|

Bu hikayeler yaşanmıştır

Mehmet Şeker’in iki yıl boyu yazdığı hikayeleri topladığı kitabı Geçti Dost Kervanı adını taşıyor. Hikayelerin bir kısmının kendi hatıraları bir kısmının ise arkadaşlarının yaşadıkları hikayeler olduğunu söyleyen Şeker, kitabı için bu hikayeler yaşanmıştır notunu düşüyor.

04:00 - 15/05/2020 Cuma
Güncelleme: 23:15 - 14/05/2020 Perşembe
Yeni Şafak
Mehmet Şeker
Mehmet Şeker
ZEYNEP CEMİLE

Mehmet Şeker’in ilk öykü kitabı Geçti Dost Kervanı geçtiğimiz haftalarda okurla buluştu. Yeni Şafak gazetesinin en kıdemli köşe yazarlarından olan Mehmet Şeker’in kitabından yola çıkarak hem dostlarını konuştuk hem de bu kitabı yazma hikayesini.

Sizi bir dönem yazdığınız şiirlerden biliyoruz. Ve tabii ki yıllardır devam eden köşe yazılarınızdan. Şimdi de hikâyelerinizle okurun karşısındasınız. Farklı türlerde yazıp çizen biri olarak, hikâyelerinizi yazı serüveninizin neresine koyuyorsunuz?

İnsana ait ‘anlatma’ macerasını, yazmak ve konuşmak diye iki şekilde ele alsak; görürüz ki her ikisi de söze dayalı. Malzememiz kelimeler. İlkinde vasıta olarak harfler kullanılır, diğerinde sesler. Esas itibariyle pek fark yok. Bu yüzden “yazmak bir bütündür” desek, yanlış olmaz. Bazen şiir olur, bazen köşe yazısı, bazen de hikâye.

SON İKİ YILIN ÜRÜNÜ

Bu hikâyeler belli bir dönemin ürünü mü yoksa yıllar içinde biriktirdiğiniz eserler mi?

Hikâye, şiir ve diğer yazılar, yıllardan bu yana hep kardeşçe geçinerek bugüne kadar geldi. Hikâye yazmaya yeni başlamış değilim ancak bu kitaptakiler, son iki yılın mahsulü. Maceralar eski olsa da, yazılışı yeni.

Hikâyelerinizin kahramanları hayatın kenarında köşesinde kalmış insanlar. Bakışımızı bu insanlar üzerine çekmek ister gibi bir derdiniz var sanki. Başrolü bu sessiz insanlara vermek bilinçli bir tercih mi? Neden onları seçtiniz?

Bu durum, sanırım hayata bakış açısıyla ilgili. Kralların, kraliçelerin hayatı elbette önemlidir, merak edilir, araştırılır; ama seyislerin, bahçıvanların hayatı da onlardan aşağı kalmaz. Sıradan insanları daha az önemli görmek, protokol idarecilerinin görevi olabilir. Edebiyat açısından ise çok daha yakından bakılmasını gerektirecek ayrıntılarla doludur. Böyle bir anlayışa sahip olunca, bilinçli bir tercih olmaktan çıkıyor ve onlar kendiliğinden o konuma yerleşmiş bulunuyor.

Hikâyelerinizin diline baktığımızda bir arkadaşınıza şahit olduğunuz, bildiğiniz veya yaşadığınız olayları anlatıyor gibisiniz. Bu da okurda “hepsini kendi yaşamış” duygusu uyandırıyor ve biyografik bir metinle karşı karşıya olduğu hissini veriyor. Dolayısıyla belki biraz klişe olacak ama şunu merak ediyorum. Hikâyelerinizin ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek?

Dediğiniz gibi olması, kendi gözümden başarı sayılır. Öyle olsun istemiştim. Hedeflediğim gibi yazabilmişim demektir. Kitabı okuyan bir arkadaşım, “Ne ilginç hatıraların varmış” demişti. Aynı tespitin başka türlü ifadesi. Bu kitapta yer alan hikâyelerin bir kısmı kendi yaşadıklarım. Bazıları arkadaşlarımın maceraları. Tamamen kurgu olan kısmın, pek az olduğunu belirtmek gerekir.

