Türkiye'nin ilk kadın radyocularından olan Saniye Öztürk hem çalışıp hem de ev hanımı olmanın zor zanaat olduğunu fakat dengeler sağlanırsa başarının kaçınılmaz olacağını dile getiriyor.
Saniye Öztürk Türkiye'de özel radyoların yayına başlamasından sonra radyo programı yapan ilk kadın radyoculardan bir tanesi. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nden mezun olan Saniye Hanım bir süre öğretmenlik de yapmış. O dönem örtülü bir kadın sunuculuk yapabilir mi yapamaz mı tartışmalarına konu olan Saniye Hanım: "Bu işe başlamak için fetvalar aldım. İlk programıma Akra FM'de başladım. Çok sevilen ve çok dinlenilen bir programdı. Amacım çok ses getirecek işler yapmak değil, süreç içerisinde dinleyiciye kaliteli hizmet vermekti. Doğru karar vermişim ki bu günlere geldik." diyor. Hem çalışıp hem ev hanımı olmanın zor zanaat olduğunu söyleyen Saniye Öztürk ile kariyer hikayesini, mesleğin zorluklarını ve başarının tüyolarını konuştuk...
Eğitim seviyelerinin yükselmesinde radyoların çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Bunu kültür ağırlıklı yayın yapan radyolar için söylüyorum. Bu sebeple nasıl kaliteli hizmet verebilirim, insanların neleri öğrenmeye ihtiyacı var diyerek radyoculuğa başladım. 2005'den bu yana Burç FM'de Bezm-i Cihan programını yapıyorum. Her gün alanında uzman çok kıymetli misafirlerimizle sohbetler gerçekleştiriyoruz. Radyonun hedef kitlesi kadınlar. Yaptığımız zor bir iş, hem yapımcı hem sunucu hem her şeyi takip ediyorsunuz.
Niyet iyi olunca ve dinleyici ile de iyi bir frekans yakalayınca sorun yaşanmıyor. Kimi zaman zorluklar yaşamıyoruz da değil. Mesela ' Ben böyle konuşabilecek biri değildim nasıl böyle konuştum bilmiyorum' diyenler oluyor. Radyo televizyon gibi değil daha samimi bir ortam var. Ortak yönlerimizi öne çıkararak ortak bir dil yakalıyoruz. Konuklarımız 'samimiyetiniz ev ortamı hissettirdi' diyorlar.
Ödüller gerçekten fazla. Ödül almak için yapmıyoruz bu işi ama ödül almak da hoşumuza gidiyor gerçekten. Bir taraftan sorumluluğu arttıran bir şey ama daha ileriye gitmeniz gerek. En son geçen yıl Bezm-i Cihan isimli programım ile Türkiye Yazarlar Birliği'nden "En iyi radyo programı" ödülünü aldım. Birilerinin yaptığınız işi fark etmesi anlamında ödül almak güzel.
Akra FM'de yaptığım program çok renkli bir programdı. Dinlenilir olması da oradan kaynaklanıyordu. Gelincik Sofrası kitabım da bu radyo programımdan ki birikimlerden yola çıkılarak oluşturuldu. Orada her gün kadınların imdadına yetişsin diye küçük bir yemek tarifi veriyordum. Bu dinleyenlerin teveccühünü kazandı. Sizlerden de tarif bekliyoruz dedik, dolayısıyla çok fazla tarif birikti. Dinleyenlerden 'Bu tarifler defterlerimizde kayboluyor, kitap olmaz mı?' talebi gelince ortaya Gelincik Sofrası çıktı .
Şiir kasetleri bir dönem furyaydı. O yıllarda tesettürlü bir kadının bunları yapması kolay değildi ama şiir okumayı seviyordum ve programlarda da yer veriyordum. Okuyucular bir şiir albümü istediler. O zamanlar dinleyiciler beğendikleri programları kasetlere kaydederlerdi. Neden bir şiir kaseti olmasın dediler. Geriye baktığımda iyi cesaret etmişim diyorum. Milli manevi değerlere sahip şairlerin didik didik ederek seçtiğimiz şiirlerini seslendirdiğim bir kaset çıktı ortaya ama devamı gelmedi.
