|

Dağcılık mürşide sığınmak gibidir

Mustafa Kara, Kemal Sayar, Mustafa Armağan, Mevlana İdris gibi akademisyen, yazar, tarihçi pek çok isme dağ gezilerinde rehberlik eden Mücahit Koca 37 yıldır gönüllü olarak bu işi yapıyor. Koca, “Sağ gözün sol göze güveninin kalmadığı o en bunalımlı anlarda bizim dağcılığımız sanki bir mürşide sığınmak gibi olmuştu. Zaman zaman dağda geceleyip, geceyi de tanımaya çalıştığımız olmadı değil” diyor.

Yeni Şafak
04:00 - 29/01/2017 Pazar
Güncelleme: 06:02 - 29/01/2017 Pazar
Yeni Şafak

Bursa dendiğinde akla gelen ilk yerlerden biri Uludağ'dır. Şehrin bekçisi bu sembol doğa harikası birçok dağcı ve macerasever tarafından ziyaret ediliyor. Bursa'da yayıncılık yapan, dergi çıkartan emektar kalem erbabı Mücahit Koca bazen Bursa'daki çevresi bazen de İstanbul'dan gelen misafirleriyle Uludağ'a “mistik” geziler yapıyor. Yaklaşık 40 yıldır dağ gezilerine katılan Koca'ya Psikiyatr Kemal Sayar'dan İlahiyat Profesörü Mustafa Kara'ya, Şair Mevlana İdris'ten Tarihçi Mustafa Armağan'a kadar geniş bir ekip bugüne kadar eşlik etmiş. Koca ile dağ gezilerini, kitabevi macerasını ve tabiat sevgisini konuştuk.



Dağ gezilerine ilginiz, dağ sevginiz nasıl başladı?


12 Eylül darbesi öncesi anarşinin tavan yaptığı günlerdi. Maddi ve manevi olarak köşeye sıkışmış gibiydim. İşte tam bu günlerde Sur Kitabevi'nde birlikte çalıştığımız Ağabeyimiz İbrahim Ünal Taşkın tek başına dağ gezilerine başlamıştı. 80'deki dağcılığımın ilk gününde sıkı zaman geçirmiş; Uludağ'da Kilise Tepe'ye kadar tırmanmıştım. O gün 15 saat dağda kalınmış; belki 2-3 saat kadar bir yerlerde soluklanabilmiştik. Akşam eve döndüğümde bu kadar yürüyüş, tırmanış ve bedeni yokuşta terletişe rağmen hâlâ ayakta durabildiğime şaşırmıştım. Şehirde ürettiğim enerjinin belki yüz, 200 kat fazlasını dağda üretmiş gibiydim. Yoksa bu kadar uzun süre ayakta kalamazdım. Bu sanki Uludağ'ın kerametiydi.



MANEVİ BİR İŞARET


Tabiatla baş başa kalmak nasıl bir duygu?


Bu elbette okuyarak ya da dinleyerek anlaşılacak bir duygu değil. Dağ gezilerine başlamak bana çok anlamlı gelmişti: Yüce Peygamber'den aldığı işaretle beliriveren bir kandilin arkasına düşüp Bursa'ya gelen, kandilin ışığının söndüğü Uludağ'ın eteğinde mekan tutan Emir Buhari gibi sanki bizleri de böyle manevi bir işaretti Uludağ'a çeken... Velhasıl düzenin bozulduğu, sağ gözün sol göze güveninin kalmadığı o en bunalımlı anlarda bizim dağcılığımız sanki bir mürşide sığınmak gibi olmuştu. Zaman zaman dağda geceleyip, geceyi de tanımaya çalıştığımız olmadı değil.





Yoldaş olduğunuz isimler kimler?


Dağa çıkışlarımızda Bursa'dan ve İstanbul'dan bize katılanlar çok olmuştu: İstanbul'dan Halil İbrahim Kaymak rehberliğinde Şaban Abak, Mevlana İdris, Kemal Sayar, Gazeteci Mehmet Şeker ve Mehmet Köşker gibi defalarca gelenleri sayabilirim. Yine Haziran 1996'da Ali Burhan yönetimindeki 'Kanal 7 Televizyon' ekibi de Uludağ'a gelenlerdendi. Dağ gezilerine katılanlardan biri de Mustafa Armağan'dı. Okul tatilinde Bursa'ya gelip İngilizce öğrenmek için dayısının evine kapanır baba evine bile gitmezdi. Ama dağ denildi mi her şeyini bırakıp bizimle gelirdi. O, hep iyi bir dağcı olmuştu. Bu dağcılık anılarını 'Bursa Şehrengizi' isimli kitabında yayınladı. İstanbul'a göçtüğü halde Bursa'ya gelişlerinde seyrek de olsa onunla hâlâ dağa tırmanışlarımız oluyor.



AVCIYLA DAĞA ÇIKMAYIZ


Gezilerinizde tabiatı korumak için nelere dikkat ederdiniz?


Dağcılığımız Merhum İbrahim Ünal Taşkın'ın sağlığında onsuz hemen hemen hiç olmazdı. İbrahim Usta'nın ilkeleri vardı: Örneğin yalnız başımıza dağa gitmemiz yasaktı. Mesela dağdan şehre bir çiçek sökülüp, bir balık yakalanıp getirilmemeliydi. “Mümkünse kentten dağa götürülmeli” derdi. Kendisi sembolik de olsa dağa, örneğin bahçesinden ayva, incir söküp eker, canlı balık götürüp havuzlara salardı. Dağda yamaçlardan taş yuvarlanmaz, bağırılmaz, yeşil ağaç dalları kesilip asa yapılmaz, ateş yakmak için mutlaka kuru dallar aranırdı. Su kirletilmez, ateş güvenli bir su başında yakılır, mutlaka suyla söndürülürdü. Çevredeki çöpler toplanır, ancak ondan sonra ateşe çay suyu konulur; yeme içme ve dinlenme faslına geçilirdi. Biz avcılık ve balıkçılık yapmadığımız gibi böyleleriyle de asla dağa çıkmazdık.



