Refik Halid Karay gazetecilik histerisine tutulmuş yazarlarımız arasında gelir. Öyle ki, on altı yıllık gurbete son veren Af Kanunu TBMM’de 29 Haziran 1938’de kabul edilince yurda dönmüş, çok değil aradan bir iki sene geçmeden Tan gazetesinde günlük yazılar yazmaya başlar. Sadece bu kadar mı? Elbette bu kadar değil. Babıali yokuşunu uzun yıllar tırmanan, mürekkep ve kâğıt kokusunu içine çeken Refik Halid, 1948 yılında Aydede isimli mizah dergisi çıkararak gazetecilik macerasına yenisini ekler.
Aşağı yukarı elli yıl gazetecilikle meşgul olmuş “edip” bir fıkracının gazetecilik ve meslek meseleleri, tanıdığı gazeteciler ile ilgili yazdıkları, çalışkan ve dikkatli bir araştırmacı olan Tuncay Birkan tarafından Bu Gazeteciler ismiyle kitaplaştırıldı. Birkan’ın önemli giriş yazısıyla tamamladığı Bu Gazeteciler, bir devrin kritiği sayılabileceği gibi aynı sorunların devam ettiği bütün dönemler için de bir kılavuz niteliği taşımaktadır.
Türk basınının en “edebî” dönemi hiç kuşkusuz Cumhuriyet’in ilk çeyreği olmuştur. Bu dönemde Türk edebiyatının büyük şair ve yazarlarının gazetelerde sütun sahibi olduklarını görürüz. Hatta edebiyat sayfasını yönetenlerin yanında günlük fıkra yazanların sayısı bir hayli çoktur. Renkli ve ahenkli bir üsluba sahip Refik Halit Karay da gazetelerde günlük kritikler yazmıştır. Bu kritiklerin konusu ve başlığı değişse de hep aynı kalan, değişmeyen zengin Türkçesi ve nefis üslubudur. Gazetelerin edebî bir dille çıktığı dönemlerde daha okunur olduklarını belirten Refik Halid, “Başmuharrirliğin Yeni Tarzı” başlıklı yazısında “gençliğinde gazetelerin başmuharrirlerinin daha ziyade iç politikadan bahsettikleri ve parti kavgalarına yer verdikleri için makaleleri fazla malûmata ve dünya hâdiselerini bilmeye lüzum göstermediklerini” söyleyerek “bu muharrirlerin kalem kuvveti, kelime oyunu, nükte ve icabında küfürle işin içinden çıktıklarından” bahsetmektedir.
Gazetecilerin dilinin değiştiğinden yana yakıla sitem eden Refik Halid’e göre, “Şimdi başmuharrir veya siyasî makale muharriri günü gününe, saati saatine dünya haberlerini radyo başında dinleyen, her devletin kendi menfaatine ve düşman zararına yaptığı propagandaları kaçırmayan, durup dinlenmeden bunu kendine iş güç edinen ve sonunda bize tam bir hülâsa veren uyanık, canlı, kulağı kirişte adam demektir. Eskiden başmuharrir günde yirmi üç saat gezer, tozar; uyur, konuşur; nükte ve talâkat savurur, gazetelere şöyle bir göz atar, bir saat içinde, süslü, belâgadi veya iğneli cümlelerle makalesini karalar, vazifesini yapmış olurdu. Bugünkü muharrir bilgili olduktan ve dünya gazetelerini okuduktan başka radyo makinesinin tutsağıdır da...”
Refik Halid, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki gazetecilerimizin sınır komşularımızdan habersiz olduklarını ancak uzak komşularımızı ise günü gününe takip edip yazmalarını şu dikkat çekici cümlelerle eleştirir:
“Hepimiz, hele daha kötüsü politika muharrirlerimiz için küçük komşu memleketler -sınır sınıra bulunduğumuz, daima yollarından geçip üstlerinden aştığımız halde- Honduras veya Paraguay kadar yabancıdır. Büyük devletlerin siyaseti üzerine çalakalem yazı yazar, hüküm verir, netice çıkarırız da mesele ötekilere gelince vukufluca iki söz söylemek imkânını bulamayız. Hattâ icabedince fişlere başvurarak doğruyu bildirmesi lâzım gelen Anadolu Ajansı da komşu memleketlerin has isimlerini Avrupa ağziyle, hattâ daha yanlış şekilde verir. Meselâ Suriye’de kabine değişir, Lübnan’da, İran’da bazı hâdiseler olur; bir Sadullah Cabirî düşer, yerine bir Cemil Merdüm geçer. Bu Cabirî adı ajansta Cumburlop gibi bir şeye döner. Gazetelerimiz de kusuru düzeltmezler. Hâlbuki -gene meselâ- bu Sadullah Cabirî ile Cemil Merdüm yirmi yıldan beri kendisile en uzun hudut boyumuz olan -789 kilometre- Suriye devletinde daima rol oynamış, ön plânda kalmış adamlardır; mekteplerimizden yetişmişlerdir, akrabaları hâlâ aramızdadır, vatandaşımızdır.
Refik Halid’in kıymetli yazılarını bulup bin bir zahmetle yayına hazırlayan Tuncay Birkan’a teşekkür borç bildiğimizi de ifade etmek isterim.