|
Akıl kirliliği mi, duygu kirliliği mi?

ABD''de yılın en çok satılan kitabı Celaleddin Rumi''nin Mesnevi''si imiş. Doğrusu bu habere sevindim. Ama bu konuda Müslümanlar yekpare değil. Bir kısmını sevindiren haber, diğer kısmını üzüyor.

Selefi meşrep Müslümanlar bunu üzücü bulmuş olmalılar ki, bir süredir internet ortamında dolaşan mesajlarda ''üzüntülerini'' dile getiriyorlar. Bazı haklı gerekçelerle, bunun İslam''ın değil sufizmin yayılması anlamına geldiğini düşünüyorlar.

Sufi meşrep Müslümanlar –tabi ki haklı olarak– bu yaklaşımı garipsiyorlar. Hatta kınayanlar ve ayıplayanlar çıkıyor. Tabii ki eleştiri bu noktada durmayıp karşı saldırı başlıyor. Selefi meşrep Müslümanların yüzünün soğuk olduğu dile getiriliyor. “Tevhid ehli”nin İslami ahlak ve edebe uzak bir görüntü sergilemeleri, sufizme olan ilgiyi arttırdığı ileri sürülüyor. Bu tesbitler yapılırken ölçü olarak “halkın gözü” alınıyor.

Mevlevi semasının ayağa düşürülüşünden, Müslüman olmadan Mevlevi olanlardan, “ne olursan ol yine gel” çılgınlığının ahlaki nihilizmin en geçerli sloganı haline getirilişinden yola çıkanlar, –yine haklı olarak– köpürüyorlar. Bu gelişmelerin İslam''a ve Müslümanlara katkısını sorguluyorlar. Sufizmin, İslami direnişi kırmak için egemen güçler tarafından “Truva Atı” olarak kullanıldığını düşünüyorlar.

Haklılar mı? Ha-vet.

Evet; zira egemen güçler, özellikle de ABD, bu “kullanma” işini pek iyi beceriyor. 11 Eylül ertesinde, laikçi zorbalığa karşı mert çıkışlarıyla tanıdığımız ünlü bir şeyh efendinin hem damadı hem de ABD halifesi olan zat ABD''den destek istemiş ve “Zira biz sufiler radikalizmin panzehiriyiz” demeye getirmişti. Bu efendi samimi bir Müslüman. Fakat kendince ABD''yi kullanmaya çalışıyordu. Onun yaptığı “hizmet için” rol çalma girişiminden ibaretti. Çalabildiyse helal olsun. Anlıyoruz.

Hayır; zira egemen güçler –adına ister “selefi”, ister “tevhidi”, ister “Vahhabi”, ister “radikal” ne derseniz deyin– sufilik karşıtı Müslümanları da kullandılar Afganistan''da, Arabistan''da, farkında olmadan Irak''ta, Batı''da ve ABD''de... Yani kullanılmak sufiliğe veya selefiliğe has bir durum değil. Firaset ve basiretle (bakamayıp), kuklacının da arkasında duran suflörü göremeyip kuklaya bakan herkes kullanılır. Bunun selefisi-sufisi olmaz. Bilerek değilse, bilmeden, “heva” adına değilse “dava” adına!..

Bu bir oyun. Müslümanlar üzerinden oynanıyor. Eğer Müslümanlar kendilerini dinleriyle değil de meşrepleriyle tanımlarlarsa bu oyuna gelmiş olurlar. Parçanın kendini bütün yerine koyması hep felaket getirmiştir. Sufilik, selefilik alt aidiyetlerdir. Asıl aidiyet İslam''adır. Eğer Müslümanlar bu şuurla hareket ederlerse tuzağı görür ve farklı meşrepleri bir avantaj ve zenginlik olarak algılarlar. Ve bu zenginliği de kendilerine karşı tarihin en büyük ve en vahşi meydan okumasına karşı bir enstrüman olarak kullanırlar.

Üstad Seyyid Hüseyin Nasr, yeni eserinde sufizmi sadece radikal İslam''a karşı bir panzehir olarak değil, aynı zamanda Batı modernizminin meydan okumalarına karşı da çok önemli bir kaynak olarak takdim etmiş.

Tesbitin başlangıcı sorunluysa da, devamı haksız mı? Dünyevileşme felaketi mezhep ve meşrep dinlemiyor. Selefisi de sufisi de, Sünnisi de Şiisi de bu felaketin girdabına sürüklenmekten kurtulamıyor.

Bütün bu örneklerin ortaya koyduğu en kesin sonuç kafa karışıklığı.

Kafa karışıklığının birçok sebebi olabilir. Ama bunların en başında bilgi ve akıl kirliliği gelir. Belki de bunun içindir ki Rabbimiz Kur''an okuyan herkese önce “Kovulmuş şeytandan Allah''a sığınmayı” (istiaze) emreder. Zira istiaze akla abdest aldırmaktır. Abdestsiz akla namaz kıldırsan ne olacak?

Abd-i âcizi bilgi ve akıl kirliliğinden çok daha fazla duygu kirliliği endişelendiriyor. Akla abdest aldırıp onu arındırmanın yolu belli. Asıl felaket duyguların kirlenmesi. Bilgi kirlenmesi kafa karışıklığına, duygu kirlenmesi duygu karışıklığına sebep oluyor.

İkincisinin birincisinden bin beter olduğunu, sonuçlarından yola çıkarak anlıyoruz: Duygusu karışık ve kirli olan Müslüman –hangi meşrepten olduğunun hiçbir önemi yok– düşmanıyla dostunu ayırt edemiyor. Dahası, kendi beynini öz elleriyle yemeye çalışan bir idrak hastası gibi kendi parçasına musallat oluyor.

Fikre değil, tefekküre çağırıyorum. Kirli duyguların sahibini Kur''an resmediyor: “O sığ ve önyargılı düşündü (fekkera), ölçtü biçti; kahrolası nasıl da ölçtü biçti; bir daha kahrolası, nasıl da ölçtü biçti” (74:18-20).

Fikr etmek yerine tefekkür etseydi, yanlış kiloyla tartıp yanlış metreyle ölçmeyecekti. Böyle yapsaydı, dostuna düşman muamelesi yapmayacaktı.

Son söz Nebi''nin: “Ey kalpleri evirip çeviren; kalbimizi dinin üzre sabit kıl!”

16 yıl önce
Akıl kirliliği mi, duygu kirliliği mi?
Akıllı tüketimin dayanılmaz hafifliği!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir