|

Yunus Anadolu’da tasavvufu inşa etti

Yunus Emre’nin bu topraklar için önemini Mustafa Özçelik şu cümlelerle anlatıyor: Yunus’u kendi gerçekliği içerisinde anlayanlar onu hem din hem dil tutumuyla Anadolu’da Kur’an ve sünnet temelli bir din ve tasavvuf anlayışını inşa etmiş bir şahsiyet olarak görürler. Yunus’un dili de ona olumlu yaklaşımın bir başka sebebidir. Zira o, Türkçeyi bir şiir ve din dili haline getirmiş, vahdet-i vücud anlayışını sade anlatımıyla yaşanabilir bir felsefeye dönüştürmüştür."

Semiha Kavak
04:00 - 31/01/2021 Pazar
Güncelleme: 12:19 - 30/01/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Mustafa Özçelik
Mustafa Özçelik

Yunus Emre üzerine yazılan kitaplara, yapılan çalışmalara dünden bugüne hep yeni isimler, yeni eserler eklendi. Yunus Emre üzeirne çalışan isimlerden birisi de yazar Mustafa Özçelik. Yazar Mustafa Özçelik Yunus’u şu cümlelerle anlatıyor: “Yunus’u kendi gerçekliği içerisinde anlayanlar onu hem din hem dil tutumuyla Anadolu’da Kur’an ve sünnet temelli bir din ve tasavvuf anlayışını inşa etmiş bir şahsiyet olarak görürler.” 2021 Yunus Emre Yılı. Biz de bu vesileyle Özçelik’le Yunus Emre’yi konuştuk.

Yunus Emre üzerine çeşitli eserleriniz ve bunlarla ilgili aldığınız birçok ödülünüz var. Son olarak Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin düzenlediği Edebiyat Mevsimi Festivali’nde “Gönül Dili Yunus” adlı eserinizde Deneme Dalında ödül aldınız. Kitabınızdan yola çıkarak sormak istiyorum; Yunus’un gönül diliyle anlattığı şey nedir?

Yunus Emre bir “gönül şairi”dir. Zira kendisi, dünyaya gelme gayesini “Ben gelmedim davi için/Benim işim sevi için/Dostun evi gönüllerdir/Gönüller yapmaya geldim” şeklinde açıklar. O, gönlü “Hakk’ın tecelligahı” olarak görür. İnsanın gönlünü masivadan arındırarak Hakk’ın tecellilerine mazhar, hakikat ve marifet bilgisine de muhatap olabileceğini söyler. O, bu anlayışı ile çağında bir gönül inkılâbı gerçekleştirmiş ve böylece Anadolu’da, onun birliğe dayalı, farklılıkları hoş gören, muhabbeti ve bütün varlıklara saygıyı esas alan bu tavrıyla Moğol travmasının, Selçuklunun çöküşünün getirdiği sorunlar aşılarak Osmanlı devletinin kurulması sağlanmıştır.


HAKKA YÖNELİK BİR ŞAİR DİYEBİLİRİZ
Yunus, çeşitli yönleriyle sadece edebiyatımızda değil, Türkçenin kullanımından, tasavvufa kadar çeşitli alanlarda örnek gösterilen bir isim. Önemli görüldüğü kadar eleştireni de var. Sizce öven ve eleştirenleri dikkate aldığımızda Yunus nereye oturuyor?

Yunus, bir tasavvuf şairidir. Bu anlayışı doğru anlayabilmek için kavramlarına aşina olmak gerekir. İşte bazen bu konudaki bilgi yetersizliğinden bazen de tasavvufa muhalif olma gibi bir tutumdan dolayı eleştiri okları zaman zaman onu da bulmuştur. Bu tür eleştirilere göre; Yunus, bir Bâtıni, kalenderi dervişidir. Merkezi İslam anlayışından uzak bir heteredoks anlayışı yansıtır. Hayatın ve soysal hadislerin dışında pasif bir karakterdir. Yunus’u kendi gerçekliği içerisinde anlayanlar ise onu hem din hem dil tutumuyla Anadolu’da Kur’an ve sünnet temelli bir din ve tasavvuf anlayışını inşa etmiş bir şahsiyet olarak görürler. Yunus’un dili de ona olumlu yaklaşımın bir başka sebebidir. Zira o, Türkçeyi bir şiir ve din dili haline getirmiş, vahdet-i vücud anlayışını sade anlatımıyla yaşanabilir bir felsefeye dönüştürmüştür. Bu yüzden edebiyatımızın en zengin damarı olan şiirimiz, tarih boyunca hep Yunus üzerinden yürüyüşünü sürdürmüştür.

