|

Dilin estetiği şiir ve atasözlerinde

Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun Türkçeye yaptığı katkılara bir yenisini ekledi. Ercilasun ‹Divanu Lugati’t-Türk’teki Şiirler ve Atasözleri’nde ayrıntılı bir kazı çalışması yapıyor ve dilin estetiğini atasözü ile şiirlerde gördüğümüzü söylüyor.

İlker Nuri Öztürk
04:00 - 15/05/2020 Cuma
Güncelleme: 12:36 - 14/05/2020 Perşembe
Yeni Şafak
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun

Türk dili ve tarihi üzerine araştırmalarda bulunan Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un yeni kitabı “Divanu Lugati’t-Türk’teki Şiirler ve Atasözleri” Bilge Kültür Sanat Yayınevi çıktı. Ercilasun ile dil ve kültür üzerine bir konuşma yaptık.

Türk dilinde atasözü ve şiirin yeri nedir?

Gerek şiirin, gerek atasözünün doğuşunu dilin doğuşuna kadar götürebiliriz. Diller muhtemelen, insanların birbirlerine hitap ettiği tek tek kelimeler hâlinde ortaya çıkmıştır. Daha sonra kelime grupları ve cümleler oluşmuş, böylece diller, kuralları olan, bütüncül sistemler hâline gelmiştir. Türkçenin de bu şekilde oluştuğunu tahmin edebiliriz. Daha ilk oluşma devrinde atasözleri ve şiirlerin de ortaya çıktığını düşünüyorum. Özellikle çeşitli ayin ve törenlerde, belki de müzik eşliğinde paralel ifadelerle ilk nazım örneklerinin meydana gelmiştir.

Önce şiir mi, atasözü mü? Muhtemelen önce şiir. En eski atasözleri belki de sözlü şiirlerden hafızalarda kalmış beyitlerdir. Böyle düşünen edebiyat tarihçileri olduğu gibi, atasözlerinden şiire gidişin olduğunu düşünenler de vardır. Dilin kuruluş dönemi geçtikten sonra şiirlerden hafızalarda kalan atasözleri olduğu gibi (Ziya Paşanın vecize hâline gelmiş bazı beyitlerini hatırlayınız) atasözlerinden de şiire geçilmiş olabilir. Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten örnek verirsem durum daha iyi anlaşılabilir: Alplar birle uruşma, begler birle turuşma (Alplar ile vuruşma, beğlere karşı durma). Benim “iki kanatlı” adını verdiğim bu atasözünde kanatları alt alta yazarsak bir beyit elde ederiz. Kafiyesi, redifi yerli yerinde olduğu gibi hece sayısı bakımından da Türk halk şiirinde çok yaygın olan 4+3, 7’li hece ölçüsüne tam tamına uyuyor. Gerek atasözleri, gerek şiirler, Türk dilinin estetik tarafını yansıtırlar. Atasözleri ayrıca dilden çıkmış olan dünya bakışını ve Türk felsefi düşünüşünü ortaya koyar.

RESSAMLAR ŞİİRLERİ ÇİZMELİ

Dîvânu Lugâti’t-Türk’teki atasözü ve şiirlerin esere katkısı nedir?

DLT (Dîvânu Lugâti’t-Türk), Türkçenin bilinen ilk sözlüğüdür. Türkçeden Arapçaya bir sözlük. Fakat bu tanım DLT’yi anlatmaya yetmez. DLT bir ansiklopedik sözlüktür. 11. yüzyıldaki Türk hayatı, Türk anlayışı, Türk âdet ve gelenekleri, Türk efsane ve destanları gibi pek çok hususta da bize bazen kısa bazen geniş bilgiler sunar. Mesela 24 Oğuz boyunun adını ve damgalarını ilk kez bu eserden öğreniriz. Atasözleri ile şiirler ise kelimelere örnek olarak verilmiştir. Ancak bu örnekler o kadar çoktur ki (266 atasözü, 142 dörtlük, 95 beyit) biz bu sayede dönemin âdeta bir atalar sözü külliyatını ve bir şiir antolojisini elde etmiş oluruz. Tabii Kâşgarlı Mahmud, dilin sadece kelimelerden ibaret olmadığının da farkındadır. Tıpkı modern yabancı dil öğretim yöntemlerinde olduğu gibi dille birlikte kültürün de öğretilmesi gerektiğini bilmektedir Atasözleri ve şiirlerin aynı zamanda Türk bediiyatının ve felsefesinin örnekleri olduğunun da hiç şüphesiz şuurundadır. Şu dörtlüklerde 11. yüzyıl şiirimizin estetiğini biz de görebiliriz: Etil suwı aka turur,/Kaya tüpi kaka turur,/Balık telim baka turur,/Kölüŋ takı köşerür. (İdil suyu akıp durmada, /Dağ dibini kakıp durmada,/Balık da çok, kurbağa da,/ Gölcükler de oluşur orda.) Bu dörtlükte İdil ırmağı tasvir edilmiştir. Üçüncü dörtlükteki telim “çok”, baka “kurbağa” demektir.