Gezilerinize neden “Mistik Dağ yolculukları” diyorsunuz?


Bizim yaptığımız ne hafif yürüyüş ne de akrobatik tırmanıştı. Biz bilinen dağcılıktan farklı olarak dağın maddî ve manevî atmosferine girebilme amacını taşıyordu. Onu Antik Çağ şairleriyle, Hıristiyan Dönemi keşişleri, Osmanlı dönemi dervişleri ve Millî Mücadele dönemi eşkıyalarıyla, efeleriyle tanımaya çalışmak en önemli zevklerimizdendi. Bizler bir yandan Uludağ'ın zor koşullarıyla mücadele ederken, öbür yandan da onunla adeta bütünleşiyorduk. Dağcılığım boyunca kendimi nasıl tabiatın el değmemiş kucağında hissediyorsam; yine kendimi dervişlere ve şairlere kadar birçok veli kişinin ertelenen ziyaretine gelmiş gibi de hissediyordum.



İsim nasıl ortaya çıktı?


Bu durumu bilen Ahmet Köse, bizim Uludağ'ın keşiş ve dervişlerini arayışımızı, Abıhayat Yaylası'nda, Kilise Tepe'de, Kadı Yayla'da, Evliyâ Çelebi'nin bizzat konakladığı Sobran Yaylası'nda yaşanan manevi atmosferi anlamaya çalışmamızı örnek göstererek; “Sizin Dağcılığınız öbürlerinden farklı. Ben buna Mistik Dağcılık diyorum” diyecek, bu da biz dağcılara isim olacaktı.





Sevdiğim yazarlar için kitabevi açtım


1978 yılında kurduğunuz Sur Kitabevi'nin hedefi neydi?


Sur Kitabevi, 1978'de kuruluşundan kısa bir zaman sonra Bursa'nın okuyan ve yazan kesimin buluşma yeri olmuştu. O muhataralı günlerin önemli kitap evlerinden olan Ankara'nın Akabe Kitabevi ve Eskişehir'in Gazve Kitabevi gibi Sur Kitabevi de önemli bir görev üstlenmişti. O dönemi yaşayanlar bunu iyi bilirler. Ben, İstanbul'dan Bursa'ya geldiğimde ne Üstad Necip Fazıl'ın, ne Sezai Karakoç'un ve ne de Nuri Pakdil'in kitaplarını, dergilerini burada bulmak mümkün değildi. Dahası Yahya Kemal, Tanpınar, Cemil Meriç, İkbal yoktu. Seyyit Kutup, Mevdudi de yoktu. Ben, hem bu kitap ihtiyacını karşılamak, hem de 1973 yılında kapattığım 'Sur Dergisi'ni yeniden çıkartmak istiyordum. Sur Kitabevi, Sur Dergisi ve Sur Yayınları'na hem kaynak, hem de çevre sağlayabilirdi. Daha önce dergi çıkardığımız, birlikte aynı inancı paylaştığımız arkadaşlarıma bir davet yaptım, 40 kişi karınca kararınca katıldı.



Birlik olduğunuz 40 dava adamı arasında kimler var?


Sur Kitabevi'nden gelmiş geçmiş bazı isimler arasında İbrahim Ünal Taşkın, Gürbüz Işık, Mustafa Armağan, Yasin Doğru, Adem Turan, Hasan Aycın, Mahmut Kanık, Mustafa Kara, İhsan Deniz, Osman Bayraktar, Beşir Ayvazoğlu, Metin Önal Mengüşoğlu, Mehmet Ocaktan, Ahmet Veske'yi sayabilirim.



En büyük tehlike kayalar ve ayılar


Dağda karşılaştığınız en büyük tehlike neydi?


Bizim dağcılığımıza göre en büyük tehlike, beklenmedik kaya yuvarlanmalarıydı. 2003'te Gökdere Vadisi'nde kaya yuvarlanması sonucu hastanelik oldum. Başka bir tehlike de ayı saldırısıydı.



Dağ şartlarına en rahat ayak uyduran isim kimdi?


Mustafa Kara sıkı bir dağcı. Onu özellikle bahar aylarında karların erimesiyle azgınlaşan Kaplıkaya Deresi'nden geçişlerde görmeliydiniz. Korkup kıyıda kalanlar hocalarından utanıp dereye girmek için nasıl da hamle yaparlardı! Her gördüğü tarihi kalıntı ve mekânın resmini çeken fotoğraf makinası hep yanında olurdu. Onun her dağa gelişinde getirdiği 'Güneysu' markalı özel imalât çayı da meşhurdu. Ondan her dağa çıkışında mutlaka getirirdi. Biz dağcıların ortak bir özelliği vardı; o da çay sevgisi. Bizim için dağda çay ve ekmek oldu mu kimse gerisini düşünmezdi. “Çaycılıkta Şazeli'dir pirimiz/Bir oturuşta beş çay içer birimiz” beyti, sanki biz Mistik Dağcılar için söylenmiş gibiydi.















#Mustafa Kara
#Kemal Sayar
#Mustafa Armağan
#Mevlana İdris
7 yıl önce