MİLLİLİKTEN EVRENSELLİĞE YÜKSELTEN BİR ANLAYIŞ
Sabahattin Eyüpoğlu “Yunus Emre” adlı eserinde Yunus için; “O Bütün dindarlığına ve müslüman görünüşüne rağmen hiçbir dinin adamı değil, tersine, bütün dinlerin ötesinde, camilerin, kiliselerin dışında, kitapsız, tapınmasız, törensiz, kıblesiz bir inancın adımıdır. Bu inancın tek kuralı, yasası sevgidir.” diyerek Yunus’u hümanist bir yaklaşımla her şeyin üzerinde “sevgi” ile donanmış bir isim olarak tanımlar. Yunus’a bu şekilde yaklaşanlar için neler söylenebilir?

O dönemin hâkim paradigması, Yunus’u hem İslam gerçeğinden uzak yerde konumlandırmak hem de batılıların kabul edeceği bir çerçeveye sokmak gibi bir gaye taşıdığı için onu hümanist olarak görmek ve göstermek istemiştir. Bu değerlendirme elbette yanlıştır. Zira batıda Hümanizm, Yunus’tan çok sonra başlamıştır. Hümanizmle tasavvuf arasında insanı sevme meselesi ortak bir kavram gibi görünse bile bu sevginin anlamı aynı değildir. Hümanizmde insan sevgisi, Tanrı sevgisinden bağımsız bir şekilde ele alınır. Yunus’a göre asıl olan Allah ve insan sevgisidir. Hatta bu sevgi, insanla da sınırlı kalmaz, bütün yaratılmışları kapsar. Yunus, bu tür iddiaların önünü daha o zamanda “Yaradılmışı severiz Yaradan’dan ötürü” diyerek keserek kendi duruşunu açıkça göstermiştir. Onun yetmiş iki millete bir gözle bakma, Tanrı inancını mabede ve belli ritüellere has kılmama konusundaki tavrı ise onu din, mabed, İslam ve millet anlayışından uzaklaştırmaz. O, dinin özünü, ahlakını esas aldığı için onun anlamını ritüellerle, mekanlarla sınırlamak isteyenlere karşı çıkar. Onun için dar anlamda mabed cami, geniş anlamda bütün kainattır. Sevilmesi gerekenler ise özelde aynı değerleri taşıdığı kendi milleti olmakla birlikte geniş anlamda bütün insanlardır. Zira onlar fıtratta kardeştir. Yunus’u millilikten evrenselliğe yükselten de işte bu kuşatıcı anlayışıdır. Bunun temelinde ise Allah’ı bütün alemlerin Rabbi, Hz. Peygamberi alemlere rahmet olarak gönderilmiş elçi ve Kur’an’ın herkese hitap eden bir kitap olarak görme inancı yatar.


FARKLI ŞEHİRLERDE PEK ÇOK MAKAM VARDIR
Yunus Emre’nin eserleri, yaşadığı dönem ve mezarı hakkında çeşitli rivayetler var. Hatta yurdumuzun çeşitli yerlerinde Yunus Emre Türbesi var. İşin içine menkıbeleri de katarsak gerçek Yunus kim, nasıl biri, ona biçebileceğimiz müşahhas bir yer var mı?