Şiirlerdeki ahenk, söyleyiş ve konulara baktığınızda nasıl bir toplum görüyorsunuz? Metinler bize hangi ipuçlarını veriyor?

Bir kere o dönem Türkçesinin şairlere verdiği bütün ahenk unsurlarından faydalanılmıştır. Kafiyeler, redifler, ses tekrarları, hece ölçüleri, çeşitli edebî sanatlar… Şu beyit dört başı mamur bir tablodur: Kim ayıp iştür kulak: / Ay evi artuç butak. (Kim der, hangi kulak işitir:/Ayın evi ardıç dalıdır.) İki mısralık bu tabloda yansıtılan manzara şudur. Havanın açık olduğu bir gece. Ay, on dördünde, yani dolunay. Önde bir ardıç ağacı ve dolunay sanki ardıcın dalına konmuş. Ardıcın yanında narin bir kız düşünebilirsiniz. Kızın bedeni ardıcın dalıdır. Yüzü de dala konmuş dolunay. Yani bu küçücük şiirde istiare sanatıyla bir tablo çizilmiştir. Keşke ressamlarımız bu şiirlerin yanında böyle tablolar yapsalar.

Şiirlerden toplu olarak gördüğümüz şudur: Yerleşik hayatla, konar göçer toplum âdeta bir aradadır. Daha doğrusu yakın zamana kadar Toroslarda görüldüğü gibi bir yaylak kışlak hayatı vardır. Bir yanda kır hayatı, bir yanda yerleşik toplumun bütün görünüşleri. Aşk var, ticaret var, bilgelik var, öğütler var. Fakat her şeyden önce savaşçı bir toplum var. Şiirlerin pek çoğu savaşlarla ilgilidir.

DİL KORUNUP GELİŞTİRİLMELİ

DLT ve sizin kitabınıza biraz göz gezdirsek bile kaybettiğimiz bir şeyler olduğunu görebiliyoruz. Artan Türkçe tahribi hakkında ne söylemek istersiniz?

Dil hem korunmalı, hem geliştirilmeli. DLT ile beraber Orhun Abideleri, Kutadgu Bilig, Oğuz Kağan Destanı, Dede Korkut Kitabı, Yunus Emre, Mevlid, Ali Şir Nevayi, Fuzuli temel metinlerimizdir. Tabii bu saydığım eserlerdeki dil, bugünün dili değil. Ama bugünün dilini kullanacak olan yazarlar ve şairlerin bilip anlaması gereken eserler. Türk aydını olabilmek için asgari şart, temel eserlerimizi bilmektir. İşte dil hassasiyeti de bu bilgi ve birikime dayanır. Kendi dilinin temel eserlerini bilmeyen, onların hiç olmazsa bir kısmını okuyup sindirmeyen, zevkine varmayan bir insanda dil hassasiyeti bekleyemezsiniz.

Dil neden önemlidir? Onu nasıl koruyabiliriz?

Dil bir milletin bütün bir tarihi, kültürü ve edebiyatıdır. Daha somut söyleyeyim. Türkçe, Yahya Kemal’dir; Türkçe, Yakup Kadri’dir; Türkçe Sait Faik’tir; Türkçe annemizin ağzındaki ninnidir; Türkçe dedelerimizin dillerinden dökülen öğütlerdir, atasözleridir. İşte dili bütün bu görünüşleriyle bilirsek o zaman hiç korkmayalım, dile hiçbir şey olmaz. Eksik olan insanlarımızda bu bilgi, birikim ve kültürün olmayışıdır. Bu da eğitim işidir. Türk millî eğitimi belki 50-60 yıldan beri adeta “hiçbir şey öğretmeme” ilkesine dayanır. Demek ki işe eğitimden başlamak gerekiyor. Bunun için de yöneticilerin, eğitimin öneminin farkına varması ve eğitim sistemini “bir şeyler öğretir” hâle getirmesi gerekiyor.

#Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun
#Türk dili
#Yakup Kadri
4 yıl önce