|
"Tadında Anadolu"

Bu satırları Cuma sabahı, Atatürk Havalimanı"nda zihnimden yazıyorum. Diyorsunuz ki niye zihinden, devir tablet çağı iken üstelik!

Zihinden yazılan yazılar ile araçlar yardımı ile yazılan yazılar arasında bir kıvam farkı oluyor. Zihinden yazmak bir imaja teslim olmak anlamına geliyor benim için. Bir imaja, bir ışığa, bir resme sürüklenerek çekilmek.

Sabah erkenden evden çıkıyorum. Çıkmadan evvel kızımın mutlu olursun anne diye haşlamış olduğu minik taze patatesten ağzıma atıyorum. Mutlu olursun anne. İlerde belki de evlatlarımdan özür dilemek zorunda kalacağım tek bahis memleket meselelerinden duyduğum hüzne ve acıya onları tanık etmem olacak.

Siz bilmezsiniz, ta ortaokuldan bu yana memleket meselelerini derin bir sancı olarak yaşadım. O zamanlar, anlamanın bir acıya dönüşeceğini elbette bilmiyordum.

Grup kimliğine yaslanamadan yaşanan yekpare bir sancı ile; hep bir başkası, hep biraz önce giden olacağımı da bilmiyordum. Hayatım boyunca "gelen" olamadım hiç. Hep gidendim. Biraz önce giden.

(Belki bir gün size "gelen" ile biraz önce "giden" arasındaki farkları anlatmayı denerim. Anlatamayacağımı fark edince; gelen ile giden arasındaki sekiz küçük fark diye bir öykü yazarım belki. Her şey belki kıvamında. Belki…)

Deniz otobüsünde sabah haberlerinde, birbiriyle yumruklaşan iki ERKEK vekil ve AAA diye onları ayırmaya çalışan bir kadın: Meral Akşener.

Yolculuğumun mayasının tam da buradan çalınmış olduğunu o saatlerde idrak etmiş değilim henüz.

O sıra 8 Mart Dünya Kadınlar Günü "kut"lamalarının açtığı dosya ile olmalı Meclis Başkanı ve Meclis Başkan Vekili"nin kadın olmasının tarihi önemi üzerine odaklanıyorum.

Her şey "tarihi önem" olarak, bir sineğin bala yapışması gibi yapışıyor zihnime.

"Tarihi önem".

Ben biraz da bütün bu "tarihi önem"lerde kıvam arıyorum. Kıvam ararken ortaya çıkan kıvamsızlık yüzünden kederliyim.

Ben bu yazıyı Cuma sabahı Atatürk Hava Limanı"ndan yazıyorum. Zihnimden. Saniye saniye. Her objeye, her sese takıla takıla.

Derken bir restoran görüyorum: "Tadında Anadolu".Kahvaltı etme derdinde olmadığım halde sürüklenerek gidiyorum. Ne vakittir memleket meselelerini "mutfak sosyolojisi" üzerinden düşünüyorum. "Mutfak Sosyolojisi" üzerinden düşünürken bana eşlik eden kavram "kıvam". "Tadında Anadolu" ismi sanki yaşadığımız bütün sıkıntılara eşlik eden bir dua gibi geliyor.

Güleryüzlü personel, "Anadolu"nun bütün lezzetleri", şık bir sunum ile göz ediyor.

Her şey güzel. Bir tepsi. Tepsinin içinde şık bir örtü.

Örtüye bakarken; Perşembe günü Küçükçekmece Belediyesi"nin sponsorluğunda;Prof.Dr Fatih Andı"nın vizyonu ile; Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi"nin ortaklaşa düzenlemiş olduğu Öyküde Kadının Sesi Sempozyu"munda Ali Ural"ın yapmış olduğu konuşma satır satır geliyor.