Yunus, yaygın şöhreti, Anadolu’da çok sevilmesi, başka Yunuslar gibi sebeplerle birden fazla kabri/makamı olan bir isme dönüşmüş, B. Vahapzade’nin de dediği gibi “ bir yerde ölüp bin yerde kendisine mezar/makam yapılan” bir isim olmuştur. Bu konuda somut bilgi olarak ise şunu söyleyebiliriz. Yunus, en eski kaynaklara göre Porsuk çayının Sakarya ırmağına karıştığı yer olan Sarıköy’de doğmuş, Konya’da medrese, Tapduk dergâhında tasavvuf eğitimi almış, ardından Anadoludaki gezilerinden sonra doğduğu köy olan Sarıköy’e dönerek orada vefat etmiştir. Dolayısıyla kabri oradadır. Kabrinin olduğu ileri sürülen ama bizim makamı demeyi tercih ettiğimiz yerler ise Aksaray, Manisa, Erzurum, Karaman gibi sayısı on sekiz bulan yerlerdir.

YUNUS’U EN İYİ ANLATAN ESERLER
Bugüne kadar Yunus Emre ile ilgili birçok eser yazıldı. Sizin eserlerinizi dışında tutarsak; sizce Yunus’u en gerçekçi anlatan eserler hangisi?

Yunus, Meşrutiyet’e kadar halk ve tekke muhitlerinde bilinen bir isimdi. Osmanlı kaynaklarında ise ona dair kısa bilgiler yer alıyordu. Bizi onu Fuat Köprülü’nün “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” kitabıyla tanıdık. Ondan sonra ne söylenmiş ve yazılmışsa kaynağı bu kitaptır. Köprülü’den sonra Yunus’un Divanını neşreden Burhan Toprak ve Abdülbaki Gölpınarlı isimlerini saymalıyız. Ama Yunus’u bir Türk-islam şairi olarak ele alma anlamında en doğru değerlendirmeleri Sezai Karakoç yapmıştır. Sonradan bu eserlere pek çok yeni eser daha katılmışsa da yazılanlar bu eserlerin temel çerçevesini çok da aşamamıştır.


ŞİİRLERİNDE ARINMIŞLIK ÖNE ÇIKAR
Günümüz dünyası insanına Yunus’tan neler taşınabilir? Yunus bize nelerin önderliğini yapabilir?

Yunus, “Her dem yeniden doğarız/Bizden kim usanası” diyerek sözlerinin hiçbir zaman önemini, etkisini yitirmeyeceğini ifade etmiştir. Çünkü şiirlerinin kaynağı nefsi değil, arınmış gönlüdür. Yunus, bu gönülden çıkan Hak ilhamlı şiirleriyle samimi inancın, birliğin, kardeşliğin, dostluğun, adaletin, hakkaniyetli paylaşımın sözcüsü olmuştur. Yine yaratılışa, hayata, aşka, ölüme, bilgiye vahiy perspektifli bir anlam yükleyen ve bunu insanlara kazandırmak istemiştir. Bu yüzden yeryüzünde bir anlam çerçevesinde insanca, barış ve sevgi içinde yaşamamızı sağlayacak bir yol rehberidir.

YARALARIMIZI SARAN ERMİŞLER
Yunus Emre’nin çağı zaman dilimi olarak, Anadolu Selçuklularının sonu ile Osman Gazi devirlerini içine alan bir devir. Devrin olaylarının Yunus’un düşünce dünyasına sizce nasıl bir etkisi olmuş?

Her insan gibi büyük kabul edilen insanlar da yaşadıkları çağdan etkilenirler ama diğer insanlara göre etkilendikleri o çağı da etkilerler. Yunus’un yaşadığı çağ, hem bir çöküntü hem de ayağa kalkış çağıdır. Selçuklu yıkılmıştır ama Osmanlı kurulmuştur. Bu sürecin en önemli sıkıntısı Moğol işgali ve Selçukludaki çözülmenin ardından ayrı ayrı beyliklerin kurulmasıdır. Bir diğer problem ise bu karmaşık süreçte ortaya çıkan ve sapkın olarak niteleyebileceğimiz bazı tasavvufi akımlar ve mensuplarıdır. İşte hem maddi hem manevi olan bu travmaların yaralarını Yunus Emre ve devrin Mevlana, Hacı Bektaş, Şeyh Ede Balı gibi isimleri sarmışlar, Osmanlı’nın kuruluşunda manevi rol üstlenmişlerdir.

#Yunus Emre
#Anadolu
#Tasavvuf
3 yıl önce