Hakikaten çalışan kadın olmak zor. Biz zora talibiz, niye yapıyoruz bilmiyorum ama bu işi bu kadar sevmesem katlanmazdım. Her gün yeni şeyler öğrenmek zorunda kalıyorsunuz. Evde otursanız bu bilgilere sahip olamazsınız. Bir taraftan iyi bir anne olmaya, iyi bir eş olmaya çalışıyorsunuz. Sosyal hayatta bulunmanız gereken yerler var. Bunların yanında işinizi iyi yapmaya çalışıyorsunuz. Tüm bunları dengeleyerek götürmeye gayret ediyorum ama önceliğim evim ve çocuklarım. Yapmak istediğim ama zaman bulamadığım projelerim var.
Çok zorlandığımı ifade etmeliyim. Sanki her şey yarım kalıyor gibi. Önceliklerinizi belirlemeniz gerekiyor. Süper kadın olmak mümkün değil. Çalışan bir kadın için planlı ve programlı olmak daha da önemli. Ama çocuğunuz hastalandıysa tüm planlar değişebiliyor. Çocuğu gece ateşlendiği için toplantısını ya da seyahatini iptal eden baba var mıdır bilemiyorum. Ama çok anne olduğunu biliyorum.
Girişim Kafdağı'nın arkasını görebilmektir. Kafdağı'nın arkasını görebilmek için risk almak gerekir. Risk almak ise insanın fıtratında var olan bir değer. Yaratıcının insana sunduğu bu armağan girişimin adıdır.
Çevremden aldığım intibalar bu yönde. Liderliğin pek çok tanımı var elbette. Yaptığınız işi sahiplenmek ve sevmek bu tanımlardan birisidir.
Sorunuza biraz gerilere giderek cevap vermem lazım sanırım. Benim üniversite yıllarımda da "başörtü meselesi" vardı. Başörtü meselesinin halli için meclisin kapısını çalan ilklerden biriyim. Her türlü engele rağmen değer yargılarımın gerektirdiği kıyafetimle fakülteyi bitirdim. Çalışma hayatımda da benzer sıkıntılara rağmen çizgimi sürdürdüm. 1993 yılında radyoculuk kariyerime başladığımda farklı problemlerle karşılaştım. Bu seferde "kadın sesi helal mi haram mı" tartışması karşımıza çıktı. Fıkhi konularda otorite olan isimlere mesele soruldu ve olabileceği yönünde düşünceler ağır bastı. Benim için bir insanın ne kadar yükseldiği değil nasıl yükseldiği daha önemlidir.
Sorumsuz reklamlar, kredi kartları, hayatı kolaylaştırdığını zannettiğimiz kampanyalar, televizyon dizileri, magazin ve eğlence programları... Bunların insan üzerinde oluşturduğu özenti etkisi. Ne pahasına olursa olsun sahip olma hırsı tüketimi körüklüyor. Bütün bunlara baktığımızda bu çılgınca gidişe dur diyecek tek unsur manevi değerlerdir. Tüketirken bize bahşedilenlerin bir emanet olduğu bilinciyle hareket etmeliyiz. Bizim inancımızda ırmaktan abdest alırken bile suyu israf etmemek vardır. Bunu tüm hayatımıza şamil kılabiliriz. İnsanın Yaratıcısıyla iletişimi düzgün olunca her şey düzeliyor aslında.
Vardı… Ama Allah öyle şeyler yaşattı ki artık "asla" larım yok. Ben büyük cümleler kurmayı sevmiyorum.
Risk: Başarı
Para: Her şey değil Girişim: Öngörü
Gelecek: Koşmak Reklam: Güvensizlik Eğitim: Şart
Halkla ilişkiler: Anlaşılmak
Yönetim: Sorumluluk Lider: Recep Tayyip Erdoğan Otomobil: Tembellik Kalite: Hak
Evlilik: Yuva
Çocuk: Bereket Globalizm: Hırs