Ali Ural, kadın bilinci ile erkek bilincinin farklılığı üzerinde durduğu konuşmasında; kadınların yaşadıkları her anı eşyalar üzerinden muhafaza edişlerine değinmiş; biletlerin, peçetelerin saklanışı üzerinden; kadınların hatıra biriktirirken esasında hayat biriktiriyor oluşlarına dikkat çekmişti.

Sabahın sekizinde telefon ile 8 Mart kutlamalarında bulunan güler yüzlü genç kızdan tepsi örtüsü istiyorum. Çantama koymak üzere.

Genç kız; gözlerine neşe, sesine bayramlık giydirmiş olan genç kız, kağıt örtü ve bir defter bir kalem ile geliyor. Görüşlerinizi paylaşırsanız memnun oluruz diyor. Hiç adetim olmadığı halde sesine bayramlık giydirmiş bu genç kız için ben de bayram niyetine birkaç satır yazıyorum.

Bir kaç satır. Mutlu mesut birkaç satır. Yazdıklarım yalan değil. Ya yazamadıklarım… Yazmak için bu köşeyi uygun gördüğüm cümleler… Haritada, tarihi dokusu ve yiyecekleri ile öne çıkmış kırk vilayet var. Türkiye"nin seksen vilayetini sığdırmak zordur belki. Ama algıda seçicilik ilk önce Diyarbekir"in olmaması dikkatimi çekiyor.

Kıvam diyorum. Ah kıvam.

Sonra Erzurum, Maraş, Urfa, Artvin, Niğde, Aksaray, Kırşehir"in de olmadığını fark ediyorum. Derken şaşkınlığım biraz daha artıyor. Edirne yok Edirne. Peynire adını bahşetmiş Edirne.

Ne şimdi bu diyorsunuz. Bilenler bilir bendeniz için markalar sadece ticari isimler değildir. Hele de Türkiye haritasını kullanıyorsanız. Müessesenin sahipleri diyebilir ki biz sadece bulundurduğumuz ürünlerin şehirlerini aldık haritaya.

Türkiye zor bir süreçten geçiyor. Alınganlık biriktirmeden bu süreci atlatabilmeyi başarmalıyız. Alınganlık biriktirmemek için mükrim olmak gerekiyor. Tepsideki şık örtüyü lütfen haritasız olarak yeniden düzenleyiniz.

Son olarak Küçükçekmece Belediyesi"nin değerli Başkanı Aziz Yeniay"a kalbi bir teşekkür sunmak isterim. Benim çocukluğum Küçükçekmece"de geçti. Onun için gözüm kulağım hala Küçükçekmece"de. Belediyenin yaptığı her kültürel programı nasıl bir aşkla karşıladığımı anlatabilmek için sizi çocukluk hatıralarıma götürmeliyim. Okulumuza yılda bir defa yazar gelirdi. Gözlerini çocuk yaşta kaybetmiş bir yazar. Ziya Mısırlı. O okulumuza geldikten sonra günlerce gözüm kapalı yazmaya çalışırdım. Bir gün babam yakaladı. Ne yapıyorsun dedi. Yazıyorum dedim. Neden gözlerin kapalı dedi. İlerde yazar olacağım ya dedim. Ee? Yazmak için kör olmak gerektiğini sanıyordum.

Küçükçekmece Belediyesi"nin 8 Mart etkinliği olarak düzenlemiş olduğu Öyküde Kadın Sesi Sempozyumu çok kalıcı bir etkinlik oldu. Taş üstüne yazı yazıldı. Diğer belediyelere de örnek olmasını temenni ediyorum. Bu yazının içindeki yerine gelince. Çünkü program Anadolu"nun dört bir yanından gelen akademisyenlere ev sahipliği yaptı.

Akademisyenlerin arasında; burnumda sızı, durdurulmuş aşkımı hatırladım.

Evet, durdurulmuş aşk. Çarşambaya devam ederiz inşallah.

11 yıl önce
"Tadında Anadolu"
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi