|
New York'un 'Habil ile Kabil'i'
Bugün tam bir hafta olacak… Dünyanın çehresini değiştiren günün haftası… Herşey, hepsi hepsi bir saat içinde bütün dünyanın gözleri önünde oldu. Ve, o andan itibaren öyle bir hafta aktı geçti ki, sanki olan-biten bir dakika önce olmuş gibi…

Herşey, önce New York'un 'İkiz Kuleleri'nden birine, ardından da diğerine iki uçağın kamikaze saldırısıyla ve kulelerin bir saat zarfında ardarda çöküp yokolmasıyla başladı… New York'un 'İkiz Kuleleri'nin yokolması, Washington'da Pentagon'a yapılan saldırıdan daha önemli sayıldı. Hem can kaybı açısından, hem de bilinçaltlarında farkedilmeden yer bulan bir duygu ve düşünceden ötürü…

Washington, Amerikan şehridir; New York ise dünya… Washington'da darbeyi yiyen Amerika'nın 'askeri kudret timsali' idi; New York ise Amerika'nın 'yeni dünya tasarımı'…

'İkiz Kuleler'in yerlebir olmasıyla, sadece New York'luların değil, ömürlerinin bir bölümünde New York'la herhangi bir biçimde ve herhangi bir düzeyde ilişkiye geçmiş dünyanın her köşesindeki milyonlarca insanın yüreğinden de kocaman 'ikiz parçalar' koptu.

Bunlardan biri benim. Ben New York'a ilk kez 1985 yılında ayak bastım. 'İkiz Kuleler' dikileli 10 yıl olmuştu. O yüzden benim New York'um Empire State Building ile tanımlanmaz. Ben, New York'la tanıştığım; New York, benimle tanıştığı andan itibaren, göğe tırmanışta Empire State'ı altetmiş olan 'İkiz Kuleler' vardı. Onları, toz duman arasında, bir dakika içinde yok olurken televizyon ekranında seyrederken, New York'lu mazimin yokoluşunu çaresiz ve hüzünle seyreder gibiydim…

"Benim Şehirlerim" (2000) adlı kitabımın İstanbul, Selanik, Kudüs, Beyrut ve Saraybosna'yı kapsayan 'İmtiyazlı Şehirler' bölümünü New York izler. New York'u anlatmaya şöyle başlamışım:

"New York'un bir zorluğu varsa -ki pek çok zorluğu vardır- anlatılamaz bir şehir oluşudur. Ne anlatılsa, New York anlatılamaz kalır. New York anlaması güç şehirlerdendir. New York'u anlamak, New York'u yaşamaktır. New York, yaşaması da çok güç bir şehirdir. Ama başka türlü anlaşılmaz. Ve, anlatılamayan ve yaşamadan anlaşılamayan her şehir gibi -ki bunların sayıları fazla değildir- iptila yaratır. Tıpkı İstanbul gibi…

New York'ta öyle bir şehirdir. Orada yaşamak, bir külfet ama muazzam bir zevktir…"

İşte bu New York, gözbebeklerimin içine kazınmış siluetiyle, beynimin anılar albümündeki karesiyle, çalışma odamın duvarındaki fotoğrafıyla, 'İkiz Kuleleri'yle bir New York'tur.

JFK Havaalanı'nda uçak pistte ilerlerken, göz ufkundaki New York, 'İkiz Kuleler'le New York'tu. JFK'den Manhattan'a yola çıkıldığında 'İkiz Kuleler'e yaklaştıkça, New York'la buluşmaya yaklaşırdınız…

1999-2000 yıllarında Washington'da yaşadım. New York'a oldukça sık gittim. Trenle üç saatlik bir mesafedeydi. Tren, New Jersey eyaletinin Newark şehrine varınca 'İkiz Kuleler' gözükürdü. Kendimi New York'a kavuşmuş sayar, toparlanmaya başlardım. Zaten, Newark'tan sonra tren tünele girer, Hudson Nehri'nin altından geçip, Penn Station'a varırdı. Penn Station'dan hemen Empire State'in yanıbaşına, Manhattan adasına ayak basmış olurdunuz ve gözünüzü güney yönüne çevirdiğinizde, 'İkiz Kuleler'i görürdünüz. 'İkiz Kuleler', New York'un ta kendisiydi…

East River'dan, şehrin doğu yönüne, 'karşı yaka'ya geçmenin, hala New York'ta kalabilmenin bir yolu Brooklyn'e ayak basmaktı. Brooklyn Köprüsü'nün ayağının dibindeki River Café, New York'un efsanevi mekanlarındandır. River Café'ye ayak basmayan, özellikle bir gecesini oraya ayırmayan New York'ta bulunmuş sayılamaz. River Café'yi River Café yapan, her daim muhteşem bir Güney Manhattan gecesini Brooklyn'den seyretmektir. Oradan bakıldığında, 'İkiz Kuleler' bir ışık resmigeçitiyle, gökyüzündeki yıldızlarla öpüşmeye koşar gibiydiler.

"Benim Şehirlerim"de yer alan New York'u yıllar önce yazarken, de benzeri bir tanımlamaya yer vermişim: "Hele geceleri… Şehir, bu sayılan 'seyir mevzileri'nden veya içindeki yüksek binaların birçoğunun tepesinden bakıldığında, gökyüzündeki yıldızlara doğru tırmanan bir ışıklar resmigeçidi olarak öylesine harika bir ışıltı manifestosudur ki, doğa güzelliği ile başedebilecek tek insan imalatı varsa, orası New York'tur."

O 'insan imalatı'nı bir 'doğa felaketi' değil, bir hafta önce 'insanlar' yok etti. Kendilerini yoketmek pahasına yok ettiler.

New York, 'İkiz Kuleleri'ni kaybederken, 'ruhunu' kaybetti. Acaba, 'ruhsuz' bir New York, artık 'çirkin' bir New York mudur?

John Steinbeck'e göre hem evet, hem hayır… Ünlü yazar, 1953'te New York Magazine'de daha 'İkiz Kuleleri'yle tanışmayan New York için şu satırları düşmüş:

"New York çirkin bir şehirdir. Pis bir şehir. İklimi bir skandaldır, politikası çocukları korkutmak içindir, trafiği bir çılgınlık, rekabeti caniyane. Ama bir özelliği vardır ki, eğer bir kez New York'ta yaşamışsanız ve orası eviniz olmuşsa, oradan daha iyi hiçbir yer olamaz."

Bu duyguların Afganistan'ın amansız yamaçlarındaki izbelerde, Bekaa Vadisi'nin sapa köşelerinde, Gazze'nin tahammülü imkansız mülteci kamplarında, Keşmir'in işgal altında unutulmuş kasabalarının kenarında ve geniş bir coğrafyanın benzer ve sonsuz ve sayısız mekanlarında acımasız ve adaletsiz yeryüzü rekabetinde ayakta durmak için didinen insanlar için ne anlamı olabilir?

Yitirecek hiçbirşey bırakılmamış insanlar ile yitirecek 'İkiz Kuleler'i bulunanlar arasındaki savaşın kazananı kaybedeni olabilir mi?

Acaba New York'un 'İkiz Kuleler'i, 21.Yüzyıl'da Habil ile Kabil'i mi simgeliyordu?
#New York
#Washington
#11 Eylül saldırısı
#ABD
#Dünya Ticaret Merkezi
#Usame Bin Ladin
23 yıl önce
New York'un 'Habil ile Kabil'i'
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’