|
Onlar bize İslamcı derler

Biz değil.

Tarihte de böyle olmuştu. "Onlar, bize Türk derler"di.*

Onlar, buraya Türkiye demişti. Biz değil.

Onlar kim, biz kimiz sorusundan önce, entelektüellerimizin yerli mi, ''yersiz'' mi konuştuklarını bilsek iyi olacak.

İslamcı, solcu ve liberal entelektüellerin, Türk ırkçılığına karşı buldukları çok yaratıcı çözümü hatırlayalım: "Türkiye vatandaşı"

Anlam kaymasına uğramış, ırkçılığa batmış ve kimsenin elinden tutup ayağa kaldırmadığı "Türk vatandaşı" kavramı yerine, yeni anayasada "Türkiye vatandaşı" denilmesini tavsiye ediyorlar. "Türk halkı" yerine de "Türkiye halkı".

"Türk"iye vatandaşı ne demek? İsim değişse de anlam değişmiyor: Türklerin yurdunun vatandaşı.

"Türk"iye halkı ne demek? Türklerin yurdunun halkı.

Ne değişti? Tabela.

Neyimize yetmiyor?

(''Türk''ün İsmet Özel''le imtihanı'', başka bir yazının konusu.)

İtiraf etmek gerekirse, gazete de entelektüel alışveriş merkezidir. Bu da tüketim kültürünün entelektüel versiyonu: Yeni kıyafetler almak, biz sıradan insanlara nasıl iyi geliyorsa, yeni kavramlar da biricik entelektüellere iyi geliyor. İçerik aynı olsa da, özde bir şey değişmese de.

Bugüne kadar ölü bir kelebek gibi kitapların arasında sakladığım bir sırrımı paylaşayım: Peygamberlik gelecek yaşlara eriştim, anladımsa şunu anladım. Ne bilgi, ne görgü, bu ülkede ihtiyacınız olan tek bir şey var: Hırs.

Seçtiğiniz sahada, yirmi yıl hırsla yerinizi terk etmeyin, hiç kuşkunuz olmasın, duayen sanılacaksınız. Otorite muamelesi göreceksiniz, üstad denilerek karşılanacaksınız.

Buzdolabına iliştirilen alışveriş listeleri gibi, yirmi yıl boyunca madde madde yazılar yazın. Yetenekli olmanız gerekmiyor, başlığından son cümlesine kadar kompozisyon ödevi gibi olsun, dert değil. Kimse sizin yirmi yılda bir üslup sahibi bile olamadığınızı konuşmayacak. Aksine, çok derin meseleleri, halkın anlaması için sade bir dille yazan, bunu başaran, büyük yazar olarak algılanacaksınız.

O zaman, üslubu bile olmayan bir yazar olarak edebiyatçılara bile akıl verebilir, ne yazıp ne yazmamaları gerektiğini söyleyebilirsin. Bırak şiiri, romanı dersin.

O zaman, zahirde Aydınlanmacı aydınları eleştirirken, aslında aydınlarla aynı kefeye konulmaya itiraz etmeyi başarırsın. Kişiselleştirmeden, aydın değil aslında alim de olduğunu ima eder üste çıkarsın. Bu ima''nı desteklemek için biraz zaman ayır, hafta sonlarında fedakarlık yap, otur bir "meal" hazırla. Muhtemelen ''en kısa sürede Kur''an-ı Kerim meali hazırlama rekoru'' senindir. Merak etme, Kur''an-ı Kerim''le kurduğun ilişkinin ''modern'' olduğu, kadim geleneğimizde alimlerimizin Kitap''la böyle muhatap olmadığı, bu kadar kısa sürede bir meal hazırlamanın, ancak senin gibi alim postu giymiş bir aydının cesaret edebileceği gerçeği, erbabının bildiği sır olarak kalacaktır. Rahat ol, entelektüeller de halk da sana saygı duymaya devam edecek.

Onlar sana saygı duyarken, sen onlara akıl verirken, dostlar gazete köşelerinde alışverişte iken, biz kendi kahramanlarımızın trajedisiyle dertlenelim.

Siz kahramanlık konusunda, o bildik cümlelerle patinaj çekmeye başlamadan, anlam kaymasına son verelim: İnsan olmaya çalışan herkes, kahramandır.

Ne iş yaparsa yapsın, her kahraman, bağırarak veya susarak, bize göremediğimiz şeyleri göstermeye çalışır. Kalemiyle, kamerasıyla, gözleriyle, el-kol işaretleriyle...

Bir kadına, onu ne kadar çok sevdiğini ''göstermek'' kadar zordur sanatçının işi. "Seni seviyorum" demek yetmez. Bir eser, gösteremediği müddetçe lafta kalır. Mesaja batar, propagandada boğulur, didaktikler mezarlığına gömülür.

Kollarını makas gibi açan Necip Fazıl Kısakürek, "durun kalabalıklar" diye bağırarak, yolumuzun çıkmaz sokak olduğunu göstermeye çalışıyordu.

Lars von Trier, dikkatimizi çekebilmek için, melankoliyi dünyamızdan büyük bir gezegen yapmış, sonumuzun melankoliden olacağını göstermeye çalışıyordu.

Chuck Palahniuk, lokantada yemek yerken boğulma numarası yapan, insanların onun hayatını kurtarmasına ve kendilerini kahraman hissetmesine vesile olan karakteriyle, modern hayatın nasıl "Tıkanma" noktasına geldiğini göstermeye çalışıyordu...

Ara verildiğinde, "Eeee şimdi ne olacak?" sorusunu sormamız tesadüf eseri değildir, sanatçının eseridir. Bütün iyi romanlarda, filmlerde, tiyatro eserlerinde, yolcular değişse de duraklar aynıdır: Figüranların gözü kendisinden başka bir şey görmezken, kahraman, çıktığı yolda, kavşaklarda bocalar, zorlansa da kendisince en doğru yolu seçer, fakat işler planladığı gibi gitmez, başına olmadık işler gelir, "olaylar gelişir". Uzun badirelerden sonra kafirlerle olan mücadeleyi kazandığında, yine huzuru bulamazsın, bu defa da münafıklarla kuşatıldığını anlarsın.

Keloğlan masallarında da, Yunan mitolojilerinde de, Kur''an-ı Kerim''de de hikaye çok benzerdir: "İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"

Joseph Campbell, 1948 yılında yayımladığı muhteşem eseri "Kahramanın Binbir Yüzü" adlı kitabında, bütün mitolojilerde, efsanelerde ve dinlerde kahramanın hikayesinin aynı olduğunu, her kahramanın aynı yoldan, aynı evrelerden geçtiğini göstermişti.

Birçok Hollywood senaristi bu esere başucu kitabı muamelesi yaparken, Hollywood''u küçümsemeyi entelektüel olmanın şartlarından zanneden zevat, trajedi hakkında ezbere cümleler kurmaya devam ediyor.

Trajedimiz devam ediyor, ama hikayesini anlatan yok.

*:www.ihsanfazlioglu.net/yayinlar/makaleler/1.php?id=21

12 yıl önce
Onlar bize İslamcı derler
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset