|
Rüya kayıtları/Devletin zirvesine huzur dersleri

Böyle bir kilitlenmeyi daha önce yaşamış mıydım? Hatırlamıyorum. Yaklaşık on gün önce bir rüya gördüm. Hayırdır inşallah. Etkisinden çıkamıyorum. Daha doğrusu günün değişik saatlerinde hatırladığımda, zihnim kilitleniyor.

Rüya üzerinden köşe yazısı yapan var mıdır? Vardır muhakkak. En azından Frankfurt ekolünün "Eleştirel Kuram"ının güçlü temsilcisi Adorno"nun rüyalarının kaydını tuttuğunu biliyoruz. Rüya ölüm gibi siyahtır diyen Adorno, 1934-1964 yılları arasında gördüğü rüyaları "Rüya Kayıtları"nda sabitlemişti.

Bizde benzer bir çalışma bir kadına ait. 17.Yüzyıl"da "Asiye Hatun"un şeyhine yazdığı "Rüya mektuplar" dönemi için muazzam bir kaynak.

Rüyalar yazılmalı m? Bizim geleneğimizde yazmaktan ziyade, onu hayra yoracak biri olmadığı zaman suya anlatılması anlayışı vardır. Ama Asiye Hatun, rüyalarını harflerin gölgesine yüklediği için kendisine minnettarız.

Ne diyordum… Gördüğüm rüyayı kimseye anlatamadım. Hayr olsun. Anlatsam belki biraz hafiflerdim. Dua üzerine dua istememin sebebi, belki de gördüğüm rüyaların tesiriyle.

Mübarek arife günü dua buyurunuz. Yöneticilerimizin zihnine ve kalbine Rabbim feraset, basiret, liyakat nasip etsin. Fitneden fesattan cümlemizi korusun.

Türkiye"nin yedi bölgesi, dört bir yanı olarak saygıyı ve muhabbeti inşa edenlerden olalım inşallah.

Liyakat demişken… En iyisi 2011 Ramazan-ı Şerifinde yayınlamış olduğum "Huzur Dersleri"ne dair yazıyı hatırlatarak huzurunuzdan ayrılayım.

Devletin Zirvesine Huzur Dersleri

Huzur derslerini biliyorsunuz. Ramazan-ı Şerif ayında sarayda padişahın huzurunda yapılan derslerdir.

Saray yok. Padişah yok amenna.

Lakin yöneticilerimizin huzur derslerine hiç mi ihtiyacı yok!

Devlet adamları manen beslenmek zorunda.

Modern zamanları kadim zamanlardan ayıran en önemli farklardan biri de, liderlerin kurumsal olarak bir laladan bir soytarıdan uzak oluşu.

Danışmanlar var diyeceksiniz de…

Adı danışman olandan lala çıkması zor. Soytarı çıkması ise usule aykırı.

Hiç olmaz ise Ramazan-ı Şerif"te "Huzur Dersleri" meclisi kurabilseler…

Huzur derslerini yapıyorlardır belki de.

Sadece siyasilerin değil şehirlerin de huzur derslerine, huzur dersleri için muhitlere ihtiyaç var.

İyi atlara binip gidenlerin gidişlerini, yürüyüşlerini anlatacak mihmandarlara ihtiyacımız var.

Peygamber Efendimiz işi ehline vermeyi emreder bize.

Eskiler işleri daima ehline verdikçe yükselmiş ne zaman ilim "beşik uleması" mertebesine inmiş, iş ehline değil atadan dedeye kalmış işte o vakit yollar yol, hanlar han olmaktan çıkmış.

İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri"nden okuduğum işi ehline vermek ile ilgili bahsi hazretten bize intikal eden "huzur dersi" olarak dikkatinize sunuyorum.

Bu da hazretin ruhaniyetinden nasibimize düşen bayram hediyesi olsun.

"Hikâye olunmuştur ki, Sultan Mehmet Fatih İstanbul içinde âlimlerden tanıdığı biri ile karşılaştı. Ona sual edip "Hayli zamandan beri görünmediniz, nerede idiniz" dedi. O âlim de "Kefe semtinde idim. Ancak o tarafı asi kimselerin idaresi altına alması ve bazı zalimlerin idareci olması sebebiyle yerleşemeyip daha sonra bu tarafa hicret gerekli oldu" dedi. Fatih yanında veziri olan Mahmut Paşa"ya dönüp "Koş gel. Bu efendi ne söyler!" dedi. Yani sen ki mutlak vekilsin, niçin o tür zalimleri iş başı yaptırıp onları istihdam edersin, demek istedi. Vezir de balık baştan kokar mefhumu üzerine "Padişahım bu mana size râcidir. Yani benden daha iyisini istihdam edip vezir edinseydiniz âlemin işleri böyle olmazdı" dedi. Padişah insaflıydı kabul etti. Zira yiğitlik odur ki eğer Hakk senden daha aşağıda olana zuhur ederse de haddi aşmayı ve kibirlenmeyi bırakıp kabul etmendir."

Büyüklerimiz işini ehline teslim etmenin ölçülerini biliyor muhakkak. Evveli bilmek, ahiri bildiklerini tatbik etmektir lakin. Tatbik ile ilgili bir sıkıntımız var mı? VAR!

Kültür olarak temel sıkıntımız her konuda kendini pek ehil görenlerden kaynaklanıyor. Aklını, fikrini pek bir beğenenlerle başımız asırlardır belada:

"Hikâye edilmiştir ki, meliklerden birine âlimlerden biri hakkında kazasker olmayı fazlasıyla hak etmiştir denildi. O âlim nere ise bulup getirdiler. Padişah onu imtihan için sofrasına davet edip kızarmış bir tavuğun yarısını kendi önüne ve diğer yarısını da o âlimin önüne koydu. Padişah gördü ki, o kimse kendi payını padişahtan önce yiyip bitirdi. Oradan onu yine kendi şehrine geri gönderdi ve kazasker olmasını kabul etmedi. Meliklerin huzurunda bu kadar hırslı olan kimse dışarıda halkın malını alıp yemekte daha hırslı olur."

Anlayanlar anladı… Mı acaba?

Tebrik: Bayramımız mübarek olsun. Rabbim bugünümüzü aratmasın.

Bayramların daha bayram gibi olduğu/olacağı günler nasip etsin İslam coğrafyasına. Amin.

11 yıl önce
Rüya kayıtları/Devletin zirvesine huzur dersleri
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…