HAYATIN GEÇİCİ OLDUĞUNU HATIRLATIYORLAR

Hikâyelerinizde geleneğimizin unutulan güzel hasletlerine atıflar var. Bunları yeniden hatırlatmak mı istediniz?

Bu önemli bir husus. Hattâ çok önemli demem gerekir. Geleneği kötü görme ve gösterme eğiliminde olanların, bir dönem sesi pek fazla çıktı. Onların her köşe başında karşımıza çıktığına şahit olduk. Töre, gelenek ve görenek kötü gösterilmeye çalışıldı. Bu arada pek çok şey güme gitti maalesef. Yahya Kemâl’i anmak isterim burada. Yahya Kemâl, eskiden uzaklaşma ve hep yeni peşinde koşma, batılı tavırlar geliştirme ve sözde modern olma gayretine girenleri şöyle eleştirir:

“Çocuklarımıza dediler ki;

- Selçuklu ve Osmanlı medeniyetini bilmemek bir fazilettir.

- Osmanlı devri Türkçesini bilmemek bir fazilettir.

- Fuzûlî’yi, Nedîm’i, Nâmık Kemâl’i, Hâmid’i, Fikret’i bilmemek bir fazilettir.

- Hâsılı, her ne olursa olsun, bilmemek bir fazilettir.

Çocuklarımız bir de baktılar ki meğer ne çok faziletleri varmış.”

Burada, kültür yönünden bir bakış söz konusu ise de, esasen hayatın her cephesi için geçerliydi o tavır. İşte bundan kurtulmak gerektiğini düşündüğüm için, elimden geldiğince birkaç noktaya işaret etmek istedim. İşareti görüp de alanlara selâm olsun.

Kitabınızın ismi Geçti Dost Kervanı. Bir türküden alınan bu ismin çağrışımları hikâyelerinizle de örtüşüyor. Geçip giden dost kervanlarını ele alacak olursak, yitirdiğimiz şeyler neler? Onlara yeniden ulaşmamız mümkün mü?

İşte, zurnanın dikkate değer macerası bu noktada. Geçip giden dost kervanları, çok şey alıp götürdü. En başta değerler algısı değişti. Öyle ki yurt dışında pek çok ülkeden gelen şair ve yazarların bulunduğu toplantıda, bir soru üzerine “Bizim klasiklerimiz yoktur” diyebilecek kadar aydın kılıklı aymazlara rastladık. Şükürler olsun, artık kendimize gelme çabası içindeyiz. En azından o kendine yabancılaşan tavrın yanlışlığını fark ettik. Teşhis koyduktan sonra, tedavi kolaylaşır. Evet, dost kervanı geçti ama yeni kervanlar yola çıktı, daha niceleri de çıkacaktır. Kitabın ismine bakınca, akla hemen o meşhur türkünün gelmesi gayet tabiidir. Gençler, Barış Manço’yu hatırlıyor, yetişkinler Pir Sultan’ı. Her ikisi de bizim köklü değerlerimizi çok iyi anlatan büyüklerimiz. Kıymetini bilirsek, ne mutlu. Kervanlar giderken, yalnızca değer verdiğimiz mefhumları götürmedi. Aynı zamanda çok sevdiklerimiz de göçtü gitti. Burada, güzel insanların güzel atlara binip gitmesi geliyor. Bize hep güzellikler sunan, ak sakallı Nusret Özcan’ımız gitti. Daha onun acısını yaşarken, hemen ardından Hamit Can aramızdan ayrıldı. Kadir Demirel ve Âkif Emre’yi nasıl unutabiliriz? Hele 15 Temmuz’da şehit olan Mustafa Cambaz’ımızı… Hayatın geçiciliğini onları hatırlayınca daha iyi anlıyoruz.

#Geçti Dost Kervanı
#Mehmet Şeker
#İz Yayınları
4 yıl önce