Aklıma takılanlar

00:0021/01/2000, Cuma
G: 10/09/2019, Salı
Fatma Barbarosoğlu

Gündemimizi sevdiklerimiz değil sevmediklerimiz belirliyor. Bu durumda cümle âlem sevimsiz ve sevilmeyecek ne varsa onu yapıyor.Raiting âleti konan 1600 aile üzerinde ne kadar çok hakkımız olduğunu düşündüm geçen Cuma.Seviyeli konukların ağırlandığı programların gecenin bir saatinden sonra verilmesini, uzunca bir müddet iyimser bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalıştım. El ayak ortadan çekildikten sonra hiçbir konuşmanın bölmeyeceği bir atmosfer içinde dinlenmeliydi bu tür programlar ve tv yöneticileri

Gündemimizi sevdiklerimiz değil sevmediklerimiz belirliyor. Bu durumda cümle âlem sevimsiz ve sevilmeyecek ne varsa onu yapıyor.

Raiting âleti konan 1600 aile üzerinde ne kadar çok hakkımız olduğunu düşündüm geçen Cuma.

Seviyeli konukların ağırlandığı programların gecenin bir saatinden sonra verilmesini, uzunca bir müddet iyimser bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalıştım. El ayak ortadan çekildikten sonra hiçbir konuşmanın bölmeyeceği bir atmosfer içinde dinlenmeliydi bu tür programlar ve tv yöneticileri da muhakkak böyle düşünüyordu. Gel zaman git zaman bu iyimser yaklaşım beni yordu. Neden yordu? Çünkü bu tip programlardan önce yayınlanan o kadar pespaye program tekrar tekrar yayınlanırken benim bütün bir hafta beklediğim programların hiç tekrarı yok. Kemal Sunal filmlerini seven insanlar günün her saatinde bu filmleri istedikleri sayıda seyretme "şansına" sahip iken, neden benim gibiler için tek bir program o da gecenin bilmem hangi saatinde yayınlanır. Kimsenin kaale almayacağını biliyorum ama bütün kanallardan seçilmiş felsefi ve kültürel sohbetlerin TRT 4 gibi bir kanalda hiç olmazsa günün belli saatlerinde tekrarlanması gerektiğini düşünüyorum. Kültürel kısırlık içinde bulunulan bir ortamda bu tekrarların faydası olmaz mı? Bilsek ki biz TRT 4''te her akşam saat sekiz sularında daha önce yayınlanmış düşünce ağırlıklı programın tekrarı var. Bütün işimizi gücümüz buna göre ayırlayıp tv''nin karşısına geçsek... Pembe dizi seyreden kadınları ne kadar kıskandığımı anlatamam. Her gün aynı saatte kahramanlarıyla bütünleşiyorlar. Benim neden gecenin tam yarısında Hilmi Yavuz ile Beşir Ayvazoğlu''nun yaptığı programı daha makul bir saatte seyretme lüksüm olmasın! İlber Otaylı''yı üşmeden ve dikkatimi dağıtmama mücadelesi içine girmeden rahatlıkla seyredeceğim bir zaman dilimi neden hakkım değil?

Zaten bu satırların yazılma sebebi Kanal 7''de yayınlanan İskele Sancak proğramının konuğu olan İlber Ortaylı''nın sohbetini üşüye üşüye seyretmemdir. Sadece ben mi üşüyordum? Hayır! Gecenin o saatinde soğuk bir ortamda yayın yapmak zorunda kalan Hoca da üşüyordu. Üşümek insanın dikkatini dağıtıyor. Halbuki İlber Ortaylı Hoca''nın söylediği her sözü, kulak yere düşürmeden zapt etmeli. Samanyolu''nun Düşünce Eksini adlı programının da cümbüş ve eğlenceden sonra yayınlanmasına fena halde içerliyordum.

Saat dokuz oldu mu hangi kanalı açsanız bir gazino havasıdır gidiyor. Sonunda Orhan Pamuk ta bu gazino havalarından çok etkilendi ki İbrahim Tatlıses yakınlaşmasını düşünür oldu. Bu konuda kendimi bir okuyucu olarak çok mesul hissettiğimi söylemeliyim. Neden mi? Şimdiye kadar Orhan Pamuk''un son çıkan Öteki Renkler adlı kitabı hariç bütün kitaplarını okudum. Cevdet Bey ve Oğulları, Beyaz Kale, Kara Kitap ve Benim Adım Kırmızı''yı çok rahatlıkla okudum. Yeni Hayat''taki temalar biraz Kara Kitabı hatırlattığı için heyacan duymadım... Sessiz Ev iz bırakmadan okuduğum bir kitap oldu. Benim adım Kırmızı''da Müslüman nakkaşların perspektifsiz nakışı savunurken kendilerinin Allah''ın nazarıyla resmettiğini, halbuki Batılı ressamların insan nazarıyla resmettiği konusundaki görüşleri, şirke düşme tehlikesi taşıyor. Çünkü herhangi bir insan kendi bakışını Allah''ın bakışı yerine koyamaz. Bu konuda bir görüş beyan edildiğine rastlamadım. Benim Adım Kırmızı''daki eşcinsel temaların dozunun fazlalığından rahatsız olmakla birlikte kitabın okunurluğu üzerine söylenenleri yadırgayarak takip ettim. Özellikle bazı kişilerin "ben bile anlamadıktan sonra" diyerek kendi zevklerini turnosol kağıdı yerine koymalarına bir hayli şaşırdım. Roman okumak ve anlamak bir kabiliyet meselesidir. En son okuduğunuz roman ödev hazırlamak mecburiyeti içinde lise yıllarında kaldı ise 40 yıl sonra roman okumaya kalktığınızda okuyamamanız ve anlayamamanız çok normaldir.

Bir zamanlar Yaşar Kemal''i okumadığı halde çok beğendiğini söylemek modası vardı. Şimdilerde okuduğu halde Orhan Pamuk''u beğenmedim deme modası var. Bir yazarı beğenmek ve beğenmemek hakkına tabi ki sahibiz. Ama bunun için hiçbir tesir altında kalmayacak bir değer yargımızın ve okuma zevkimizin olması gerekir.

Oldukça iyi bir zamana doğmuş olan (Osmanlının 700. Yıl kutlamalarına denk gelmesi) Benim Adım Kırmızı, henüz iyice sindirilmemiş iken; sanki çok okunan kitap listesine girmek maksadıyla Öteki Renkler''in yayınlanmış olması kötü oldu. Filan gazetesinin Orhan Pamuk gazetemiz için hikâye yazdı diye tantanalı reklamlarının üzerinden şurada sadece birkaç ay geçti. Üzerine bir de İbrahim Tatlıses yakınlaşması pek fena. Halbuki Orhan Pamuk mesela Neşat Ertaş için bir bozlak yazmayı düşündüğünü söyleseydi onun kişiliği hakkında bilmediğimiz bir ada keşfettiğimizi düşünebilirdik. İbrahim Tatlıses''ten gelecek bir telefona ayarlanmış kulaklar içimizde bir heyecan uyandırmıyor.

Netice olarak diyorum ki, gündemimizi sevdiklerimiz değil sevmediklerimiz belirliyor. Bu durumda cümle âlem sevimsiz ve sevilmeyecek ne varsa onu yapıyor. Zevk sahibleri biraz da sevdiklerinizden bahsetseniz...!