lerin başında bir sene kadar İsveç'te yaşadım. Orada yolunda gitmeyen, aksayan hemen hemen hiçbir şey yoktu. Dolayısıyla karikatüristten çok sulu boya ressamı vardı. Bir de bizi düşünün. Onun dışında Avrupa ve Amerika'da, günlük-politik çizimler azımsanmayacak kadar çok ve önemi büyük. Ama dünya ufaldı, globalleşmeyle birlikte karikatür ortak bir dil oluşturuyor artık. Oradaki çizimlerin bazıları burada yayınlanıyor ve bizi de fevkalade ilgilendiriyor. Ben de yurtdışındaki sergilere, zaman zaman farklı çizimler götürsem de, genellikle burada yayınlanmış çizimlerimle gidiyorum.
Gelişti diyemem, en başından böyleydi. Çözüm göstermekten çok, sorunları ortaya sermek, rahatsız etmek amaç oluyor. Karikatürün çıkış noktası, çelişkiler, tutarsızlıklar, çatışmalar zaten. Her şeyin yolunda gittiği bir durumdan, çizim malzemesi çıkarmak imkânsız gibi bir şey. İnsanın insanla, hatta insanın kendi kendisiyle ilişkisindeki her türlü çatışma, çizime malzeme olabiliyor.
Genellikle, detayları kullanmayı seviyorum. Göze sokulan komiklikten çok, minik bir hareketle, bir bakışla, bir sözle, arka planı, yani büyük resmi göstermenin daha vurucu olduğunu düşünüyorum. Bu da, dediğiniz ince mizahı oluşturuyor. Üstelik çizimin konusu da, acıklı bir durumu ortaya seriyorsa, dediğiniz gibi gülmekten kırdırmıyor, acıtarak gülümsetiyor.
Tüketim, iletişimsizlik, küresel ısınma gibi konulardaki çizimleri sıklıkla yapıyorum. Bahsettiğiniz çizim yeni çıkan kitabın son çizimi. Genellikle kitaplarımın hazırlık aşamasında arşiv taraması yaparken ilk ve son çizimin hangisi olacağını önceden belirlerim. Kitap, bu dünyadaki acıklı halimizi gösteren bir çizimle başlar ve öyle biter. Bu tarz çizimleri elbette kitabın içinde de bulabilirsiniz ama ilk ve son çizimle bu konuları özellikle vurgulamak istiyorum.
Dişiliği, espriye bir katkısı olacaksa vurguluyorum. Onun dışında gerek görmüyorum.
Bütün sanat dallarında bu böyle değil mi? Kadınlar erkeklere oranla çok daha azlar. Ayrıca bu sadece bize özgü bir durum da değil, dünyada da bu böyle. Maalesef, kadınlar ev işleri ve çocuk bakımı gibi bir dizi görevi yüklenmiş durumda. Dolayısıyla, dış dünyaya erkekler kadar açık değiller. Karikatür çizebilmek için dünyaya ve topluma sürekli açık olmak gerekiyor, En önemlisi de düşünsel potansiyele dayalı bir sanat dalı. Ben kendi payıma, dünyadaki süratli değişimin getirdiği sorunların ev içlerine yansımasını çiziyorum diyebilirim. Politik ama günlük-yerel politikadan uzak çizimler bunlar. Kendimi bildim bileli, insan davranışları ve insan psikolojisi beni hep cezp etmiştir. Çizmeye oturduğumda beni içine çeken konular bunlar.
Kızlarını "çok gülme " diye uyaran anne babaların çocuklarıyız biz. Ama zaman içinde bu değişti ve değişiyor. Eskiye göre kadınların bu konuda daha rahat olduklarını düşünüyorum.
Yeni tanıştığım insanlar bazen böyle bir beklenti içinde olabiliyor. Genellikle sürekli espri yapan biri değilim. Arkadaş ortamına ve ruh halime bağlı.
Aşk meşk durumlarının bunca sene bin bir halini çizdim, onun için benden çıktı artık! Onların kendi hayatları, bilemem!
Anne tarafım İstanbullu. Çocukluğumun İstanbul'u şubat ve yaz tatili demekti. Ankara'dan sonra bambaşka bir ülkeye geldiğimi düşünürdüm. Kokular, renkler çok farklıydı. Eski İstanbul'da o havayı yine buluyorum. Bütün zorluklarına rağmen benim için vazgeçilmez bir şehir.
Bütün tarihi yarımadayı, Kapalı Çarşı'yı ve İstanbul'un eski, bozulmamış mahallelerini çok seviyorum. Bir de Adalar'ı.