|
"Türkiye artık eski Türkiye değil"

"Zamanların en iyisiydi... En kötüsü de. Akıl çağıydı, budalalık çağı da. İnanç çağıydı aynı zamanda, ama inkâr çağıydı da. Bir taraftan aydınlık, bir taraftan da karanlık bir mevsim yaşanıyordu. Umudun baharıydı, yeisin kışı... Her şeyimiz vardı, ama hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğruca cennete gidiyorduk ama hepimiz cehenneme de gidiyorduk. Kısaca o çağ bu devre öyle benziyordu ki, sesi en çok çıkan otoriteler iyisiyle kötüsüyle ikisinin mukayesesinin, sadece üstünlük bağlamında yapılmasında ısrar ediyorlardı."

Gezi olaylarının ilk günlerinde hissettiğim, Charles Dickens"ın yukarıdaki muhteşem satırlarla başlayan ve Fransız Devrimi"nin ardından yaşanan kanlı yılları anlatan "İki Şehrin Hikâyesi" kitabını soluksuz okurken hissettiğim duygularla aynıydı.

Türkiye"de o gün hiçbir şey o döneme benzemiyordu, ama her şey o dönemi hatırlatıyordu. İstanbul, iki çağın, iki ülkenin, şehirlerin arasında dağlar kadar fark vardı, hiçbir fark yoktu aynı zamanda. Bir taraf için Türk Baharı"ydı, bir taraf için darbe kışı... Zamanların en iyisiydi bazıları için, bazıları için de en kötüsü...

O günlerde sokakları hızla hareketlendirip "devrim" heyecanına kapılanların söylediği tek bir söze katılıyordum, bence de "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı". Ama onların istediği gibi de olmayacaktı. Gezi"deki ağaçların ardından çıkan senaryoların, aylarca çalışan reklam ajanslarının, yerli ve uluslararası ittifakların peşine takılanlar vardı... Ve tam da bunlar yüzünler karşısında duranlar.

"Mesele Gezi değil arkadaş, sen hala anlamadın mı? Hadi gel." demişti aslında bir tanesi. O gün anlamayan kalmamıştı ama yine de o gün ikiye ayrıldık işte. Yatsıya kadar bile yanmayan bir yalanın ardına saklanıp gayrimeşru niyetlerine kılıf arayanlar ve bu alçak yöntemi kabul etmeyenler diye.

Hiç unutmuyorum, hiç unutmayacağım kutsallaştırılan, aşkla anılan, kitap okuyanların isyanı, "haysiyet ayaklanması" diye cilalanan o küfürbaz, nefret dolu, ötekileri aşağılayan, "üstün"lerin haysiyetsiz tiyatrosunu... Sadece Recep Tayyip Erdoğan ve ailesine, AK Parti ve çevresine karşı değildi; Erdoğan ve ailesine, AK Parti ve çevresine karşı durmayan herkese karşıydı pompalanan öfke.

Bir saat önce telefonu "Yarın görüşürüz" diye kapattığımız insanlar, sadece farklı düşündüğümüz için sosyal medya şahsımıza yönlendirdikleri ağza alınmayacak küfürler etti. Dostumuz, akrabamız dediklerimiz, yıllardır tanıdığımız insanlar, gözlerini bürüyen nefretle, geçmişten gelen tüm bağları bir çırpıda koparabildi. O gün Gezi"nin karşısında duran herkes Erdoğan"ın karşısında duran herkes için, hem koyundu, hem rantçı... Hem o kadar açtık ve fakirdik ki bu yüzden AK Parti"den kömür, makarna alıyorduk biz, hem o kadar aç gözlü idik ki ihalelere doymuyor, SUV"lerden inmiyorduk. Hem cahildik hepimiz, hem de ajan...

Şeytan ayrıntıda gizliydi. O gün sokaklara döktükleri insanların arasında Beşar Esad posterleri taşıyan, Baas sloganları atanları görebiliyordu dikkat edenler. Uluslararası medyanın tarihten yaptığı alıntılarda, bölgeden geçtiği anekdotlarda okunuyordu hesaplananlar. Suriye"de Kuseyr düştüğünde, çok değil bir ay sonra Mısır"da Muhammed Mursi devrildiğinde iyice belirginleşti kurgu. Mesele ne ağaçtı, ne parktı, ne çevreydi. Türkiye"nin Orta Doğu"da nasıl da yalnız kaldığını haftalarca konuşurken 200 bin kişinin katili bir diktatörü, darbeci ve katliamcı bir askeri rejimi açıkça övmeyi bile göze aldılar.

Suriye"ye giden yardım TIR"larını durdurduklarında, İHH ofislerini bastıklarında, açığa çıkan illegal dinleme kayıtlarında ve "Selam Terör Örgütü" dosyalarında netleşti kurgunun ardında neyin yattığı. Mesele ne yolsuzluk, ne rüşvet, ne hukuk, adaletti. Merkez Bankası faiz artırmak zorunda kaldığında "Küresel ekonominin zorlaması ile faizi nasıl artırdıysanız, dış politikada küresel politikalara öyle ayak uydurmak zorunda kalacaksınız" demeye bile cesaret ettiler.

Bugün bazıları Gezi Parkı"nın ilk yalanlarını tekrar canlandırmak için uğraşırken, Okmeydanı"ndaki yüzleri maskeli, elleri silahlı örgüt üyeleri, çoktan döktü Gezi"nin boyalarını. Yaz boyunca süren forumlarda alınan "silahlanma" kararlarının neticeleri bu yaz başında görülmeye başlandı. Mesele Gezi Parkı değildi, hiçbir zamanda olmamıştı. Bir yıla sığan onlarca ihanet ve girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştı, ne yaparlarsa yapsınlar olmayacaktı ama haklı oldukları tek bir şey vardı, "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı." Bunu da geçtiğimiz hafta sonu Erdoğan, Köln"de yaptığı konuşmasında "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" şeklinde Batı"ya şöyle anlattı:

"Türkiye"ye parmak sallamayı, Türkiye"yi kendince tehdit etmeyi, terbiye etmeyi kendisine hak görenler var. Çıkarları zedeleniyor diye, Türkiye"nin büyümesini, güçlenmesini, ilerlemesini farklı şekillerde engellemeye, yavaşlatmaya, durdurmaya çalışanlar var. İçeridekilere söylediğimizin aynısını, dışarıdaki bu kibir abidelerine de söylüyorum. Türkiye, artık eski Türkiye değil. Türkiye, o sizin bildiğiniz Türkiye değil. Köprünün altından çok sular geçti. Bu bölgede biz de varız. Bu coğrafyada biz de varız."

10 yıl önce
"Türkiye artık eski Türkiye değil"
Kendini bir şey sanmak!
7 Haziran seçimleri ve AK Parti
Borsa helal bir kazanç kapısı mıdır?
Müfettişlerin mağduriyeti nasıl önlenir?
İnsaf!